4 Aralık 2024 Çarşamba

Tümüklü: Burjuva restorasyoncu güçlerin tahterevallisine binmeyelim

ESP Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy vermeme, parlamento seçimlerinde ise Yeşil Sol Parti adaylarını destekleme çağrılarına ilişkin ETHA'ya konuştu. Kılıçdaroğlu'nun adaylığını salt burjuva aday olduğu için değil, emekçilerin, ezilenlerin politik özgürlük mücadelesi bakımından hiçbir değişim öngörmediği için desteklemediklerini vurgulayan Tümüklü, "Neden Kılıçdaroğlu'nun adaylığını desteklemiyorsunuz" sorusunun yanlış olduğunu belirterek, "Neden destekleyelim ki" sorusunun sorulması gerektiğini kaydetti.

Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bileşeni olduğu ve Kürt halkıyla sosyalistlerin stratejik birliği olarak tanımladığı HDP ile taktik ayrışma yaşadı. HDP ve bileşeni olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı'na cumhurbaşkanı adayı çıkarma önerisinde bulunan ESP'nin bu önerisi kabul edilmedi ve adaysız yol yürünmesi kararı alındı. Bu taktik ayrışmanın nedenlerine ilişkin ETHA'ya konuşan ESP Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü şunları söyledi:

'TARİHSEL SORUMLULUK' DENİLEREK BURJUVAZİNİN TAHTEREVALLİSİNE BİNİLİYOR

Partiniz 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçiminde Millet İttifakı'nın adayı Kılıçdaroğlu'na oy vermeyeceğini açıkladı. Emekçi sol hareketin tüm bileşenleri bu seçimin tarihsel olduğundan bahsederken, Emek ve Özgürlük İttifakı da bu tarihsel sorumluluk kapsamında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday göstermeme ve nesnel olarak Kılıçdaroğlu'nu destekleme kararı aldı. "Tarihsel seçim" ya da "tarihsel sorumluluk" denilen noktayı ESP nasıl görüyor?
Tarihsellik meselesine iki eksenden bakmak gerektiğini düşünüyoruz. Birincisi şu, Türkiye'de faşist bir rejim var. Faşist rejime karşı mücadelenin keskinleştiği, ileri çıktığı ya da geri düştüğü zamanlara bağlı olarak her dönemde bir tarihsellik tartışması önümüze geliyor. Seçim dönemlerinde de böyle bir tarihsellik addediliyor. Kuşkusuz, her olay ve durum kendi içinde tarihsellik içeriyor. Bugün bakımından "tarihsel sorumluluk" adı altında söylenen şey, burjuva ideolojinin devrimci, demokrat güçler üzerinde kurduğu hegemonyadır. Bir tazyike, bir sele dönüşmüş durumda. Tarihsel sorumluluk adıyla kendi yanında yer almayan, kendi gücünü artırmayacağını düşündüğü kesimler üzerinde basınç örgütlemiş oluyorlar. Ya ondansın ya bizdensin tartışması yapıyorlar. Bugün AKP ve Erdoğan karşıtlığında simgeleşen mücadelede bu esaslı bir eşik olarak tanımlanıp, tek kurtuluşun burjuva aday etrafında toparlanmak ve hedefe yürümek olarak konuluyor. Bu tarihsel sorumluluk aslında burjuvazinin tahterevallisine binmektir.

Bu tarihselliğe aslında emekçi ve ezilenlerin mücadelesi bakımından bakmak lazım. Devlet halk çelişkisinin deprem döneminde iyice keskinleştiği, her taraftan işçi direnişlerinin fışkırdığı, emek-sermaye çelişkisinin derinleştiği, politik islamcı erkek egemenliğine karşı kadınların her yerde isyanını haykırdığı, Kürt halkının bütün tasfiye, kuşatma, katliamlara karşı direnişi her mevzide -en son Newroz'da milyonlarla sokağa taşımasında- sürdürdüğü bir mücadele var. Keskinleşen bu çelişkiler içinde ezilenlerin, emekçilerin öfkesini emmenin zeminiyle karşı karşıyayız. Burjuvazi ve onun hegemonyasını besleyen unsurlar, bir "tarihsel sorumluluk" addederek emekçilerin, ezilenlerin örgütlü mücadelesini ve gelecek umutlarını emmeye, konsolide etmeye ve kontrol altına almaya çalışıyorlar.

TARİHSEL SORUMLULUĞUMUZ FAŞİZME KARŞI MÜCADELEYİ BÜYÜTMEKTİR
Bugün aslolarak tarihsel sorumluluk faşizme karşı mücadeleyi nasıl büyüteceğimiz, emekçilerin ve ezilenlerin politik özgürlüğünü hangi şekilde gerçekleştireceğimiz ve bunlara bağlı faşizmi nasıl yeneceğimize kitleniyor. Seçimler kendi içerisinde her zaman olduğu gibi tarihsel olsa bile, ne bir stratejik duruma hizmet edecek yapı arzediyor, ne de kökten bir değişimi yaratacak bir zemini işaret ediyor. O bakımından bugün bu kavrama karşı çıkmak lazım.

SORU YANLIŞ, NEDEN KILIÇDAROĞLU'NA OY VERELİM?

ESP neden Kılıçdaroğlu'na oy vermeme çağrısı yapacak?
Aslında biz neden Kılıçdaroğlu'na oy verelim? Asıl soru bu. Emekçiler ve ezilenlerin mücadelesine ne taşıyacak? Biz bir burjuva aday olduğu için toptan bir karşı çıkışın içinde değiliz. Böyle bir düz mantık görülmesi eksik bir bakış açısı oluşturur. Ama bugün bakımından içinde bulunduğumuz faşist rejimin restorasyonunu hedefleyen, onun eksik kalan yanlarını, parçalarını tamamlamak isteyen, emekçilerin ezilenlerin öfkesini soğurmak isteyen bir burjuva ittifak var. Bu burjuva ittifak hiçbir değişim vaat etmiyor. Ekonomik programını uluslararası sermayenin temsilcileri açıklıyor, Türkiye'yi ucuz hammadde olarak gören, doğa yağması yapan sermayenin danışmanları, temsilcileri konuşuyor. Diğer taraftan bunların belediyelerinde hak gaspları nedeniyle en büyük işçi grevleri, direnişleri yaşanıyor. Kürt halkının kolektif haklarına dair hiçbir şey söylemiyor, bu kadar politik tutsağın olduğu bir memlekette buna dair hiçbir şey söylemiyor. Sonra bize soruyorlar neden Kılıçdaroğlu'na oy vermiyorsunuz? Neden oy verelim ki? Oy vermemiz, emekçilerin, ezilenlerin özgürlük ve sosyalizm mücadelesine ne katacak? Stratejik açıdan toplumun, siyasetin değişimine ne katkı sunacak?

Hem CHP'nin Türkiye'deki halklar nezdindeki karnesine, hem de Türkiye burjuvazisinin örgütlenmesi ve davranışlarına, mali sömürge politikasına, doğa yağması karşısındaki söylemine, belediyelerin yaklaşımına baktığımızda ortada olan bir gerçek var. Oy verme çağrısı yapanların utanç duyarak bu soruyu sormaması gerekir. Bu sorularla mücadele etmek gerekiyor. Şu an kitlelerin "AKP'den kurtulalım" ya da "Erdoğan gitsin de ne olursa olsun" eğilimini besleyen bir tahakküm var. Ve o tahakküm üzerinden de burjuvazi emekçi, sol, sosyalist örgütleri yönlendirmeye, içini boşaltmaya, geleceksizlikle malul bir mücadeleye sevk etmek gerekiyor. Bunun karşısında durmak gerekiyor. O nedenle oy vermeyeceğiz, oy vermeme çağrısı da yapacağız.

EMEKÇİ SOL ÖRGÜTLER KUDRET YİTİMİ YAŞIYOR

Emek ve Özgürlük İttifakı içinde neden her iki burjuva bloktan birini desteklememe ve kendi adayını çıkarma iradesi oluşmadı?
Birincisi, politik yönelimle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu ne demek, 2015'ten bu yana faşist saray rejiminin, faşist saldırganlığı altında emekçi sol güçler ve kitleler. Hem örgütsel, hem kadro anlamında devrimci hareketler başta olmak üzere emekçi sol örgütlerde ciddi bir kudret yitimi var.

İkincisi, kitlelerin değişim arzusuna, özgürlük arayışına yanıt verme kapasitesini yitirmiş, emekçi semtlerden başlayarak işçi havzalarına oradan okullara kadar bir dizi noktada değişim talebini örgütleme anlamında ne bir örgütlülük ne de bir politik yönelimde var.

Bir diğeri ve belki daha acı olan şey, mücadele eden kesimlerin o basınç, tazyik altında kendi var oluşundan vazgeçmesidir. Esas sorunlu yan bu. Kendi varlığını ve var oluşunu burjuvaziye tevdi etmek oluyor. Bu aynı zamanda Türkiye emekçi sol hareket içerisinde yükselen reformist ve sol popülist eğilimin hem kitleler nezdindeki karşılığının hem de emekçi sol örgütlerin devrimci çizgide buna yanıt verme kapasitesinin sınırlılığıyla ilgili bir şey. HDP ve  Emek Özgürlük İttifakı, diğer reformist emekçi sol örgütler burjuva hegemonya karşısında kararsızlaşmış, kendi gerçeğine uzaklaşmış ve iddia yitimiyle karşı karşıya kalmıştır.

O nedenle biz bu tutumu açıklıyoruz. Bu sadece tarihe not düşmek değildir. Biz devrimci tarihsel sorumluluğumuzu, görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Çünkü Kürt özgürlük hareketinin, Türkiye işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilenlerin burjuva restorasyon düzeninden hiçbir şey beklememesi, hiçbir şey çıkmayacağını göstermemiz gerekiyor. Bu bakımdan da gerçek bir politik, pratik, örgütsel özeleştiriye muhtaç olduğumuzu kabul etmek zorundayız.

YEŞİL SOL PARTİ'YLE PARLAMENTOYA GİRECEĞİZ

Parlamento seçimlerinde bileşeni olduğunuz HDP'nin kararı doğrultusunda Yeşil Sol Parti'yle ile yol yürüme kararınızı açıkladınız. Partiniz parlamentoya nasıl bir anlam yüklüyor, parlamento seçimlerinden ne bekliyor?
Yeşil Sol Parti'yle parlamentoya gireceğimizi ama cumhurbaşkanlığında herhangi bir burjuva adaya kesinkes destek vermeyeceğimizi açıkladık.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin tavrımız, taktik içerisinde bir tutumu ifade ediyor. Bir aday çıkarmamış, etrafında güçlü bir çalışma yapmamış oluyoruz. Bu meseleye dair ideolojik, politik bir tutum almış oluyoruz. Emekçi sol örgütler başta olmak üzere örgütlü mücadele yürüten kesimlere de bu konuda tutum alma çağrısı yapıyoruz.

Biz Türkiye'deki emekçilerin ve ezilenlerin temel hak ve özgürlüklerini elde ettiği, Kürt halkının ulusal hak ve özgürlükler temelinde kendi geleceğini belirlediği, aynı zamanda Türkiye'deki emekçilerin ve ezilenlerin temel örgütlülük ve özgürlük haklarına kavuştuğu bir politik özgürlüğün kazanılmasını hedefliyoruz. Bu bizim bakımımızdan stratejik bir yönelim. Bu stratejik yönelim içerisinde bazı taktik planlar yapıyoruz. Bu bakımdan parlamento seçimleri politik özgürlük mücadelesinin başlıklarını, iddiasını bizim emekçilere ve ezilenlere götürmemize vesile oluyor. Seçimler sonrasında da emekçilerin, ezilenlerin mücadelesinde bu politik özgürlük mücadelesinin zeminlerini döşeyecek, buna öncülük edecek, yön verecek bir misyonu hayata geçirmeye çalışıyoruz. O nedenle parlamentoyu bir araç olarak, yani mücadelenin sıradan bir başlığı olarak görüyoruz. Parlamentoda olmayı bir mücadeleye sevk olarak görüyoruz. Parlamento bizim için emekçilere, ezilenlere sesimizi ulaştırmanın araçlarından biri. Bizim için amaç ya da temel hedef konumunda değil. Orayı araç olarak görüyoruz. O nedenle de parlamentoda olmayı önemsiyoruz.

HDP KÜRT ÖZGÜRLÜK GÜÇLERİYLE SOSYALİSTLERİN STRATEJİK BİRLİĞİ
Bir yanı da şu; HDP, Kürt özgürlük güçleriyle sosyalistlerin birlikte kurduğu stratejik bir birlik. Bu stratejik birliğin temelinde politik özgürlük yürüyüşüne katkı sunacak temel hak ve özgürlüklerin kazanılması. Bunlardan biri de Kürt halkının temsilcilerinin, sosyalistlerin, kadınların, gençlerin temsilcilerinin kamuoyu nezdinde daha görünür ve fikirlerinin yansımasıydı. Parlamento bu anlamıyla siyasal bir zemin.

Örgütsel ve kadro anlamında çok büyük bir gövdeye sahip değiliz ama etki gücü bakımından da pratik politikadaki yeri bakımından da çok özgün bir yerde durduğumuzu kabul etmek durumundayız.

EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI KENDİ GERÇEĞİNE YABANCILAŞMIŞ
Burjuva hegemonya nedeniyle insanlar yanılsama, gerçeğe yabancılaşma içinde. Bugün emekçi solun kendi gerçeğine yabancılaştığını, birleşik partimiz başta olmak üzere Emek ve Özgürlük İttifakı'nın kendi gerçeğinden yabancılaştığını görmemiz lazım.

Mesele bugün emekçilerin ezilenlerin mücadelesini ne kadar ve ne şekilde büyüttüğümüzle ilgili oraya odaklanmak gerekiyor. Devrimci iddia denilen şey pratikte zuhur eder. Siz istediğiniz kadar güzel söz üretin istediğiniz kadar söylemleriniz bütün kitleler nezdinde karşılık bulsun, mesele pratikte zuhur ediyor. Bugünlerde herkes bir şey söylüyor. "Kitlelere sosyalizmi biz anlattık" diyeni mi ararsınız, "İlk kez sosyalizm propagandasını biz yaptık" diyeni mi ararsınız. Bir tarihsel bilinç yoksunluğuyla da aslında insanlar sınanıyor. Bu sınamanın karşısında hatırlatmak isteriz tabii ki. Paramaz'dan, Madteos Sarkisyan'dan bu yana çok güçlü bir geleneğin temsilcisi olmaya, bu konuda mütevazi ama kararlı, sade ama cüretkar, iddialı ama mütevaziliği elden bırakmayan bir siyasi hareketiz. Aynı zamanda Gezi'de mavi bayraklarıyla barikatların önünde kitlelerle birlikte siyaseti pratikte yapan, 2015'te açık bir biçimde faşist sömürgeci rejimin hedefi haline gelip Suruç'ta katledilen ve Kobanê serhildanından Gazi'ye birçok tarihi olayda öne çıkmış bir tarihsel özneyiz. Başta HDP kitlesi olmak üzere kitleler nezdinde sözümüzün ne olacağının bu kadar izleniyor olması bir tesadüf değildir. Tuttuğumuz yolun pratik adımlarını atma, cesaretle yürüme kararlılığını gösteren bir örgüt, parti gerçeğimiz var. Tarihi yapanlar bunlar oluyor.

SEÇİM SONUÇLARININ TANINMAMASINA KARŞI ANTİFAŞİST KOMİTELER KURMALIYIZ

Seçim süreci hem partinize ve gençlik kuvvetlerine hem de HDP'ye yönelik gözaltı, tutuklama saldırısıyla başladı. Bir de 14 Mayıs günü sandıkların korunması ve sonrasında daha önce de olduğu gibi Erdoğan'ın seçim sonuçlarını tanımamasına karşı ne yapılacağı önemli bir tartışma. Buna ilişkin emekçi sol güçler ne yapmalı? Sandıktan çıkacak halk iradesinin gasp edilmemesinin önüne nasıl geçilebilir?
31 Mart'ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde aynı zarfa giren beş puldan birini tanımadı o zaman faşist saray rejimi. Ve biz 31 Mart seçimlerinde CHP adaylarını desteklemememize rağmen Kadıköy'den başlayarak İstanbul'un bütününde halkın iradesini yansıtacak biçimde eylemler örgütlemiştik. Pratiğin birinci ayağı bu olmalı. Herkes kabul etmemeye, tanımamaya uygun bir konumlanmayı, hazırlığı gözetmeli.

İkincisi, faşist saray rejiminin seçim sonuçlarını tanımamasına karşı mahallelerde antifaşist komitelere, halk meclisleri örgütlülüğüne ihtiyacımız var. Emekçi sol örgütlerden başlayarak örgütlü kesimlerin emekçi semtlerde ve ilçelerde özsavunmayı da içerecek şekilde antifaşist komiteleri, meclisleri örgütlemesi lazım. Bu Birleşik Mücadele Güçleri başta olmak üzere birleşik mücadele örgütlerinin önünde çok temel bir görev olarak duruyor. Kitlelere bu süreci anlatacak ajitasyon, propaganda çalışmasının da örgütlenmesi gerekiyor. Yani 14 Mayıs sonrasına hazırlık yapılması gerekiyor.

Restorasyoncu cephenin faşist rejimin sürekliliğini sağlama iddiası var. Yani tartışma faşist rejime kimin hakim olacağı. Bu nedenle biz Millet İttifakı'nın merkezinde durduğu burjuva ittifaka asla güvenemeyiz. Kendi gücümüze, geleneğimize yaslanmalıyız. Ve ona güvenmeliyiz. Seçim sonuçlarının tanınmaması durumunda, faşist rejiminin meşruluğunu tanımayacak, onun yasakçı tutumunu yok sayacak bir mücadele pratiğine ihtiyacımız var.

Bazı burjuva sözcüler "mecbur gidecek" diyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinden, hayır referandumunda gördük. CHP'nin merkezinde durduğu o burjuva muhalefet her seferinde devletin bekasını esas alan bir bakış açısı sergiledi ve kitleleri eve gönderdi her seferinde siyasi yenilgiyle taçlandırmış oldu. Bugün de durum geçerli. Devleti, onun sermaye düzenini, faşist rejimini sarsacak herhangi bir harekette, Gezi direnişinde nasıl çağrı yaptıysa, "Hayır" referandumunda sokağa çıkan insanları nasıl evine gönderdiyse, 31 Mart seçimlerinde  AKP-MHP faşist ittifakı karşısında nasıl geri adım attıysa; 14 Mayıs'tan 15 Mayıs'a kazandılar diyebilir, halklarımızın iradesine ve  geleceğine ipotek koymaya devam edebilir. O nedenle kendi gücümüze güvenerek, geleceğimize sahip çıkacak bir pratiği örgütlememiz lazım.

İkinci bir seçenek de Erdoğan'ın, iktidarının işlediği suçların cezasız kalması şartıyla seçim sonuçlarının tanınması anlaşması olabileceği. Millet ittifakı, geçmişe sünger çekmek girişiminde bulunursa emekçi sol güçler ne yapmalı?
İYİP'in masaya tekrar dönerken yaptığı anlaşmanın ne olduğunu bilmiyoruz. Ama cumhurbaşkanı yardımcısı diye önerdiği iki belediye başkanı sermaye düzeninin, ırkçılığın Türkiye'deki temsilcileri. Bunların hali hazırdaki ortakları da belli. Biri Madımak'taki katliamın en önemli unsurlardan biri, belediyenin o dönem ki temsilcisi. Diğeri 2015 sürecinde Amed'le başlayan Suruç'la Ankara'yla devam eden kitle katliamları döneminin başbakanı. Öbürü uluslararası sermayenin, diğeri Türkiye'deki gladyonun unsurlarından biri.

Emekçi sol bunlara karşı kendi iddiası ekseninde şimdiden mücadeleyi örgütlemeli. Nedir o; Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesi taleplerini yükseltmekten bir dakika bile vazgeçmemeli. Çünkü çok hızlı o savaşçı ve sömürgeci düzene geçeceklerdir, bunu biliyoruz. İşçi sınıfının haklarını gasp etmek için her türlü yol yöntemi Kod 46-29'nın türevlerini üreteceklerdir.

Dolayısıyla yapılması gereken şu; bugünden nasıl antifaşist mücadele, komite ya da meclisleri örgütlemek göreviyle, kitleleri burjuvaziye yedeklemek değil de burjuva düzene, faşist rejime karşı örgütleme göreviyle karşı karşıyaysak, 15 Mayıs'ta bu görevin daha elzem olduğunu görmeliyiz. Çünkü emekçilerin, ezilenlerin öfkesini emecek bu muhalefet. Zaten kendini buna yatırıyor, buna göre pozisyon alıyor. Doğal olarak biz de bu çelişkileri, isyanı örgütlemekle görevliyiz.

Hali hazırda projelendirdikleri ya da iddiasını ortaya koydukları rejim, sermaye düzeni, toplum modeline baktığımızda vaat ettikleri hiçbir şey yok. Nefes almak dedikleri şey bile, nereden nefes alınacağı şüpheli bir durum. O nedenle de bugünden yarına seçimleri, toplumsal örgütlenmenin, politikayı toplumsallaştırmanın unsuru haline getirerek, toplumun bu faşist rejime, sermaye düzenine karşı örgütlemeyi, bir birleşik mücadele zeminini güçlendirmeyi şimdiden esas almamız lazım. Öbür türlüsü kendi gerçeğine yabancılaşmak, var oluşuna aykırı davranmak anlamına gelir.

DEVRİMCİ SOSYALİSTLERİN MÜCADELESİNE KATILALIM

Emekçilere son çağrınız nedir?
Çağrımız şu, kendi gücümüze ve kudretimize güvenmeliyiz. Egemenlerin hele de bu faşist rejimde, burjuva restorasyoncu ya da burjuva faşist ittifakların hiçbiri ne ezilenler için ne emekçiler için ne de onların herhangi bir bölüğü için hiçbir mutluluk, refah, gelecek vaat etmiyor. Sadece bu düzenin yeniden boyanarak işlevli hale getirilmesi anlamına geliyor.

Yapılması gereken şey şu; kendi geleceğimizi, kendi kaderimizi inşa etmeliyiz. Başka bir dünya mümkün. Pandemi döneminde gördük, 40'tan fazla ülkede ayaklanmanın, isyanın olduğu, hali hazırda Fransa'da, İngiltere'de dünyanın değişik yerlerinde hala grevlerin, ayaklanmaların değişik düzeylerde sürdüğü mayalandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu burjuva düzene mahkum değiliz, bu faşist rejime ve onun katliamcı, sömürgeci, tekçi, erkek egemen anlayışına mecbur değiliz. Başka bir yaşam mümkün, çok uzakta değil, hayal değil. Uzak maviliklere motor sürecek bir durum değil. Hemen kapımızda. Çelişkilerin bu kadar keskinleştiği, sertleştiği, kavganın harmanlandığı zeminde kendi gücümüze ve kudretimize güvenmeliyiz. Başkasından medet ummamalıyız. Kendi örgütlülüğümüzü, gücümüzü büyütmeliyiz.

O nedenle gerçek devrimci sosyalist örgütlerde örgütlenme, devrimci sosyalistlerin mücadele çağrısına katkı sunma, birlikte mücadele etme çağrısı yapıyoruz. Çağrımız bu, birlikte başarabiliriz, birlikte değiştirebiliriz, bu ülkeyi, bölgeyi, dünyayı birlikte kurabiliriz. Biz bunu depremde de gördük. Üç gün su, çadır götüremeyen faşist sermaye rejimini gördük. Oraya ilk giden devrimciler, kadınlar, gençlerdi. Dayanışmayla yaşamın toparlanmasını sağlayan bizlerdik. Bu deneyimlere bakarak o geleceği kurabiliriz, bu iddiaya, bu güce sahibiz, ona güvenmek gerekir.

SEÇİM ÇALIŞMALARINDA YEŞİL SOL PARTİ'Yİ GÜÇLENDİRELİM
Eşitlik, özgürlük, adalet mücadelesini yükselten, işçi sınıfı, Kürt halkı, Aleviler, kadınlar, gençlerin temel hak ve özgürlükleri için hiç durmadan mücadele eden, bugün emekçi sol örgütlerle birlikte daha da genişleyen Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve onun bugünkü seçimlere girdiği Yeşiller Sol Parti eksenindeki seçeneğin çok güçlü bir demokratik devrimci potansiyel taşıdığını, bir güç, tarih yarattığını unutmadan onun etrafında kümelenmeyi, mücadelesini büyütmeyi önemsiyoruz. Herhangi bir burjuva adaya da cumhurbaşkanı seçiminde asla oy vermiyoruz, vermemeliyiz. Parlamento seçimlerinde de eşitlik, özgürlük, adalet mücadelesini yükselten Yeşiller Sol Parti'yi güçlendirmeyi hedeflemeliyiz.