4 Aralık 2024 Çarşamba

Olcay Çelik yazdı | Savaş sanayisi ve Kürt halkının kanıyla gelen rekortmenlik

Silah özel bir maldır. Pazarı savaş, alıcısı da devletlerdir. Diğer pazarlarla kıyaslandığında savaş pazarı hem daha korunaklıdır, hem de kendi talebini çok daha doğrudan ve hızlı yaratır. Bizde savaş sanayisinin lokomotif güç olarak seçilmesinin temel sebebi de Türk burjuvazisinin sömürgeci boyunduruk altında tuttuğu Kürdistan’da yürüttüğü savaş ve işgalin ona sağladığı bu avantajdır.

Savaş kapitalistleri vergi rekortmenliğinde ilk iki sırayı yine kimseye bırakmamış. 2021, 2022 ve 2023’te en çok gelir vergisi ödeyen kişiler olan Selçuk Bayraktar ve Haluk Bayraktar’ın ödediği vergi 2021'den bu yana 12 kat artmış.

Bayraktar çetesinin bu zenginleşmesi bize sadece yandaşların palazlanmasını değil, savaş sanayisinin ekonomik büyümenin lokomotif güçlerden biri haline geldiğini gösteriyor. Bu lokomotif rol de Türkiye kapitalizminin emperyalist işbölümü içerisindeki mevcut konumunu aşma çabası ile doğrudan ilişkili.

EMPERYALİST İŞBÖLÜMÜNÜ SAVAŞLA AŞMAK
Bilindiği üzere Türkiye kapitalizmi eşitsiz gelişim kanunu sebebiyle emperyalist işbölümünde düşük teknolojili ve ucuz fiyatlı üretim halkasında bulunan, ithal-girdi ihtiyacını karşılayabilmek için mali sermaye akımlarına bağımlı bir kapitalizm. Bu, ürettiği değerin aslan payının emperyalist ülkelere kaptırmasına yol açıyor. Diğer bağımlı ülkelerle rekabet baskısı altında küresel siparişlerin ve mali sermaye akımlarının debisi azaldıkça da faiz-döviz kıskacına giriyor ve bu da kaptırdığı değerin daha da büyümesine yol açarak kriz yükünü büyütüyor.

İşte, savaş sanayisinden beklenen, ileri teknolojili ve daha yüksek fiyatlı üretimi ve ihracatı büyüterek emperyalist işbölümündeki bu sıkışık konumun aşılmasına yardımcı olması, hatta öncülük etmesi. 1990 öncesi emperyalist ülkelerden hazır alım yapan; 1990-2000 bu ülkelerle ortak üretime geçen; 2000-2010’da kısmî tasarım kabiliyetini geliştiren Türk savaş sanayisi bu kapsamda asıl atılımını 2010 sonrasında gerçekleştirdi. 2010-2020 arasında yerli tasarımları geliştirmeye başladı ve 2020 sonrasında da temel ve ileri teknolojileri üretebilir konuma yükseldi. 2002’de yüzde 24 olan yerlilik payı böylece 2022’de yüzde 70’lerin üzerine çıktı.

Diğer sanayilerle kıyaslandığında savaş sanayisinin üretim basamaklarını böylesine hızlı atlamasının ardında elbette ki Erdoğan’ın stratejik yönelimi yatıyor. En büyük alıcı devlet olduğu için, savaş bütçesi arttırıldıkça bu sanayi de palazlanıyor. Ayrıca sanayinin ileri teknolojili üretim için ihtiyaç duyduğu Ar-Ge yatırımlarının yüzde 60-80’i devlet tarafından karşılanıyor, en büyük teşvik ve vergi muafiyeti bu sanayiye gidiyor.

Teknoloji düzeyindeki gelişime koşut olarak kendi devletinin tedarikçisi konumunu aşıp, önemli bir ihracatçıya da dönüşmüş olan Türk savaş sanayisi bugün üretiminin yarısından fazlasını ihraç eder durumdadır ve 185 ülkeye 230 çeşit silah satar hale gelmiştir. Bu sanayinin 2002’de ihracat içerisindeki payı sadece yüzde 0,69 iken, 2023’te 5,5 milyar dolar ihracatla bu pay yüzde 2,2’e kadar çıkmış. 2028’de bu payın 10 milyar dolar ile yüzde 3’e yükseleceği tahmin ediliyor.

BİR AR-GE LABORATUVARI OLARAK KÜRDİSTAN
Silah özel bir maldır. Pazarı savaş, alıcısı da devletlerdir. Diğer pazarlarla kıyaslandığında savaş pazarı hem daha korunaklıdır, hem de kendi talebini çok daha doğrudan ve hızlı yaratır. Bizde savaş sanayisinin lokomotif güç olarak seçilmesinin temel sebebi de Türk burjuvazisinin sömürgeci boyunduruk altında tuttuğu Kürdistan’da yürüttüğü savaş ve işgalin ona sağladığı bu avantajdır.

Sömürgeci savaş sayesinde sadece yeni doğal kaynaklara/ucuz işgücüne ulaşılmaz veya önceden ithalat kalemi olan silahların yerlileştirilmesi sağlanmaz. Aynı zamanda (ve hatta bugün esas olarak) icat edilen yüksek teknolojili silahlar sahada denenip iyileştirilerek dünyadaki öteki savaş pazarlarında da kullanılabilecek bir meta haline getirilir. Yani örneğin, bugün SİHA’ların bir “dünya markası” olmasını ve Ukrayna’dan Katar’a, S. Arabistan’dan Azerbaycan’a birçok ülkeye ihraç edilebilmesini sağlayan şey, Kürdün üzerinde sınırsızca denenebiliyor ve başarısının “kanıtlanabiliyor” olmasıdır.

Ürettiğinin yüzde 90’nını ihraç eden ve savaş sanayisi ihracatında yüzde 32 pay ile birinci konumda olan savaş kapitalisti Bayraktar çetesi işte bu sömürgeci savaş sayesinde vergi rekortmeni olmuş, Türkiye kapitalizmi kuş kadar olan yüksek teknoloji üretimi ve ihracatını bu sömürgeci savaş sayesinde hareketlendirebilmiştir.

SOLDA İKİ YANLIŞ KAVRAYIŞ
Buradan yola çıkıp, ezilenler cephesinde yaygın olan iki yanlış perspektife de işaret etmeliyiz.

Sosyal-şovenizmin etkisiyle emekçi solun azımsanmayacak bir kesiminde zaten politik boyutuyla pek mevcut olmayan savaş gerçekliği, maalesef ekonomik boyutuyla da oldukça dar kavranmaktadır. Oysa sömürgeci savaşın özel önemi anlaşılmadan Türk savaş sanayisi üzerine tahlillerde bulunulamayacağı gibi, bu sanayinin ve Bayraktarlar gibi çetelerin yükselişi de yandaşlık, ballı teşvik, yolsuzluk eleştirilerine sıkıştırılamaz. Türkiye kapitalizminin emperyalist işbölümünde üst halkalara atlama isteği ve sömürgeci savaş gerçekliği beraberce kavranmalı, yandaşlık eleştirisi bunların sebebi değil, sonucu olarak görülmelidir.

Yurtsever harekette ise meseleye çoğu zaman savaş harcamalarının fazlalığı üzerinden yaklaşıldığını görürüz. Bu harcamalar düzenin iktisadi çıkmazlarının baş sebebi olarak görüldüğü için, sömürgeci savaş biterse ekonomik krizin veya kriz yükünün de aşılabileceği iddia edilir. Oysa görüldüğü üzere gerçek tam tersidir: Savaş sanayisi Türkiye kapitalizmini krize sokan değil, tepesindeki kriz baskısını aşabilmek için büyümenin lokomotifi haline getirmeye çalıştığı bir güçtür. Yani mevcut yoğunluk düzeyinde, sömürgeci savaş krizin sebebi değildir, tersine, kriz savaşı büyüten bir faktördür. Savaş harcamalarını hatalı bir şekilde “israf” kategorisinde değerlendiren bir perspektif, onun bugün salt bir ithalat kalemi değil, reel üretimi ve ihracatı büyütücü, yani değer yaratıcı ve istihdam sağlayıcı yönünü gözden kaçırır. Kimi acıklı durumlarda ise savaşın bitmesiyle yabancı sermaye girişlerinin artması arasında hezeyanlı-liberal bir korelasyon kurulduğunu görürüz.

Oysa savaş karşıtlığını kriz ve yoksulluk üzerinden değil, ulusal hak ve özgürlükler çerçevesinden kurmak çok daha doğru bir yoldur. İlla ekonomik bir teşhir yapılacaksa da, "Türkiye kapitalizminin sömürgeci savaşı sürdürüp, kürdü öldürdüğü müddetçe büyüyebildiği" söylenmelidir. Bu yazının bir amacı da zaten bu teşhire malzeme sağlamaktır.