4 Aralık 2024 Çarşamba

Özgürlük sen neredeysen orada

Zindandaki mücadele bir devrimci tutsak açısından kendisi olma ile başkası olma (sistemin başkalaştırma yoluyla ulaştırmak istediği sonuç) savaşımıdır. Kendimiz olma, devrimci özümüzü korumak ve geliştirmenin yolu kolektif ruha daha fazla bürünmekten geçer.
Toplum üzerinde egemenliklerini kurmuş veya kurmaya çalışan tüm iktidarlar, muhalefeti, başka bir deyişle kendi egemenliği için tehlike olarak gördükleri direnen kesimleri çeşitli yöntemlerle bertaraf etmek ve tehlike olmaktan çıkarmak için bazı yöntemlere başvururlar. 
 
Bu anlamda tutuklama, egemen gerici güçlerin en çok başvurduğu yöntemlerin başında geliyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da uygulanan gözaltı ve tutuklamalar ise bir egemen gücün/iktidarın, dünyanın herhangi bir yerinde muhaliflere yönelik uyguladığı yöntemlere benzemiyor. 1990'lı yıllardan 2000'e kadar uygulanan yöntemle uzun süre gözaltı, kaybetme ve tutuklamalar iç içe gelişmiştir. AKP hükümetinin başa gelmesiyle beraber ise başta Kürt halkı olmak üzere devrimcilere yönelik gözaltı ve tutuklama politikaları yöntemsel ve şekilsel olarak değişimlere uğradı. Kaba fiziki işkence yerini teknolojinin de sayesinde adeta bütün yaşamı gözetleme, kontrol etme temelinde psikolojik işkenceye bırakmıştır. Fiziki infazlar her ne kadar devam da etse yerini daha çok itibarsızlaştırma ve gözden düşürmeye dayalı, siyaset yapamayacak hale getirerek bu yolla ''siyasi infaza'' bırakmıştır. Özcesi; işkence ve baskı biçimleri nitelik değiştirmiş, doğrudan düşünce ve kişiliğin hedeflendiği incelikli, psikolojik bir özel savaş yöntemi uygulanmaya başlanmıştır. 
 
Tutuklamaların nedeni toplumun devrimci muhalif kesimlerini etkisizleştirme, savunmasız bırakarak sömürü ve istismara açık hale getirmektir. Devrimcilere yönelik tutuklama politikalarıyla toplum öncüsünden yalıtılarak savunmasız bırakılmak isteniyor. 
 
Devrimci muhalif kimlikli bireyleri tutuklama ve zindana kapatmakla görevli birimler; polisinden savcısına ve hakimine kadar düşmanca bir perspektif ile programlandıkları ve eğitildikleri için yaklaşımları da bu gerçekliğe göre gelişmektedir. Bu yüzden gözaltına alınan ve tutuklanan her devrimci bireyin emniyet, savcılık ve mahkeme sürecinde karşısındaki gücün düşman olduğunu unutmaması, onların söylediği ve yaptığı her şeyin zayıflatmaya yönelik olduğunu bir an bile aklından çıkarmaması gerekir. 
 
Mahkemelerin bağımsız ve kendi özgür iradeleriyle hareket etmediklerini, hükümetin politikaları doğrultusunda karar verdiklerini peşinen bilmek gerekir. Egemenler tutuklamaları uzun ve kısa süreli olmak üzere iki şekilde geliştirir. Özellikle ideolojik kimliğini kazanmış, sistemin etkilerinden sıyrılmış militan devrimcileri hem kendisine tehdit olmaktan çıkarmak hem de toplumdan koparmak amacıyla daha uzun bir süre zindanda tutarak devrimcilikten düşürmek istemektedir. Kısa tutuklamalar ise daha güncel amaçlarla yapılmaktadır. Yeni örgütlenmiş gençleri veya sempatizanları tutsak ederek devrimci iddia ve kararlılığın gelişmesini engellemeyi amaçlar. Nitekim buna göre programlanmış bir zindan gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Birçok zindanda tutuklu ve hükümlü tutsaklar birbirinden ayrı tutuluyor yahut 25 yaş altı ve üstü kişiler ayrı tutuluyor veya 3-5 kişilik koğuşlarda kalınıyor. Bu sayede tecrübeli kişilerin birikimini aktarmasının önüne geçilmek isteniyor. 
 
İrade kırma, pişman ettirme, boyun eğdirme hedeflendiğinden zindan süreci hukuki kılıfa büründürülse de esasen egemenlerin amacına göre kısa veya uzun sürebiliyor. Süreyi belirleyen, hükümetin dönemsel siyasi hedefleri kadar sonuç alma veya almama konusunda sistemde gelişen umut veya umutsuzluktur. Tutuklama politikasının karşısında durmanın en etkili yolu ise o politikayı boşa çıkartacak kararlılık ve iradeyi göstermektir.
 
Devrimciler için esir düşmek, düşman karşısında verilen mücadelede elbette yenilmiş olmak anlamına gelmiyor. ''Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele'' diyor ya Nazım, hani Işık'ımız da, ''Teslim olmaktır ölmek, yaşamaksa Hasan'ca direnmek!'' diye getiriyor devamını...
 
Her devrimci mücadelede ölümsüzleşmek gibi tutsak düşmek de her an için karşılaşılabilecek bir durumdur. Ancak bu gerçekliğe rağmen tutsak düşmek, belli bir yenilgi psikolojisi yaşatmaya neden olabilir. Başarılamayan görev, yarım kalmış çalışmalar... Tüm bunlar sözü edilen duygulara neden olabilir. Ve bunlar asla anormal değildir, aksine bu duygulardan ve düşüncelerden daha doğal bir durum olamaz. Ancak bu ruh halini aşmanın temel yolu, zindanı amansız bir mücadele alanı olarak görmek ve ona göre yaklaşmaktan geçer. Dolayısıyla bir devrimci için tutsaklık bir bitiş değil ayrı bir mücadele alanıdır. Yeni bir direnişin başlamasıdır. Yaşanan yenilgi psikolojisinin aşılması için yoğun bir irade ve iç mücadele gerekir. Kendini eğiterek örgütlü kılmak ve kolektifle daha fazla bütünleşme gerekir. Mesela devrimci tutsaklar açısından kolektif bütünleşmenin ve kolektif katkı sunmanın en iyi yolu sosyalist basına yazılar yazmaktır. 
 
Eğer ki zindanlar bir mücadele alanı olarak görülmezse, yenilmiş ve giderek teslimiyete doğru koşan bir kişiliğin ortaya çıkması ihtimali ile karşı karşıya kalırız. Böylesi durumlara girildiğinde sahte özgürlük duygusuyla daha çok bireysel kurtuluşun kaygısı kişiliği esir alır ve esaret içine esaret yaşanır. Özgürlüğü dışarıya çıkmak olarak algılamak ve buna aşırı özlem duymak, aslında sahte bir özgürlük anlayışıdır. Bizim özgürlük sorunumuz toplumsaldır. Dışarıya çıkmayı ve dışarıdaki yaşamı özgürlük olarak ele alıyorsak büyük bir yanılgı yaşarız. Egemenler kendileri açısından tehlike olarak gördüklerini duvarların arkasında esarete alırken toplumu da daha geniş bir çemberde esarete almayı hedefler.
 
''Bizi esir ettiler/ bizi hapse attılar/ beni duvarların içinde,/ seni duvarların dışında./ Ufak iş bizimkisi./ Asıl en kötüsü/ bilerek bilmeyerek/ hapishaneyi kendi içinde taşıması./ İnsanların bir çoğu bu hale düşürülmüş/ namuslu, çalışkan, iyi insanlar/ seni sevdiğim kadar sevilmeye layık...'' diyor Nazım.
 
Zaten en tehlikeli zindan, duvarları olmayan ve gözle görülmeyen örtük zindanlardır. Böyle bir durumda birey esaretin farkında olmadan kendisini özgür sanır. Toplumsal bir olgu olan özgürlük, böyle politikalarla sahteleştirilmektedir.
 
Zindandaki mücadele bir devrimci tutsak açısından kendisi olma ile başkası olma (sistemin başkalaştırma yoluyla ulaştırmak istediği sonuç) savaşımıdır. Kendimiz olma, devrimci özümüzü korumak ve geliştirmenin yolu kolektif ruha daha fazla bürünmekten geçer.