4 Aralık 2024 Çarşamba

Rojava'yı işgal tehtidi ve haydut devlet pratiği

"Kürtler statü elde etmesin de ne olursa olsun" sömürgeci perspektifinden bakan işgalci Türk devleti, bu uğurda her türlü işbirliğine de gözü dönmüş saldırganlığa da başvurabilir. Tayyip Erdoğan yönetimi, ciddi bir askeri kuşatma ile Rojava ve Kuzey Suriye yönetimini sıkıştırmak istemekte, ABD yönetimi de onların bu politikalarını gerekçe göstererek devrimi çekilebileceği en geriye doğru götürmeye çalışmaktadır. Tampon bölge, Rojava ve Kuzey Suriye açısından kabul edilemezdir. Işgalin kılıfa geçirilmesinden başka bir şey değildir bu.
Ortadoğu tam bir kaynayan kazan bugünlerde. Başını Amerikan emperyalizminin patron başkanı Donald Trump'ın çektiği uluslararası koalisyon ama somutta ABD, mevcut dengelerle bilinçli bir şekilde oynuyor, kartları yeniden karmaya zorluyor. Spekülatif çıkışlarla siyaset alanını provoke eden Trump, önce Suriye'deki askerlerini çekeceğini söyledi, ardından "eğer Kürtlere saldırırsa, Türkiyeyi ekonomik olarak mahvedeceklerini" ilan ederek gündemi belirledi.
 
Daha çok aklına geleni söyleyen, şımarık bir patron gibi davranan Trump'ın yaptığı bu tür çıkışlar, nihayetinde emperyalist ABD adına yapıldığı için siyasal dengelere ciddi oranda etki etmekte, tarafları kendi pozisyonlarını yeniden gözden geçirmeye zorlamaktadır. "Ben dedim oldu" üslubuyla yapılsa da, bu çıkışların Amerikan emperyalizminin stratejik yönelimlerinden kopuk olduğu söylenemez. Zira ABD, bu tür politikaları belirlemeyi, bir patronun iki dudağı arasına bırakmayan bir mekanizmaya sahiptir. Bu nedenle, genelde ne söylendiğine değil de ne yapıldığına bakmak gerekmektedir. Tam da bu nedenle, söylenen ile yapılanlar arasında her zaman belli bir açı farkı bulunmaktadr. Örneğin yılın son günlerinde yapılan "asker çekilmesi" açıklaması ile mevcut güçlerin konumlanması arasında bir fark var ve bunun hangi yöne evrileceği, önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmelere bağlı olarak değişecektir. Nitekim, geçtiğimiz günlerde, Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nde konuşan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun "Suriye’den son İran postalı çıkana kadar" ya da "terörle savaş bitene kadar" Suriye'den çekilmeyeceklerini ilan etmesi, bu türden bir örnek olarak kaydedilebilir.
 
TÜRKİYE'NIN İŞGAL TEHDİDİ KÜRT DÜŞMANLIĞIDIR
 
Tayyip Erdoğan öncülüğündeki faşist İşgalci Türk ordusu, Aralık ayının ortalarından itibaren ayan beyan tüm Rojava ve Kuzey Suriye'yi işgal hazırlıklarına başladı. Daha önceki Bab, Cerablus, Efrin gibi hatlarda gerçekleştirdiği işgallerin kendisi bakımından sonuç alıcı olmadığını, devrimin etki ve kalıcılaşma düzeyinin gelişmeye devam ettiğini gören Erdoğan yönetimi bu kez tüm Rojava'yı ve Kuzey Suriye'yi hedefine oturttu.
 
Kuşkusuz Tayyip Erdoğan ve Türkiye kendi başına bir kararla bu işgal saldırısını hayata geçiremez. Bölgedeki dengeler ve nüfuz alanları dikkate alındığında bunun koşulları pek yok. Ancak yine de Ortadoğu'da bir nevi "oldubitti" politikasının zemini vardır. Belli bir gücü belli bir zamanda harekete geçirecek bir adım atarsınız, eğer savunabilecek güce de sahipseniz o politika realize olmuş hale gelir. Ondan sonraki süreci yeni güç dengeleri belirler. Diplomasi ve fiiliyat iç içe geçer. Burada da işgalci Türk devletinin gözünü karartarak, bir "oldubitti" yaratmak adına Rojava'nın belli başlı bölgelerine (Minbiç, Grê Spi, Serêkanî vb) dönük işgal girişimlerinde bulunması imkansız değildir ancak böylesi bir adımı atanların, bunun faturalarını da ödemeyi göze alması gerekir.
 
AKP/MHP faşist koalisyonu "Misakı Milli"nin alanı diye pazarlamaya çalıştıkları tüm Rojava'yı işgal saldırısını tek başına hayata geçirebilecek güce sahip olsaydı, bir dakika bile beklemezdi. Ancak yapmadılar, yapamıyorlar. Bunun farklı nedenleri var. Birincisi, bölgede ABD, Rusya, Fransa gibi emperyalistlerin ve İran gibi bölgesel aktörlerin politikaları önde ve onlar bile tek başlarına bir adım atmıyor, rakiplerinin planlarını gözetiyorlar. Kendi aralarındaki çelişkilerin çapı büyük ve bundan beslenen çatışma olasılığı nedeniyle, dolayımlı hamleler yapmayı tercih ediyorlar. Bu nedenle, bölgesel bir kuvvet olarak Türk devleti tek başına belirleyen olamaz. Tam da bundan dolayı fırsat kolluyor, jeopolitik konumlarını, ticaret potansiyellerini ve her türlü işbirliğine yatkınlıklarını pazarlıyorlar. Çünkü, onlar böyle bir işgale cesaret edebilmek için teknik üstünlüklerini bir avantaja çevirmek istiyorlar. Örneğin, Suriye hava sahasının kendi uçaklarına açılmaması ya da diğer emperyalist güçlerle karşı karşıya gelme olasılığını gözardı edemiyorlar. İkincisi, halihazırda Rojava devrimini yapanlar, bu devrimi sonuna kadar savunma iddia ve kararlılığındadır. Savaş uçaklarının kullanılmadığı böyle bir işgal girişiminin faşist sömürgeci Türk ordusuna ve onun yağmacı talancı tecavüzcü çetelerine faturası tahmin edilenden de ağır olacaktır. Savaş, umulmadık alanlara sıçrayabilecektir. Bütün bir halkı karşısına alan faşist işgalci ordu, tarihinin en ağır darbesini yeme ihtimalini hesap dışı görememektedir. Saflarındaki, çelişkilerin artışı, kimi "namlı" komutanlarının istifaları bunlardan bağımsız değildir. Dahası, tüm FETÖ operasyonlarına rağmen, faşist orduya hakim olamadıklarının bilincindedirler. Cizre, Nusaybin, Sur saldırılarına ve katliamlarına karışanlar, 15 Temmuz darbe girişiminde önemli roller oynayan komutanlardı. İşgal hazırlıkları sürerken, hava, kara ve deniz kuvvetlerinde peş peşe FETÖ adı altında tutuklama furyası yapmalarını da bunlardan bağımsız ele almamak gerekmektedir. Paranoyaklık düzeyinde korkuyorlar çünkü.
 
IŞİD'IN SONU VE STATÜKO İNŞASI
 
Suriye açısından IŞİD tehlikesi özellikle Kuzey ve Doğu Suriye sahalarında sona gelmiş bulunmaktadır. Türk ordusunun işgal hazırlıkları sebebiyle, temposu düşse de SDG öncülüğünde ve ağır bedellerle sürdürülen mücadelede IŞİD'in sonu yaklaşmaktadır. Kaçınılmaz zafer yakında ilan edilecektir.
 
Şu anda Suriye'nin resmi devlet sınırları içerisinde İdlip, Cerablus, Bab ve Efrin'de işgalci, gerici, faşist çete ve artıkları bulunmakta, buralarda bir iktidar mücadelesi sürmektedir. Kuzey Suriye ve Rojava sahasında ise bölgenin en demokratik, kadın özgürlükçü, halkların barış içinde ve kardeşçe bir arada yaşadıkları bir özerk yönetimler birliği bulunmaktadır. Halklar burada devrimci demokratik bir ittifak yoluyla özerk bir saha yaratmış, kendi öz gücüne dayanarak hem IŞİD çetelerine hem faşist Türk devletine hem de sömürgeci Esad rejimine karşı yeni bir irade açığa çıkartmıştır. Bu iradenin statü kazanması ve uluslararası bir tanınırlık elde etmesi artık daha güncel bir sorun haline gelmiştir. Emperyalistler de gerici bölge devletleri de bu gerçeğin farkındadırlar. Tayyip Erdoğan'ın Trump'ın "Türkiyeyi ekonomik olarak mahvederiz" açıklamasından sonra "Dünya duysun ki bedeli ne olursa olsun ülkemizin kuzeyinde yeni bir devletin oluşmasına izin vermeyeceğiz" mealindeki sözleri, yürüttükleri işgal politikasının amacını ortaya koymaktadır. Onlar Kürdistan'ın sömürgecileri olarak yüzyıllık egemenliklerinin sürebilmesi için Kürtlerin hiçbir parçada statü elde etmesini istemiyorlar. Buna karşı her yol ve yöntemle mücadele ediyorlar.
 
GÜVENLİ BÖLGE KİMİN İÇİN?
 
"Kürtler statü elde etmesin de ne olursa olsun" sömürgeci perspektifinden bakan işgalci Türk devleti, bu uğurda her türlü işbirliğine de gözü dönmüş saldırganlığa da başvurabilir. Bu, Rojava toplumunun ve Kuzey Suriye yönetiminin her şart ve koşul altında kendi bağımsız öz gücüne dayanarak hareket etmesini gerektiğini gösteren bir gerçekliktir. Trump'ın son açıklamasından sonra yürütülmekte olan pazarlıklara bakılırsa, Tayyip Erdoğan yönetimi ciddi bir askeri kuşatma ile Rojava ve Kuzey Suriye yönetimini sıkıştırmak istemekte, ABD yönetimi de onların bu politikalarını gerekçe göstererek devrimi çekilebileceği en geriye doğru götürmeye çalışmaktadır.
 
Sınır güvenliği, tampon ya da güvenli bölge gibi tartışmaların arka planında böylesi bir dengeleme siyaseti ve arayışı yatmaktadır. Türkiye'nin bir tarafı olduğu tampon bölge, Rojava ve Kuzey Suriye açısından kabul edilemezdir. İşgalin kılıfa geçirilmesinden başka bir şey değildir bu. Tam da bu nedenle, Trump'ın tehtidine yumuşak yanıtlar veren Türk sömürgecileri, bu politikayı kendi amaçlarıyla uyumlu bulduklarını ilan ettiler. Ancak, önerilen güvenli bölge, Türkiye'nin propaganda ettiği gibi kendi güçlerinin Rojava sahasında konumlanması biçiminde olamayacağı için üçüncü bir tarafın varlığını gerektirecektir. Önümüzdeki süreç, bu kuvvetin kimliğini ve niteliğini belirlemekle geçecektir. Bölgesel askeri meclisler bu açıdan güncel bir çözüm imkanı olarak bir kenara kaydedilmelidir.