24 Eylül 2024 Salı

Olcay Çelik: İşçi sınıfı üretimden gelen gücünü kullanmalı

Bir gecede yaşanan kur artışı ve hemen akabinde Merkez Bankası'nın başkanının değişimi, kapitalizmin yapısal krizinin sonucu olduğunu değerlendiren Marksist Teori dergisi ve Atılım gazetesi yazarı Olcay Çelik, Ekonomi.tv'ye konuştu. Çelik, burjuvazi karşısında işçi sınıfını güçlendirmenin yolunun işçinin üretimden gelen gücünü kullanması olduğuna işaret etti.

Marksist Teori dergisi ve Atılım gazetesi yazarı Olcay Çelik, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) başkanlığı değişimi, reform paketi, kripto paralar ve yurttaşlık gelirine dair Ekonomi.tv'ye konuştu.

Çelik, bir gecede aniden yükselen kur ile ilgili olarak, siyasi iktidarın buna "operasyon" demesinin bir anlamı olmadığını, oluşan olayların Türkiye kapitalizminin de evvel-ezel tabi olduğu, sermayenin hareket kanunları gereğince işleyen bir mekanizmanın gereği olduğunu söyledi. Yaşananları, mali sermaye oligarşisinin Merkez Bankası Başkanı'nın değiştirilmesi ve yüksek faiz politikası yerine düşük faiz politikasını savunan birinin yerine getirilmesine verilen tepki olarak nitelendiren Çelik, "Bu ilk olmadığı gibi son da olmayacak. Bu savrulmalar bir o yana, bir bu yana devam edecek" dedi.

'ATAMALAR LİYAKATLA İLGİLİ DEĞİL'
Olcay Çelik, Naci  Ağbal yerine Şahap Kavcıoğlu'nun atanması ya da zamanında Berat Albayrak'ın gönderilip yerine Lütfi Elvan'ın gelmesinin bu kişilerin liyakati, vizyonu, söz dinleyip dinlememeleri ile ilgili değil, Erdoğan'ın ekonomi politikasında öyle ya da böyle bir değişikliğe gitmeye karar vermesi ile ilgili bir mesele olduğunu aktardı. Erdoğan'ın devamlı ve hızla karar değiştirmesine yol açan şeyin de kapitalizmin küresel krizi, Türkiye'nin emperyalizmin bir mali-ekonomik sömürgesi olması ve Türk burjuvazinin çıkarları (giderek daha fazla) çatışan iki bloklu bir yapıya sahip olmasından kaynaklandığını belirten Çelik, değişiklikleri anlamanın bu üç düzlemli yapıyı güncel olarak yorumlamakla mümkün olabileceğini ifade etti.

Türkiye'nin emperyalizmin bir mali-ekonomik sömürgesi olmasının öncelikle kapitalizmin genişleme dönemlerinde Türk burjuvazisini büyütürken diğer yandan ithalat ve dış finansman bağımlılığının kronikleşmesine sebep olduğuna dikkat çeken Çelik, "Bu da kapitalizmin sermaye birikim düzeyinin, teknik seviyesinin ve mevcut kaynaklarının zorunlu bir sonucu. Özellikle kapitalizmin 2013 ertesinde girdiği inişli-çıkışlı durgunluk evresinde uluslararası mali sermaye akımlarının debisinin kesilmesi TL'nin değersizleşmesini ve dolayısıyla bu bağımlılığın sürdürülemez hale gelmesine yol açtı. Erdoğan, dolaylı ve dolaysız olarak temsil ettiği iki burjuva blok arası çelişkileri uzlaştırmasının görece kolay olduğu genişleme döneminin aksine bu dönemde belirli tercihlerinde bulunmak zorunda kaldı" diye konuştu.

'SİYASİ İKTİDARIN EN BÜYÜK MALİ DAYANAĞI FAİZ'
Çelik, emperyalist burjuvazi ile iktisadi bağı çok daha kuvvetli olan, ihracata hakimiyeti sebebiyle döviz borcu daha fazla olan ve siyasi iktidar tarafından dolaylı şekilde temsil edilen TÜSİAD blokunun kriz zamanlarındaki öncelikli çıkarının kurun makul bir seviyede tutulması olduğunu aktararak şöyle devam etti: "Bunun için gereken yüksek faiz politikası da onun çıkarınadır, çünkü aynı zamanda mali sermaye gücünü ve işbirlikçi pozisyonu elinde bulundurduğundan, faiz vurgunundan nemalanır. İktidarın dolaysız temsilcisi olduğu, sermaye birikimi çok daha küçük ancak devlet desteği ile tekelci karakteri hızla gelişen MÜSİAD blokunun ise mali sermaye gücü sınırlıdır. Daha çok iç pazara üretim yaptığından büyük oranda TL kredilerle iş görür. Böyle olunca faizlerinin düşük olması hem üretim, hem de tüketim alanlarında onun için hayati önem arz eder. Düşük faiz politikası ayrıca sömürgeciliğin, işgalciliğin, yayılmacılığın ve faşizmin kitle tabanının finanse edilmesi/genişletilmesi için de önemlidir."

Kavcıoğlu'nun 'Faiz enflasyonu yükseltiyor' sözlerini de buradan okumak gerektiğini ifade eden Çelik, iktidarın siyasi-sınıfsal dayanağının en büyük maliyet kalemi faiz olduğu için, Kavcıoğlu'nun enflasyonla mücadeleyi düşük faiz çerçevesinden görmesinin-göstermesinin onun politik iktisadi varoluşunun gereği olduğunu söyledi. Faiz tartışmalarının kamuoyunda bu kadar yer bulmasına yönelik ise "Özetle, faiz ve kur politikaları arasındaki öncelik/tercih meselesi, işçi sınıfından sökülen artık değerin burjuva bloklar arasında nasıl paylaşılacağı meselesidir" dedi.

'REFORM PAKETLERİ EMEKÇİ SINIFINI MÜLKSÜZLEŞTİRİYOR'
Açıklanan "reform paket"lerine ilişkin değerlendirmede bulunan Olcay Çelik, bu paketin daha öncekiler gibi, işgücünün daha ucuz, esnek, güvencesiz kılınması, emekçi sınıfların mülksüzleştirilmesine dayalı olduğuna işaret etti.

Kapitalist üretim tarzının krize yazgılı olmasında değil de, sorunu onun düzgün işle(tile)meyişinde gören sosyal demokratların, yapısal reformlar savunularına dikkat çekerek şöyle eleştirilerde bulundu: "Bu kişiler, yapısal reformlar gerçekleşirse yeniden üretken bir sanayinin kurulacağını, küresel rekabette öne geçileceğini, gelir dağılımının düzeleceğini ve hatta sosyal bir devlete dönülebileceğini savunuyorlar. Oysa kapitalizm 'düzgün' işlemediğinden değil, tam da kendi hareket prensiplerinin sonucu olan azalan kar oranları yasası hükmünü icra ettiği için küresel olarak krizlere yuvarlanıyor. Türkiye kapitalizmi yöneticiler liyakatsiz oldukları için değil, Türkiye'nin küresel üretim hiyerarşisindeki rolü ve emperyalist değer aktarım mekanizmaları gereği ithalata ve yabancı sermaye girişine bağımlı hale geliyor. 'Kurumlar' erozyona uğradığı, barış ve demokrasiden uzaklaşıldığı için ekonomik krizde değiliz, otoriterlik, faşizm artık bizzat krizden çıkışın beyhude araçları olarak iş görüyor. Üretkenliği arttırıp küresel rekabette öne geçersek müreffeh olmayacağız, bizzat küresel rekabetin koşullandığı bu üretkenlik yarışı işçi sınıfını nitelikli ama ucuz ve işsiz tutmayı gerektiriyor."

'BURJUVA TOPLUM BİÇİMİNİN KENDİSİ KRİZ YAŞIYOR'
Çelik şöyle devam etti: "Kapitalizmin 1974-75 krizinden bugüne içinde olduğu emperyalist küreselleşme evresi de artık krizde. Ancak bugünkü kriz eskiden olduğu gibi burjuva toplum içi bir kriz değil, bizzat burjuva toplum biçiminin kendisi bir kriz yaşıyor. Azalan kar oranlarının geldiği seviye sermaye sınıfının üretici güçleri geliştirme ve işçi sınıfına sosyal taviz verme kapasitesini iyice eritti. Aslolan, uluslararası tekellerin taşeronluğu için ucuz emek cehennemlerinin ateşinin harlanması, kazanılmış ekonomik ve demokratik hakların gasbı, sosyal devletin kırıntılarının dahi süpürülmesi, doğanın talanı, otoriterliğin ve faşizmin yükselmesi artık. Ulusal pazarların bütünleşik tek bir dünya pazarı haline gelmediği, üretimin devlet desteğinde, ithal-ikamecilik çerçevesinde ve esas olarak iç pazarlar için yapıldığı, sosyalist blok tehdidine ve devrimci yükselişlere karşı işçi sınıflarına refahtan pay verildiği 1945-1975 arası o 'altın çağın' aksine, bugün bu burjuva ulusal kalkınmacı reçeteler ham hayaller bütünü olarak görülebilir sadece. Yani eğer bugün gerçek-dışı, gayri bilimsel, marjinal olan birileri varsa, o da krizden çıkış sorununun düpedüz sınıfsal iktidar sorunu yani zora dayalı bir devrim ve burjuvazinin mülksüzleştirilmesi sorunu olduğu gerçeğinin üzerini örten ve kapitalizmin ekonomi politikaları ile rektifiye edilebileceğini anlatan burjuva muhalif aydınlardır. Son tahlilde savundukları şey de işçi sınıfının değil, halkçı-ilerici cümleler altında diğer burjuva blokun çıkarlarıdır."

'KRİPTO PARALAR HAYALİ SERMAYE'
Kripto paralara ilişkin değerlendirmede bulunan Çelik, kripto paraların hayali sermaye alanına ait araçlar olduğunu söyledi ve "Marx hisse senetleri, tahviller vb. finansal araçları hayali sermaye olarak adlandırmıştı. Buna bugün türev piyasalarını da ekleyebiliriz. Hayali sermaye karları, kabaca, gelecekte sızdırılacak artıdeğerin bugünden cebe konması olarak tarifliyor" dedi.

Marx'ın hayali sermaye ifadesini kategorik olarak yargılayıcı bir anlamda kullanmadığını, üretimin gerçekleşmesi için sanayici kapitaliste kredi olarak verilen ve payını da üretimde yaratılan artıdeğerden faiz karı olarak alan para-sermayenin de bu yönüyle hayali sermaye olarak tariflendiğinin altını çizdi.

Marksist Teori dergisi ve Atılım gazetesi yazarı Olcay Çelik şöyle konuştu: "Hayali sermaye pazarlarına olan ilginin emperyalist küreselleşme evresinde giderek arttığını görüyoruz. Artık şirketler, üretimden gelen karlarının giderek daha az bir kısmını sabit sermaye yatırımı olarak yeniden üretime döndürürken, daha çok hayali sermaye pazarlarına yöneltiyorlar. Bunun bir diğer ifadesi de artık şirket karlarının yarıya yakın bir kısmının bu pazarlardan geliyor olmasıdır. 'Finansallaşma' da denen bu kaçışın sebebi, biraz önce de bahsettiğim gibi, azalan kar oranları yasası gereği üretimin artık pek karlı olmaması. Ancak 'gelecekte üretilecek artıdeğeri bugünden cebe koymaya' dayalı hayali sermaye pazarlarının süreğenliği, tanım gereği, gelecek geldiğinde o artıdeğerin üretilebilecek olmasını da içerir. Gelecekte üretilecek artıdeğerden beklenti büyürken onu üretecek reel ekonomi aynı hızda büyümezse, yani hayali sermaye maddi zemininden koparsa, yaşanan, finans balonunun patlaması olur. Örneğin 2008-2009 krizi böyle bir krizdi. Nefesi kesilen küresel üretime rağmen dünya hasılasının 3.5 katını aşan küresel borç seviyesi de yeni bir finans balonunun yolda olduğunu gösteriyor."

'TEMEL YURTTAŞLIK GELİRİ BURJUVAZİNİN YÜKLERİNDEN KURTULMA ARACI'
Bir süredir gündeme gelen "Temel Yurttaşlık Geliri"ne ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Çelik, bu fikrin egemenler safında da, ezilenler safında da savunucuları olduğunu söyledi; "1970'lerde başlamış bir tartışma. Bazı ülkelerde çeşitli denemeleri yapıldı. Burjuvazinin aydınları bunu devletlerin, dolayısıyla son tahlilde sermayenin işçi sınıfına ücreti dışında sağladığı eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, emeklilik gibi 'yüklerinden' kurtulmasının bir aracı olarak öneriyorlar. Yani her bir bireye, çalışıp çalışmamasından bağımsız olarak ödenecek bir gelir karşılığında sosyal devletin son kırıntılarını da masadan süpürme derdindeler" dedi.

'Temel yurttaşlık gelirini' bir insan hakkı olarak kabul edenlerin işçi sınıfını sermaye karşısında güçlendirmenin bir aracı olarak gördüğünü belirten Çelik, krizlerin ve işsizliğin kronikleştiği çağımızda bu fikrin kimileri tarafından geniş kitlelerin sefaletine bir nebze çare olacak acil bir önlem olarak da savunulduğunu söyledi.

Çelik, bu talebin birçok yönden sorunlu olduğuna dikkat çekti: "Azalan kar oranları sebebiyle üretimi ucuz emek cehennemlerine taşıyan, hayali sermaye pazarlarına gömülen, savaşlar çıkaran, doğayı salgın yaratacak şekilde talan eden, uzay madenciliğine soyunan, kazanılmış hakları gasp eden, faşizmi tekrar yükselten, kısacası sosyal taviz imkanı iyice daralmış olan egemen sınıfın iktidarının korunduğu bir düzlemde devletin sosyal sorumluluklarını azaltmadan, hatta arttırarak sermaye karlarını iyice tırpanlayacak böyle bir temel gelirin uygulanabilmesini (tıpkı yapısal reformlar gibi) hayal görüyorum. Eğilim, tam tersidir. Sosyalist politikanın görevi uygulanamayacak hayallerin propagandasını yapmak değil, burjuvazinin işçi sınıfının en basit taleplerinin bile neden yerine getiremeyecek durumda olduğunu göstererek onu iktidarı almaya yöneltmektir."

'İŞÇİ SINIFI ÜRETİMDEN GELEN GÜCÜNÜ KULLANMALI'
Burjuvazi karşısında işçi sınıfını güçlendirmenin yolunun işçinin üretimden gelen gücünü kullanması olduğuna işaret eden Çelik, sınıfın "herkese iş, reel ücretlerin artması, çalışma saatlerinin kısaltılması ve ücretsiz konut, elektrik, doğalgaz, su, internet, sağlık, eğitim vb. gibi "temel yurttaşlık hakları/hizmetlerine sahip olmaları için mücadeleye sevk edilmesinin" aslolarak sonuç alıcı olacağına dikkat çekti. Çelik ayrıca "bu yolun paranın (kapitalizmdeki) hükmünün kalkacağı, üretim araçlarının sahibi olacak olan toplumun toplum için planlı bir şekilde üretip, ürün ve hizmetleri de planlı bir şekilde tüketeceği sosyalist geleceği kitlelere göstermek için de daha anlamlı" olacağını belirtiyor.