4 Aralık 2024 Çarşamba

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Umut yenilmedikçe

Heyecanı olmayan insanın hülyası olabilir mi? Ya peki hülyasız devrimcilik olur mu? Heyecan, özveri ve yüreklilik dünden bugüne Türkiyeli devrimcilerin has özellikleri olmuştur. Cüretli ve isyancıdırlar. Cüretleri daima yeniden başlama iradesi göstermelerine yetmiştir. Ancak yine de süreklilik bilincinde bir eksiklik söz konusudur. Pek az biriktirmekte, çokça savurup savrulmaktadırlar. Umutlu inat bu yüzden önemlidir. Yenilerin yeniden başlaması için umutlu inat şarttır.

Alman devrimci edebiyatının büyük kalemlerinden Anna Seghers, romanlarında İkinci Dünya Savaşı'nın Almanya'sını anlatır. Dönemin ruhunu ortaya koymakta çok başarılıdır. Roman boyunca faşizmin karanlığı bir gölge gibi anlatılanların üstüne düşer. Öyle ki okuyanda da büyük bir iç sıkıntısı oluşturur bu durum. Tek tek sözcükler değil, belki de kurgudur insana bunu hissettiren, romanları başarılı kılan da budur kanımca. Seghers'in romanlarındaki komünistler tam da Nazım'ın Anadolulu komünist Baytar Salih'i anlatırken verdiği tanıma uyar: Ne umutlu ne umutsuz/ ve ela gözlerinde/ ölesiye bir inat. Birinci Savaştan önce tüm dünya devrimciliğinin öncüsü konumunda olan partinin önderleri ihanet etmiştir davalarına. Buna rağmen onlar Berlin'de ayaklanmış ve yenilmişlerdir. Yenilginin ardından faşizm koşulları ortaya çıkmış kitleselleşmiş partinin önderleri kendilerini toplama kamplarında bulmuşlardır. Yorgun devrimcilerdir Seghers'in kahramanları ama inatla kavgaya devam ederler.

İnadın devrimcinin has karakteri olduğunu düşünürüm hep. İnat ısrardır. Davasında ısrarlı olmayan kavgasını sürekli kılamaz. Ama inat tek başına yeterli değildir. Umut inatla birlikte düşünülmelidir. Umutsuz devrimcilik yorgunluğu sürekli hale getirir. Ve en sonunda yeniklik psikozunun egemen olmasına neden olur. Bir süre sonra devrimci çalışma içinde kalma inadı belki de gövdesini oradan oraya sürüklemeye dönüşür. Umut heyecandır. Heyecanı olmayan birinin geleceği istediğini söylemek mümkün müdür? Yorgunluk sonuçta bir inat kırılmasına yol açmaz mı?

Nazım'ın şiirini ilk okuduğumda beni etkileyen her şeye rağmen süren o ölesiye inat olmuştu. Etkileyici bir kararlılığı anlatıyordu dizeler, her ne olursa olsun vazgeçmemeyi. Ta ilk gençliğimden bu sözleri beynimin içine kazıdım ben de. Zaman ilerleyip yorgun devrimcilerin arttığını gördüğümde önemsemekten vazgeçmesem de yeniden gözden geçirdim ilke edindiğim bu sözleri. Düşündüm ki, hareketi, düşünceyi, kavgayı seven biri hep umutludur. Umut olmazsa heyecan olmaz. Ve yorgunluk hep bir heyecan yitimi halidir. Heyecan yitimi de bir inanç eksikliğinin göstergesi değil midir? Öfkeli, şaşkın, umutlu, heyecanlı ve ölesiye inatçı olmalıdır devrimci. Öfke umudu diri tutar, inancı tazeler. Hiçbir şeye şaşmamayı öğrenen insansa hayatı çabuk kanıksar. Şaşmak daima yeni başlangıçlar yapabilme arzusu, yeni sorulara cevap arama iradesinin bir göstergesidir.

Heyecanı olmayan insanın hülyası olabilir mi? Ya peki hülyasız devrimcilik olur mu? Heyecan, özveri ve yüreklilik dünden bugüne Türkiyeli devrimcilerin has özellikleri olmuştur. Cüretli ve isyancıdırlar. Cüretleri daima yeniden başlama iradesi göstermelerine yetmiştir. Ancak yine de süreklilik bilincinde bir eksiklik söz konusudur. Pek az biriktirmekte, çokça savurup savrulmaktadırlar. Umutlu inat bu yüzden önemlidir. Yenilenin yeniden başlaması için umutlu inat şarttır.

İşkencede, direnmede, kavgada kaybettiğimiz onlarca insanımız var. Ama düzene teslim olanlar kavgada kaybettiklerimizden daha fazla. Şimdinin medya prensi Ali Kırca geçmişte devrimci subaylar adına yazdığı bir bildiride; "Ne değişir, kesilsin devrimcilerin başları birer birer oysa bir yasadır bu; mümkünü yok! Devrimciler ölür, devrimler sürer" diye yazmıştı. Bu doğrudur, ancak devrimlerin sürmesi için birikim şarttır. Bu da devam etme iradesi ve umutlu inat anlamına gelmektedir. İşte O Ali Kırca gözaltında kayıpların günlük işlerden sayıldığı bir zamanda şunları yazmıştı: "Kendi kaybettiklerinin farkında olmayanların, kendi kaybettiklerini sorgulamayanların, başkalarının kayıplarını dert etmeleri mümkün müdür ki?  Biz hep birlikte ne çok şeyi kaybettik, son çeyrek asırda... İşin kötüsü kaybettiklerimizin de farkına varmadık. Ya bizden ağır ağır alıp götürdüler onları. Ya da biz vazgeçtik gönül rızasıyla."

Hüzünlü bir değerlendirme... Peki, samimi mi? İnançların ve değerlerin rahatça alınıp satıldığı koşullarda bu tür sözler ister istemez sorgulanıyor. Çünkü solcu olup dönmenin prim yaptığı bir dönemde söylendi. İsmet Berkan gibi solculuğun "s" harfini ucundan görmüşler bile, bir zamanlar solculuğa bulaştıklarını söyleyip prim yaptılar. Kim alıp götürebilir ki, maddi şeyler dışında biz istemeden bize ait olanı? Değerlerini pazara çıkarıp satanların "kırık insan" tavırları oyunun bir parçası gibi geliyor bu yüzden insana. Geçmişlerini pazarlayıp satanlar arada bir vicdanları olduğunu anımsıyorlar. Satış gerçek, kırık görüntülerin büyük kısmı imaj yalnızca... Günümüz koşullarında biraz antiemperyalizm sosuna bulanmış eski solculuk, bolca nostalji ve biraz da hüzün iyi prim yapıyor... Ve hele o kişi medyatikse "rayting"ini arttırıyor.

Kuşkusuz gönül rızasıyla vazgeçmek dönmenin en geleneksel yoludur bu topraklarda. Dönenle usulca bırakanı birbirinden ayıran, dönme hızındaki nicel farktır yalnızca. Murat Belge, Radikal'de yer alan eski bir yazısında, Türkiye'nin kırık insanlar ülkesi olduğunu yazmıştı. Örnek verdiği kişi de baba dostu Şevket Süreyya Aydemir'di. Şevket Süreyya da tıpkı yoldaşı TKP Katib-i umumisi Vedat Nedim Tör gibi gönüllü vazgeçenlerden. Aslında günümüzün itirafçılarına denk düştükleri de söylenebilir. Vedat Nedim'in elindeki bilgi ve belgeleri kendi rızasıyla gidip polise teslim ettiği biliniyor. TKP'nin çalışma tarzı hakkında polise ayrıntılı bilgi veriyor. Bu ekip daha sonra kemalizmin teorisini yapmaya soyunuyor. Ve Kadro Dergisi'ni çıkarmaya başlıyor. Ancak polis tarafından izlenmeye de devam ediliyorlar. Belge'nin sözünü ettiği ezikliğe bu döneklere düzenin hiçbir zaman tam güvenememesi neden oluyor. Yoksa arkadaşlarına ihanet etmenin ezikliği değil onlarınki.

Kemalizme teorik bulaşıklık yanında gönüllü dönmenin bir gelenek olduğu söylenebilir demek ki, bu toprakların sol aydınları için. Ama 70'lerin başında düzenle kopuşu gerçekleştiren bir geleneği de unutmamak gerekir. Özveri, yüreklilik ve isyanı olmak da iyi dayanaklardır. İsyanı olmayan devrimci iş yapamaz. Yüreği yetmeyen devrim yolunda yürüyemez. Devrimci iş, hayatın her alanında ve her cephesinde emperyalist-kapitalist hegemonyayı dağıtma kavgasıdır. Devrim işçilerinin kapitalizmin her görünümü ve her tezahürüyle kavgası vardır. Kavganın insanı yeni bir ahlakın insanıdır. Bu yeni ahlak devrimcinin; yaşamında ilkeli, ilgisinde eleştirel inancında şiddetli olmasını gerektiren bir ahlaktır. Dürüstlük, iyilik, sevgi, kötülük sosyalist aklın toplumsallaşma ilkelerine göre düşünülmelidir.

Yazılarımda inatçılığa ve iradeye çok vurgu yaptığımın farkındayım. Ama ilkeli ve inatçı olmayanın, eylemine irade içermeyenin devrimciliği uzun soluklu olamaz. Süreklilik olmadan devrimci birikim sağlanamaz, süreklilik için inat şarttır. Düzenin ideologları akıllıca bulmazlar her koşulda inat etmeyi. Aklını kullanmayı önerirler. Düzene teslim olmanın yolları da bu aklını kullanmak ve akıllı olmak üstüne döşenir. Ama toplumsaldan bağımsız bir akıl yoktur. Kapitalist düzende akıllı olmak sermayenin işleyiş kurallarına uymaktır. Devrimci, kapitalist üretim ilişkilerine uygun düşen aklı reddeden kişidir. Cesaret, özveri, adanma, cömertlik, bağlılık, insan sevgisi, bencillikten uzaklık bu bağlamda düşünülmelidir. İnancında inatçı, kavgasında sürekli olanın en fazla hoşlukları olan aykırı kişiler olarak görülmesi tamamen düzenin geçerli aklına uygun ve ideolojik bir tutumdur.

Ben, 60'ların sonlarında başladım devrimciliğe. Hani şiirdeki gibi bir şafak vakti karanlığın kenarına basıp yeni bir dünya için ayağa kalkmaya duranların zamanıydı. Kaybedecekleri hiçbir şeyleri olmayanların kazanacakları koca bir dünya için savaşma sıralarının geldiğinin bilgisiyle tanıştıkları bir dönemdi. Hayattı bu, sevdasıyla zulmüyle, kavgaydı. İsyanın ufkuyla çevriliydik, düzeni yıkıp düzen kurmak aşkıyla dopdolu. Tarihi ve sosyal koşullar elvermedi, yenik saymıyorum bu kuşağı. Çünkü bir kere tohuma durmuştu toprak, çünkü bir kere özsu yürümüştü dallara...

12 Mart'ı yetmişlerin ortalarında başlayan kitlesel pratik izledi. Yirmili yaşların başındaydık çoğumuz. Kitleselleşen bir devrimcilik dönemiydi. Uluslararası sermaye devrimcilerin gücünü mücadele içinde yer alanlardan daha ciddiye alarak değerlendirdi. Fatsa deneyiminin NATO toplantılarına konu olduğu bir dönemdi. 12 Mart'tan isyanı kuşanıp da çıkanlar bu kez kırıldılar. 12 Eylül darbesi geldiğinde yenilgi dünya çapındaki büyük geriye dönüşle örtüşmüştü artık. Solcular bu koşullarda belleklerini, umutlarını ve inançlarını yitirdiler. Güvensizleştiler ve iradeleri kırıldı. Türkiye bir eski solcular mezarlığı oldu. Sevgisiz, korkak ve önlerine atılana razıydılar, geçmişlerini kötülemeyi bir yaşam tarzına dönüştürdüler. İsyanı ve cüreti bir tarafa bıraktılar. Çoğu Orhan Veli'nin şiirindeki ciğercinin kedisi misali, kalaylı kaptaki yiyecek için kuyruk sallamaya başladılar Allah'ın günü.

Direnenler de oldu elbet o havalarda, hapishanelere, idam cezalarına inat, yüreği söz dinlemeyenler yeni direnme gelenekleri yarattılar, düşman kalelerinin içinde açlık grevleri, protesto için ölüme yürümeler, ölüm oruçları eylem biçimleri oldu. İsyanı ve inadı unutanlar, itirazlarından ve inançlarından vazgeçmeyenleri "dinozor" olarak nitelemeye başladılar tüm aşağılık kompleksleriyle. Tarihin bittiği ilan edilmişti ya bir taraftan, solculuğu tükenmiş sayıyorlardı sözde. Oysa sömürü var oldukça solculuk, sosyalizm ideali, devrimcilik tükenmez, tükenmedi de. Tıpkı türküdeki gibi; sayılmayız parmak ile/ tükenmeyiz kırmak ile dercesine bir ezgiydi devrimci hayatın ana teması...

Şimdi yeni zamanlara çıkıyor yolumuz. Çünkü sürekli gençleşme, sürekli yenilenmedir, sürekli devinimdir solculuk. Türkiye'nin sol yolda yürümeye devam eden insanları değişime inancı ve sürekliliği temsil etmektedirler. Hareketi ve eylemi esas alarak umutlu bir inançla geleceğe yürümektedirler. Çünkü marksizmden beslenen bir devrimci zihniyet gücünü geleceğin imkanlarından alır daima.

Şimdi tüm olumsuz gelenekleri bir tarafa atmanın, isyana umut, umuda inat içermenin zamanı... Genç devrimciler kendi geleneklerini yaratacaklar. İnatla isteyecekler, dünyayı isteyecekler, kolay vazgeçenlerden olmayacaklar. "İnat da bir murattır" der bir atasözümüz. Muratları için inatçı olacaklar. Sömürü ve sınıflar var oldukça, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanların büyük türküsünü söylemeye devam edecekler. Dinozor olmayı, akılsız sayılmayı onur bilecekler. Ve ödenecek her bedele şikayetsiz, sitemsiz boyun eğmeden katlanacaklar. Yorgun olmak mı? Onların kitabında yer almayacak. Geleceğe çevirecekler yüzlerini, dupduru, dosdoğru çizecekler kendilerini.

Ve gözlerini kırpmadan yitmemiş anılara, bir büyük, bir geniş, bir işitilmemiş, sevdalı mı sevdalı türküler söyleyecekler birlikte, hep birlikle...