4 Aralık 2024 Çarşamba

Saki: Toplumun tüm kesimleri mülteci, göçmen düşmanlığına karşı birleşmeli

Türkiye'de mülteci statüsünde olanların yalnızca 200 kişi olduğuna dikkat çeken DEM Parti Milletvekili Özgül Saki, Suriye ve Afrika'dan kitlesel göç edenlerin devletin tanımlamasıyla "koruma altındaki" kişiler olduğunu kaydetti. Bu kişilerin uluslararası sözleşmelerden doğan haklardan faydalanamadığına dikkat çeken Saki, mülteci ve göçmen düşmanlığını ve yürütülmesi gereken mücadele hattını ETHA'ya değerlendirdi. Hak ve özgürlük mücadelesi verenlerin dahi sıkça göçmen ve mülteci düşmanlığı yaptığını dikkat çeken Saki, ancak toplumun her kesimiyle yürütülecek birlikle mücadeleyle bu sorunun çözüleceğini vurguladı.

AKP-MHP iktidarı ve emperyalist devletlerin işgal ve savaş politikaları çok sayıda insanın göç yollarına düşmelerine neden oluyor. Çok sayıda göçmen ve mülteci bu yollarda yaşamını yitiriyor. Yaşamını yitirmeyenleri ise "sığındıkları" ülkelerde sınırdışı edilme tehdidi, ucuz iş gücü, ırkçı tehditler ve saldırılar bekliyor. Türkiye göçmen ve mülteciler için geçiş noktası olarak görülen bir ülke. Ancak AKP-MHP iktidarının AB'li emperyalist devletlerle yaptığı anlaşmalar sonucu çok sayıda insan "Avrupa hayalini" kaybederek Türkiye'de yaşamak zorunda kalıyor. Fakat, göçmen ve mültecilere yönelik nefret saldırılarının, iş cinayetlerinin, taciz, tecavüz ve istismar saldırılarının en fazla yaşandığı ülke konumunda.

Şüphesiz bu saldırılara en çok maruz kalan ve faillerinden hesap sorması/sorulması engellenenler ise kadın, çocuk ve LGBTİ+ göçmen ve mülteciler. Erkek egemen sistemin kendisine sağladığı imkanları sonuna kadar kullanan erkekler, bu suçları işlerken iktidarın ve siyasetçilerin nefret politikalarından icazet alıyor, korunacaklarının bilinciyle eyleme geçiyor.

Göçmen ve mülteci alanında çalışmalar yürüten Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Milletvekili Özgül Saki ile söz konusu saldırıları, bu saldırılara karşı mücadele yöntemlerini konuştuk. Saki, ayrıca geri gönderme merkezlerinde yaşanan işkence ve kötü muameleyi verileriyle ortaya koydu.

Saki'nin sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

TÜRKİYE'DE SADECE 200 KİŞİ MÜLTECİ STATÜSÜNDE

Göçmen ve mültecilere yönelik saldırılardan en çok etkilenen kesim kadın, çocuk ve LGBTİ+'lar. Bize biraz bu saldırıların nedenlerini ve boyutlarını aktarabilir misiniz?
Önce kavramları netleştirmek gerekiyor. Türkiye'de mülteci statüsünde kişi sayısı yaklaşık 200. Ne yazık ki ne Göç İdaresi ne de İçişleri Bakanlığı bir istatistik yayınlamadığı için biz bunu uluslararası kuruluşlardan alıyoruz.

Suriye'den kitlesel olarak göç edenler mülteci statüsünde değiller. Onlar devletin deyimiyle "koruma altındalar". Bu şunun için çok önemli, çünkü mülteci statüsünde olan birisinin en azından uluslararası sözleşmelerden doğan haklarını kullanabilme şansı var. Ama AKP hükümetinin "misafir" dediği, kitlesel olarak Suriye'den gelen göçlerde mülteci statüsü yok. Mülteci statüsü olmadığı için de uluslararası haklardan yararlanamıyorlar, seyahat kısıtlamasına maruz kalıyorlar.

KİTLESEL GÖÇLERDE KADINLARIN HANE İÇİNDEKİ YÜKÜ ARTIYOR
Savaş koşullarında, çatışma bölgelerinde kadınların başlarına ne geldiğini her birimiz hem deneyimliyor hem de basından takip ediyoruz. Öncelikle şöyle bir problem var, en altta diye tarif ediliyor, ama kitlesel göç söz konusu olduğunda kadınların bakım yükü çok artıyor. Hane içinde harcadıkları emek artıyor. Buraları da artık öne çıkarmak gerek. Bundan öte en temel mesele, sadece bizim ülkemizde değil genel olarak otoriter, faşist yönetimler göçmen, mülteci karşıtlığı üzerinden iktidarlarını var etmeye çalışıyor. Bizim ülkemizde ise genelde şöyle düşünülüyor, "AKP hükümeti kucak açtı sığınmacılara ve mültecilere. Aslında ana muhalefet karşı duruyor". Bu yanlış bir ayrım. Seçim dönemine bakalım CHP, "geri göndereceğiz" diyordu. Sanki eşya, nesne. Göçmen düşmanlığı üzerinden var olmaya çalışan irili, ufaklı partiler tarafından fırsat olarak kullanıldı. Göçmen, sığınmacı düşmanlığı körüklendi.

AKP SIĞINMACILAR İÇİN AVRUPA'DAN FON ALIYOR
AKP cenahından baktığımızda ise, hem bu düşmanlıktan kendi iktidarı için bir güç devşirirken, "insani" görünürken, Suriye'den gelen sığınmacıları Avrupa karşısında elinde rehin diye tuttu, AB ile pazarlık yaptı. Geçici koruma altında olan Suriye'den gelen göçmenler için inanılmaz fonlar alıyor. "Bütçemizden ayrılıyor" diyorlar ama sadece STK'lar değil devletin bütün kademelerinde AB fonlarıyla göçmenlerin hizmeti sağlanıyor. Bunu nasıl bu kadar kesin söylüyorum, daha bir hafta önce Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı göçmen ve mülteci alt komisyonundan bir heyet geldi. Adana, Antep'te çeşitli ziyaretler yaptık. Ben de Meclis Komisyonundayım. Göç İdaresinden, İçişleri ve Adalet Bakanlığı gibi çeşitli yerlerden brifing verildi. Dolayısıyla AKP aslında mülteci, sığınmacılara yaptığı ne varsa onların hepsini fonlarla yapıyor.

UCUZ İŞ GÜCÜ OLARAK KULLANMAK AKP'NİN İŞİNE GELİYOR
Ama aynı zamanda ucuz iş gücü olarak kullanmak AKP'nin çok işine geliyor. Ekonomide batmış vaziyette, çıkış yok. İş adamlarıyla toplantı yapıyorlar, buraya gelen göçmenleri ucuz iş gücü olarak kullanıyorlar. Bununla ilgili çeşitli bakanlıkların açıklamaları var. En son Dünya Bankası bir açıklama yaptı, "tarım işçilerinin yüzde 50'si göçmen ve mültecilerden oluşacak" diye. Buna bağlı olarak birçok kredi aldılar. Yani göçmen ve mülteciler şu pozisyondalar, ya nefret nesnesi olarak tarif ediliyorlar, nefret ve ortadan kaldırılması, sınırlarımızdan dışarı atılması gereken şey -kendilerini insan olarak tanımladıkları için insan bile demiyorlar- ya da düşman olacak bile değeri yok, sadece faydalanılacak bir kitlesel topluluk diye bakılıyor.

En çarpıcı örneğini Zonguldak'ta yaşadık. Bir maden işçisi patronlar tarafından yakılarak öldürüldü. Çünkü maden kaçak, içeride Afgan Veziri Mohammed çalışıyor ve dolu vinç çarpıyor, fenalaşıyor. İlk yapılması gereken şey 112'ye haber vermek, hastaneye götürmek... Hayır! "Bizim madenimiz zaten kaçak" deyip, ortadan kaldırmaya kalkıyorlar. Dava on saat sürdü. Her biri, bütün sanıkları tek tek dinledim, çok tuhaf. Nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum, her gün karşılaştığımız insanlar, yakma eylemini yapanlar uzaydan değil. Yakma eylemi onlar için sıradan bir şey gündelik hayatın içinde. Çocukları var, yaşıyorlar. Ama ne değersiz, çalıştırdıkları kişinin ismini dahi bilmiyorlar Afgan diyorlar. Nefret bile etmiyorlar, çünkü eşya onlar için.

KADINLAR TACİZ, TECAVÜZE MARUZ KALIYOR
Böyle bir atmosfer içinde kadınların bedeni, emeği, kimliği zaten değersizlerin en altında. Dolayısıyla sığınmacı, mülteci olsun sadece Suriye'den gelenler değil Afrika'dan gelenler, her biri değersiz bir eşya gibi görülme dışında; cinsel istismar saldırı nesnesi olarak görülüyorlar. Ve burada çok büyük bir problem var, geldikleri toplulukta patriyarka çok güçlü. Geldikleri toplulukta zaten bir erkek egemenliği var, orada baskı altına alınıyorlar. Yeni bir topluma geliyorlar, onlara düşmanca ve faydalanılabilecek kitle gibi davranılıyor. Fuhuşa zorlama çok fazla. Kaldıkları sözüm ona devletin koruması altında olması gereken mekanlarda taciz, cinsel istismara çok maruz kalıyorlar. Diyelim ki çalışmaya başladılar, izinleri patronun iznine tabi. Patron başvuruyor çalışma iznine. Patron, pasaportlarını elinde bulunduruyor, tehdit ve şantajla kadınların kendisiyle birlikte olmasını talep ediyor, tecavüz ediyor. Buna ilişkin adalet mekanizmasının halini biliyoruz zaten, kadınların zaten polise başvurabilmesi ihtimali hiç yok. Başvurduklarında da -iki yıl önce polislerin tecavüzüne uğrayan Özbekistan'dan kadınları hatırlarsınız- adli kolluk kuvvetlerine başvuru mekanizmaları da yok. Hadi diyelim başvuru mekanizmalarına ulaştılar, çok dilli hizmet verilmediği için dertlerini anlatamıyorlar. Katmanlı katmanlı problemler var. Hem siyasal hem hukuksal anlamda ciddi değişmesi gereken yasalar, düşünüş sistemleri ve ideolojiler var.

GÖÇMEN MÜLTECİ MESELESİNİN AKP'NİN SAVAŞ POLİTİKALARININ SONUCU OLDUĞUNUN ALTINI ÇİZMELİYİZ

Devletin ve toplumun göçmen, mülteci düşmanlığını özetlediniz. Bu politikalara karşı yürütmemiz gereken hat nasıl olmalı?
AKP iktidarı sanki Suriye'ye, Rojava'ya kendisi bomba yağdırmamış, kitlesel göç sanki kendiliğinden olmuş gibi bir ideolojik hegemonya yarattı. Dolayısıyla göçmen, mülteci meselesinin savaşın sonucu olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Başka ülkenin topraklarına askeri aygıtlarınızla gitmediğiniz sürece bu kadar göçle karşı karşıya kalmazsınız.

AB ile yaptığı anlaşmalara gerekli çekinceler koyuyor. Örneğin Suriye'den gelenlerin üçüncü ülkeye gitme hakkı yok. Mülteci statüsünde olurlarsa böyle bir hakları var, şu an öyle bir durumları yok. İlk geldiklerinde vardı ama. Dolayısıyla AB ülkelerinin "aman siz orada tutun da biz sizi fonlarla besleriz" meselesinden AKP çok yararlanıyor. Bir de Avrupa sınırlarını açmadığı için Tayyip Erdoğan'ı kısmen destekliyor. Bu kadar uzun süre iktidarda kalmasının Avrupa'nın sorumluluğunda olduğunun altı çizilmeli ve teşhir edilmeli.

YENİ SÖMÜRGECİ POLİTİKALARLA EĞİTİM ALANINDA ANLAŞMALAR YAPIYOR
Ayrıca AKP eğitim alanında uluslararası anlaşmalar yapıyor. Ve kitlesel öğrenci alıyor Afrika ülkelerinden. Yeni sömürgeci politikalar bunlar. Gabon'a gidiyor, "sizin madenlerinizi bizim şirketler işletsin, biz de sizin öğrencilerinizi alalım, eğitim verelim" diye anlaşma yapıyor. Sakın yanlış anlaşılmasın "eğitim verelim" de bedava olmuyor, dünyanın parasını veriyor aileler buraya gelmek için. Kitlesel olarak gelen öğrenciler istedikleri illere değil AKP'nin gösterdiği illere yerleştiriliyor. En öne çıkan Karabük Üniversitesi'ndeki Afrikalı öğrenciler. Karabük, küçücük bir yer, nüfusu çok az. Üniversitesi en fazla öğrenci barındıran üniversite ve öğrencilerin çok büyük bölümü Afrikalı.

ÖLDÜRÜLEN DİNA'NIN HİKAYESİNİ BİRÇOK ÖĞRENCİ YAŞIYOR
Geliyor öğrenciler buraya devlet onların barınması, güvenliği için herhangi bir şey yapmıyor. Ve muhafazakarlığın, mülteci karşıtlığının, ırkçılığın güçlü olduğu bölgelerde kendi kaderiyle başbaşa bırakılıyor öğrenciler. Nitekim Dina (Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga) öldürüldü. Annesiyle olan konuşmalarından öğreniyoruz ki fuhuşa zorlanıyor Karabük'te. Ve "Karabük'te yapamayacağım" diyerek ayrılmak istiyor, annesi de biraz abarttığını düşünüyor muhtemelen. Bu konuşmalardan iki gün sonra Dina'nın cansız bedeni Filyos Çayında bulundu. Dina'nın hikayesi özel bir hikaye değil. Çünkü, devlet güvencesinde gelip kendi kaderleriyle başbaşa bırakılan çok sayıda genç kadın öğrenci var. Cinsel istismara, tacize, tecavüze maruz kalıyorlar. Şikayet etmeye başvurduklarında da kolaylaştırıcı bir mekanizma olmadığı için bir kez daha istismara maruz kalmamak için başvuru yapmıyorlar.

UYUM DENİLEN ŞEY KARŞILIKLI OLMALI
Öğrencilerin gelmesi meselesi ile ilgili Meclis'te Dışişleri Vakfı Kanunu var -vakıf kuruyorlar Dışişleri'ne bağlı- bunların maddelerinden bir tanesi bu tarz kitlesel öğrenci anlaşmalarını yapmak. Aslında dünyanın birçok yerinden öğrencilerin buraya eğitim görmeye gelmesi problem değil. Aksine farklı farklı ülkelerden, kültürlerden öğrencilerin yan yana olması özellikle üniversite eğitiminde geliştirici bir şey. Ama "sizin topraklarınızı sömürge gibi kullanalım, madeni işletelim, siz de öğrenci gönderin" hukuka uydurulmuş insan ticareti. Çünkü buna uygun hiçbir mekanizma çalıştırılmıyor. Karabük'e bu kadar fazla öğrenci aldınız; önce yerel yönetimler, demokratik kitle örgütleriyle görüşmeli bu öğrencilerin geldiğini, kültürünü anlatmanız gerekir. Uyum politikası denilen şey de tek taraflı düşünülüyor. Sadece Suriye'den Afrika'dan gelenler Türkçe ve buranın kültürünü öğrenmek zorunda. Hayır karşılıklı etkileşim olmalı. Böyle durumlar olduğunda oraya yerleştiği bölgedeki insanların da hem gelen ülkenin diline, kültürüne, davranış kalıplarına aşina olması için de bir şey yapmanız lazım. Bunlar çok lüks geliyor, oysa basit şeyler.

HAK MÜCADELESİ VEREN KİŞİLER DAHİ GÖÇMEN, MÜLTECİ DÜŞMANLIĞI YAPIYOR
Toplumun bütün hücrelerine kadar işlemiş bu mesele. Hükümet hayvanları öldürmeye karar verdi, bununla ilgili çok açık bir yasa var "öldüreceğim" diyor. Yenikapı'da mitingdeyiz, birkaç döviz vardı; "Hayvanları değil göçmenleri uyut", "Hayvanları değil mültecileri uyut" gibi. Bakın, bu çok tehlikeli bir şey. Bir şeyi korurken, göçmen düşmanlığını, mülteci düşmanlığını "hak mücadelesi, özgürlük mücadelesi veriyorum" diyen kişi bile yapıyor. Buralarda güçlü, etikli, toplumu sarıp sarmalayan ve kolektif olarak göçmenlerle, mültecilerle, geçici koruma altında olanlarla birlikte bir yaşam örmek, birlikte yaşamak istiyoruz dediğimiz bu şeyin nasılını göstermek zorundayız. Yoksa yeni savaş politikaları, yeni göçler kapımızda. Bu AKP iktidarının ekonomi alanında hiçbir şey yapamayacağı çok açık. Enflasyon oranları açıklandı resmi rakamlara göre yüzde 75. Burada bir şey yapamayacak. O zaman ne yapacak tekrar "vatan, millet, Sakarya" deyip savaş hesapları yapıyor. Kendi iktidarı etrafında herkesi toplamaya çalışıyor. Bu açıdan bizim göçmen, mülteci, sığınmacı, hangi ülkeden geldiği ayrımı yapmadan ortak örgütlenmeleri yapmamız gerek.

GÖÇMEN, MÜLTECİLER ÜZERİNDEN FON ALINACAK GİBİ NESNELEŞTİRİLMEMELİ
Burada da bir takım sorunlar var. Mesela STK'lar birçok şey yapıyor, bazen devletin yapmak zorunda olduğu eğitim, sağlık vb. üstleniyor. Ama bu okyanusta damla etkisi yaratmadığı gibi göçmen ve mülteciler üzerinde araştırma, çalışma yapılacak bir kitle, onlar sayesinde AB'den fon alınacak, proje yapılacak gibi nesneleştirmeye açık yerlere doğru gidiyor. Bizim artık buralara sınır koymamız, gerçekten STK'larda, demokratik kitle örgütlerinde, feminist örgütlerde, meslek örgütlerinde birlikte örgütlenmenin kanallarını zorlamamız gerekiyor. Ve bu ülkedeki hem göçmenlerin değersizleştirilmesi hem nefret ve düşmanlık, hedef gösterilmelerine karşı, ciddi dayanışma örgütlenmesine ihtiyacımız var.

LGBTİ+ GÖÇMEN, MÜLTECİLER HEM KENDİ TOPLULUKLARINDA HEM DE GELDİKLERİ YERDE ŞİDDETE UĞRUYOR
LGBTİ+ göçmen mültecilerin yaşadıklarını saymıyorum bile. Hem kendi topluluklarında şiddete, ayrımcılığa maruz kalıyorlar, katlediliyorlar. Ama geldikleri toplulukta zaten en alttakinin en altında. Tüm bu karanlık tablo içinde yapılabilecek çok şey var tabii ki.

GGM'LER TAM BİR TECRİDİN UYGULANDIĞI CEZAEVİ DURUMUNDA

Geri gönderme merkezlerinde sık sık mülteci ve göçmenlere yönelik fiziksel ve cinsel işkence saldırıları gündeme geliyor. Siz de Avrupa'dan gelen bir heyetle GGM'leri ziyaret edebilme şansı buldunuz. Buralarda tanık olduklarınız, size aktarılanlar neler bilgi verebilir misiniz?
Geri gönderme merkezlerinin sayısını ve kapasitesini artırıyor devlet. GGM'ler herkese kapalı tam bir tecrit koşullarında yaşıyor orada insanlar. Yani cezaevi. Bunun bilinmesi gerek. Öyle sunulmuyor ama orası hiçbir kuralın olmadığı cezaevi. Orada kadın, çocuk yaşıyor. Kısmi bilgilendirmelerle, avukatların bazen ulaşabildiği -ki avukatlar da her zaman erişemiyor- geri gönderme merkezleri kolluk kuvvetlerinin suç mekanı olmuş.

Çok yakında Antalya GGM'de 53 göçmen artık dayanamadıkları için açlık grevine başladı ve apar topar Van GGM'ye gönderildiler. Biz Van GGM'ye girmek istedik, kesinlikle kabul edilmedi. İstismar, tecavüz sıradan hale gelmiş halde. GGM'lerin hukuki statüsü bilinmiyor.

GGM'LERDE SAĞLIK VE HUKUKİ YARDIMA ERİŞEMİYORLAR
AB'den gelen heyetler şok oldu, "GGM'ler 24 saat mi kapalı" diye. Cezaevi gibi olduğunu bilmiyorlar. Avusturya'dan gelen bir heyet vardı oralarda da GGM'de kalıyor insanlar günde 2-3 saat dışarıya çıkabiliyor, ziyaretçi kabul ediyor. Türkiye'de GGM'ler toplama kampı gibi, kapasitesinin çok üzerinde insan kalıyor. Ne sağlık ne hukuki yardıma erişebiliyorlar, ne de herhangi bir somut düzenleme var, çok keyfi. GGM'lerde biliyorsunuz kadınlar tecavüz, taciz şikayetinde bulundular, ama bunların hepsi adli mekanizmalarda "dayanaksız" bulunarak sürüncemede bırakılıyor. Biz GGM'lere erişemediğimiz için GGM'de bir süre kalmış, bir süre sonra çıkmış olanlarla konuşuyoruz. Bırakalım sosyalistliği, devrimciliği, solculuğu insani olarak "bu yanlıştır" diyen herkesin bir kanal bularak GGM'leri merkeze alması gerek. Geri gönderme merkezlerindeki bu korkunç ortama karşı hem uluslararası hem burada hukuki, siyasi, toplumsal bir mücadele hattı oluşturulacak.

KEYFİ OLARAK GGM'LERE GÖNDERİLİYORLAR
Şu anda geri gönderme merkezleri 30 adet ve kapasitesini artırmaya çalışıyor devlet. Ne demek bu, yine siz de görmüşsünüzdür, Yenikapı'ya konuşlanıyor, kimlik kontrolü yapıyorlar. Herhangi bir şey olmadığı halde, şüphe üzerine; bir gün geçmiş imzası, ikametgahında değil, hemen GGM'ye gönderiyorlar. Üç aylık periyotlarla olması gerek, kesinlikle olmuyor. Üç ay sonra bir daha bir şey uyduruyorlar GGM'de kalmasına devam ediyor. Kadınlar, çocuklar için ayrı bir alan, hizmet yok. Buralar çok çok problemli alanlar. Keyfi şekilde GGM'ye alınıyor göçmenler, mülteciler. Bir kere alındıktan sonra avukata erişimi engelleniyor, avukata erişinceye kadar inanılmaz hak gaspları mevcut. Ve GGM'lerini sorun edenler ise ne yazık ki çok kısıtlı. Çünkü körüklenen göçmen düşmanlığı her yere sirayet etmiş vaziyette. Çözüm için, "GGM'leri demokratik kitle örgütlerinin denetimine açın" kampanyası yapmamız gerek; İHD, TTB, insan hakları örgütleri, kadınlar düzenli olarak ziyaret edebilmeli. Şimdilik böyle bir şeyin sağlanması için mücadele edeceğiz.