4 Aralık 2024 Çarşamba

Tecrit, yalnızlaştırma ve teslim alma saldırılarına karşı mücadeleyi yükseltelim

Faşist şeflik rejimi şimdi de, bu tecrit saldırısını yine özellikle genç devrimci tutsakları hedefleyen biçimde, kirli yöntemlerle, komplolarla tamamlamaya çalışıyor. Son yıllarda hapishanelerde sistematik biçimde uyguladığı itirafçılaştırma ve ajanlaştırma çabaları bunun en tipik yöntemi haline gelmiştir. Tutsakları; kitap-yayın, ziyaretçi yasağı gibi engellemelerle de takviye ettiği bir zemin oluşturarak, baskı ve tehditle teslim almak istiyor.

Silivri'deki Marmara Kapalı Hapishanesi'nde bulunan genç sosyalist tutsak Kalender Polat'ın avukat görüşü denilerek istihbaratçılarla görüşmeye zorlanması, faşist devletin son yıllarda hem hapishanelerde hem de sokakta daha yoğun biçimde devreye soktuğu itirafçılaştırmayı ve ajanlaştırmayı, bu kirli saldırısını yeniden gündeme getirdi.

Sınıf savaşımı ve özgürlük mücadelesi, bu sınıfların/halkların politik temsilcileri arasında en sert biçimiyle, kıyasıya sürüyor. Hem de hayatın her alanında; dağlarda, sokakta, zindanda. Fakat kuşkusuz sadece dağlar gibi dolaysız mücadele alanları değil, zindanlar ve polis karakolları da, bu mücadelenin en sert ve çıplak biçiminin yürütüldüğü alanlar olarak görülmelidir. Zindanlar ve polis/gözaltı merkezleri, faşizmin her ayrıntısını birer işkence merkezi biçiminde dizayn ettiği, irade çarpışmasının en yüksek düzeyde yaşandığı yerlerdir. Özellikle bu işkence; doğrudan fiziki saldırı şeklinde olduğu kadar, onunla sınırlı kalmayıp tecrit gibi daha stratejik ve zamana yayılan metotlarla da yürütülmektedir. Zaten bugün faşizmin hapishane politikasının odağında tecrit duruyor. Çünkü biliyor ki örgütlü yapıları atomize etmek, örgütlü bireyleri yalnızlaştırmaktan, içe döndürmekten geçiyor.

Hapishanede tecridin en koyu biçimde uygulandığı yerlerden birinin İmralı Hapishanesi olduğu tartışmasız bir gerçekliktir. İmralı'da tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'dan 2 yıldır hiçbir haber alınamıyor. Öyle ki hayatta olup olmadığı hakkında fikir bile yürütülemiyor. Sıfır iletişim, mutlak bir tecrit uygulanıyor. Öcalan'a uygulanan tecridin asıl amacı, Kürt özgürlük hareketini önderliksiz, pusulasız bırakmaktır. İmralı tecridinin başat rolü budur.

Politik-devrimci tutsaklar üzerindeki tecridin ikili bir karakteri olduğunu söyleyebiliriz. Bir yanını, -İmralı'da olduğu gibi- özellikle uzun yıllardan beri hapishanelerde biriken/artan niteliğin dışarıyla buluşmasını engellemek; öteki yanını ise özellikle genç deneyimsiz tutsakları yalnızlaştırarak mücadeleden ve örgütlü yaşamdan koparmak oluşturuyor. Sokakta yapamadığını, her kıyısını köşesini kontrol altında tuttuğu hapishanelerde yapmak istiyor. Faşist şeflik rejimi şimdi de, bu tecrit saldırısını yine özellikle genç devrimci tutsakları hedefleyen biçimde, kirli yöntemlerle, komplolarla tamamlamaya çalışıyor. Son yıllarda hapishanelerde sistematik biçimde uyguladığı itirafçılaştırma ve ajanlaştırma çabaları bunun en tipik yöntemi haline gelmiştir. Tutsakları; kitap-yayın, ziyaretçi yasağı gibi engellemelerle de takviye ettiği bir zemin oluşturarak, baskı ve tehditle teslim almak istiyor. Faşist iktidarların yıllar boyunca, Amed, Buca, Ulucanlar, 19 Aralık gibi katliamlarla teslim alamadığı devrimci tutsakları, faşist şeflik rejimi tecrit eksenli uygulamalarla iradesini kırma, yetmediği durumda ise itirafçılaştırma ve  ajanlaştırma yoluyla kendi faşist düzeninin kirli bir aparatı haline getirmek istiyor.

Değinildiği gibi, politik-devrimci tutsakların tutulduğu hapishaneler, ezilenlerin politik temsilcilerinin önemli bir niteliğini barındırıyor. Bu bakımlardan irade savaşının en keskin biçimlerine sahne olması son derece doğal. Faşist sömürgeci burjuvazi toplumsal mücadelenin bu ileri karakolunu ve mevzisini teslim almayı ya da etkisizleştirmeyi stratejik bir hedef olarak daima gözetti. Stratejiktir, çünkü zindanlarda devrimci tutsakların iradesini kırmak, sadece devrimci mücadelenin teorik-siyasal rezervini değil, önemli bir ideolojik ve moral kaynağını kurutmak, o kaynaktan koparmak anlamına da gelir. Faşist devletin zindanlara dönük katliamcı, baskı ve işkence politikası, hükümetler değişse de bu yüzden hep baki kaldı. Bugün faşist şeflik rejimi de, hapishanelere dönük geleneksel politikadan milim sapmamış, hatta bu politikayı selefi iktidarlardan daha ileriye taşımıştır. Teknik/fiziki altyapısı Ecevit-Bahçeli-Yılmaz koalisyonunda katliamla oluşturulan tecrit politikasını, başta "mevzuat", yani tecridin hukuksal/yasal dayanakları olmak üzere çok yönlü derinleştirerek kurumsallaştırmıştır.
Devrim ve özgürlük mücadelesinin, toplumsal mücadelenin baskılanmasında bir dönüm noktasını oluşturan 2015-2016 faşist tasfiyeci konseptin, yani saray cuntasının kuvveden fiile geçirdiği Çöktürme Planının başlıca bir sac ayağını da faşizmin zindan politikası oluşturmuştur. Söz konusu olan, mekandan mevzuata her adımı inceden inceye hesaplanmış bir mekanizmadır. Mekanizmayı ilk devindiren, harekete geçiren parçası ise tecrittir. Emperyalist burjuvazinin yönetme deneyiminden ithal edilerek kanlı bir saldırıyla açılan tecrit hapishaneleri F, S, Y gibi isimler alsa da "ilk devindirici" özünü korumaktadır. Yolu hapishaneye düşen deneyimsiz genç devrimcilere güdümlenmiş, zamana yayılan bir teslimiyeti hedefliyor faşizmin tecrit saldırısı. İdare ve Gözlem Kurullarının mutlak otoritesi ve kendisine ceza infaz kanununda verilen geniş yetkiler, 2020'de yürürlüğe giren yeni infaz yasası vb. bütün hukuki altyapı da tecridin işlevselliğini artırmaya dönüktür.

Fakat faşizm, "gerektiğinde" kendisini herhangi bir yasayla da bağlamaz. Ayırt edici bir özelliği de budur. Hapishanelerde işbirlikçiliği/itirafçılığı ve ajanlaştırmayı hedefleyen bu kirli saldırının da mevzuatta hiçbir karşılığı, hiçbir yasal dayanağı yoktur. Her adım, MİT-idare-yargı işbirliğiyle planlanıp atılmaktadır. Hapishane idaresi kapıları istihbarata açarken, yargı da bu kirli işbirliğini koruma altına almaktadır. Birçok örnekten sonra yapılan suç duyurularının hiçbir karşılık bulmaması bu yüzdendir.

Faşist şeflik rejimi, aynı kirli saldırıyı sadece hapishanelerde değil esasen mücadelenin her alanında devreye sokmaktadır. Tutsak düşen gerillanın, sokakta kaçırılan ya da önü kesilen devrimcinin, tehdit yağmuru altında iradesini kırarak teslim almak, işbirlikçiliği dayatarak düşürmek, faşist devlet aygıtının olağan saldırı yöntemlerinden biri haline gelmiştir. İHD verilerine göre önemli bir bölümü de hapishanelerde olmak üzere, 20 Temmuz 2016 saray darbesi ile birlikte bu yönlü başvurularda ciddi bir artış söz konusudur. Bu saldırıyı boşa çıkarmak, bugün devrimci ve yurtsever hareketin sadece ideolojik değil, politik görevlerinden biridir. Ama özellikle hapishanelerde tecride, işkenceye, itirafçılaştırma-ajanlaştırma gibi özel teslim alma politikalarına karşı mücadele, toplumsal mücadelenin; emek eksenli, ulusal, inançsal, cins özgürlükçü ve ekolojik gibi temel kulvarlarından biri haline gelmedikçe, bu alanı en az faşist rejimin stratejik gördüğü kadar görmediğimiz sürece, devrimci tutsaklara dönük tecridin, işkence ve baskıların koyu gölgesi de üzerimizden kalkmayacaktır. Devrimci tutsaklarla dayanışmak ve tecridin kırılması için tutsaklara mektup yazmak, görüşe gitmek, kitap dergi göndermek, güncel siyasal gelişmelere ilişkin karşılıklı etkileşimi artırmak, politik tutsakların devrimci üretimini desteklemek gibi her devrimcinin yapacakları vardır. Bu aynı zamanda politik bir sorumluluk ve görevdir. Tecridin yalnızlaştırma politikasına karşı devrimci sosyalistlerin birbirine güç ve omuz vermesinin yanında emekçi halkımızı hapishanedeki keyfi uygulamalara ve hak ihlallerine karşı devrimci tutsaklarla dayanışmaya çağırmalıyız. Öte yandan tecrit aynı zamanda yıllarca mücadele edilerek ve bedel ödenerek kazanılmış sohbet, spor, kitap-yayın, arkadaş görüşü gibi birçok hakkın keyfi olarak gasp edilmesidir. Yani burjuva hukukun kendi yasalarını bile yok sayması demektir. Bu nedenle devrimci demokratik hukuk örgütlerinin yan yana gelmesi ve hapishanelerdeki tecrit saldırısını gündeme alan ortak platformlar kurmaları son derece anlamlı ve önemlidir. Aynı zamanda bu mücadele gündeminin özellikle birleşik mücadelenin çok temel bir konusu haline getirilmesi gereklilikten öte bugün artık bir zorunluluktur. Çünkü ezilenlerin politik temsilcileri olan devrimci tutsaklara dönük tecrit ve çürütme saldırılarının, onların nezdinde sokağın bütün devrimci öznelerine ve cümle ezilenlere dönük olduğu asla unutulmamalıdır.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 11 Ağustos tarihli 128. sayılı başyazısı