4 Aralık 2024 Çarşamba

Uçar: Savaş politikalarına karşı ortak mücadele etmeliyiz

Çöktürme planında başarılı olamayan ve biat eden Kürdü yaratamayan iktidarın yanına yeni bir ortak alarak (KDP) Güney Kürdistan'a işgal saldırılarını sürdürdüğünü söyleyen DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, AKP-MHP iktidarına, savaş ve işgal politikalarından vazgeçme çağrısı yaptı.

Türkiye'nin KDP işbirliğiyle Güney Kürdistan'a işgal saldırıları sürüyor. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar ile işgal saldırılarını ve KDP'nin ihanetini konuştuk.

Uçar'ın ETHA'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN DEMOKRATİK KALICI BİR ÇÖZÜM İSTENMEDİ

Güney Kürdistan'a yönelik işgal saldırıları sürüyor. Öncelikle okurlarımız için saldırıların hedefi ve amacını değerlendirir misiniz?
Yeni dönemi küresel siyasette belirleyici şeyler var elbette ki, birisi güvenlikçi ve enerji politikaları. Bu politikalar özellikle G20 zirvesinde belirlenirken, Türkiye birçok açıdan denklem dışı kaldı. Ve Türkiye de bununla birlikte yüz yıldır devlet aklının çözmek istemediği, hatta varlığı üzerinden iktidarını kurmaya çalıştığı Kürt sorunu gerçekliği var. Bugün de karşı karşıya olduğumuz şeylerden biri bu. 

ÇÖKTÜRME PLANINDA BAŞARILI OLAMADI
AKP-MHP iktidarı özellikle çöktürme planından sonra -öncesinde de var elbette- varlığını daha çok Kürt halkının kazanımlarının gasp edilmesi ve Kürt halkının yokluğu üzerinden inşa etmeye çalışıyor. AKP iktidarı kayyum, tecrit, hem de özel savaş politikalarıyla yeniden bir dizayna girişti ve çöktürme planında umduğunu bulamadı; yürüttüğü toplumu direkt karşısına alan Kürt düşmanı politikalarla da yol alamadı. Kendisine biat eden Kürdü yaratamayan iktidar Kürt kazanımlarını gasp etmek için yeni bir yola başvurdu. Yeni bir yoldan kastım, yeni bir saldırı süreci değil. Ama yeni bir ortakla yola devam ediyor. Bu da Güney Kürdistan'da KDP olarak açığa çıktı. 

TÜRKİYE 3. DÜNYA SAVAŞI OLASILIĞINA KOŞAR ADIM GİDİYOR
Özellikle Güney Kürdistan'da KDP ile birlikte yürütmüş olduğu işgal ve savaş politikalarıyla, DAİŞ'in de ortak olduğu tüm dünyada bir operasyon süreci başlattı. Hem Kürt mücadelesi hem de Ortadoğu'da demokratik ve istikrarlı bir zemin açısından çok tehlikeli bir süreç karşımızda. Herkes, Türkiye'de de Hakan Fidan sıklıkla 3. dünya savaşını dile getiriyor. 3. dünya savaşının ilk ayak sesleri Ortadoğu'da cereyan ediyor ve Türkiye de buraya koşar adım gidiyor. Türkiye, Kürt halkıyla ve kazanımlarıyla mücadele edecek ve orayla yürüttüğü savaşı derinleştirecek. Bir tarihi kırılma. Bunun önüne geçmek gerek. Kürt halkının kazanımlarının açığa çıkardığı zeminlerin hepsi Ortadoğu için yeni bir dönemin, yönetimsel mekanizmanın gerçekleşmesine olanak sağlayan bir düzeyde. Demokrasi, eşitlik, özgürlük mücadelesi açısından rüştünü ispatlamış, istikrarlı ve inançlı bir direniş sergilemiş Kürt halkının karşı karşıya olduğu mesele de, savaş ve işgalin kendisi de yıllardır Türkiye'nin sonuç alamadığı yöntemlerden birisi. Sonuç alamadığı yöntemlerde de ısrarla Güney'deki ısrar ve savaş konseptini devam ettiriyor.

KÜRT HALKININ MÜCADELESİ İLE İLİŞKİLENME TURNUSOL GÖREVİ GÖRÜYOR

Peki saldırılara karşı ne yapılması gerekiyor? Bu kapsamda Türkiye emekçi sol güçlere nasıl bir sorumluluk düşüyor?
Kürt halkının mücadelesi, direnişi ve elde ettiği kazanımlarla ilişkilenme biçimi demokrasi mücadelesi ve özgürlük mücadelesi açısından da bir turnusol görevi görüyor. Uzun bir süredir özellikle de HDK/HDP fikriyatıyla beraber çok güçlü bir ortak mücadele zemininin yakalandığını söylemek gerek. Özellikle Kürdistan'da yürütülen bütün politikaların ve özelde de aslında savaş politikalarının sadece Kürt halkını değil bu ülkede yaşayan herkesi etkilediği çok açık. Bugün hepimizin muzdarip olduğu, insanların intihara başvurmak, göç etmek zorunda kaldığı sonucun sebebinin bu savaş politikaları olduğu bilgisi herkes tarafından aynı oranda bilince çıkarılırsa durum çok daha açığa çıkıyor.

SALDIRILAR KÜRDİSTAN MERKEZLİ OLSA DA TÜRKİYELİLEŞTİ
Mesela tecrit politikası Türkiye'de olası barışın, ya da demokratik bir çözümün yerine inşa edilmiş bir rejim. Belki İmralı'da başladı, 25 yıldır da devam ettiriliyor. Ama bu tecridin yansıması da hemen hemen bütün mücadele alanları açısından sesinin, sözünün, eyleminin kısıtlanması; saldırıyla karşılaşması olarak açığa çıktı. Savaşın getirdiği ekonomik kriz, tecridin getirdiği sözünü, eylemini kuramama hali, geleceksiz bırakma hali, özel savaş politikalarının, kayyum rejiminin, saldırıların her biri Kürdistan merkezli olsa da bugün hepsi Türkiyelileşti. Dolayısıyla buradan baktığımızda savaş karşıtlığı mücadele, Kürt halkının kazanımlarının savunusu mücadelesinin de daha büyük oranda Türkiyelileşmesi gerekiyor. 

HDK/HDP FİKRİYATININ AÇIĞA ÇIKARDIĞI MÜCADELE ÇOK KIYMETLİ
Hiç sağlanmadığını söylemeyeceğim, HDK/HDP fikriyatının açığa çıkarmış olduğu mücadele zemini Türkiye toplumu ve Türkiye halkları açısından çok kıymetli bir yerde. Bunun rehber olarak alınması gerek. Çünkü hem savaş politikaları hem de bahsettiğim şiddet ve saldırıların her biri, Kürt halkından öte Türkiye toplumunun da yaşamını geleceğini tehdit ediyor. Hem kadın mücadelesinin hem Kürt halkının kazanımlarının hedefte olması, hem gençlerin geleceksiz bırakılıyor olması bir bütün. Ayrı ayrı ele almak mümkün değil. Bu saldırılar karşısında esas kazanımı sağlayacak olan da elbette ki ortak mücadele. 

HALKLARIN 'BU FAKİRLİĞİ NEDEN YAŞIYORUZ' DİYE SORMASI GEREK
2024 bütçesi yüzde 10'dan fazlası güvenlikçi politikalara ayrıldı. Bir F16 uçağının 1 saatlik uçuş maliyeti 22 bin dolar. Bu ülkenin emekçileri ise 17 bin lira asgari ücret ile geçiniyor. Açlık sınırının altına tabi tutulmuş emekçilerin, işçilerin, bir bütün toplumun esas sorması gereken şey bu fakirliği neden yaşıyoruz, ekonomik krizin esas gerekçesi nedir, baş etmek için esas yapılması gereken nedir? Ülke ülke dolaşıp para toplamak mıdır, yoksa iktidarın kendi bekasını korumak için yürüttüğü savaş politikalarına dur demek midir?

DEĞERLERİMİZİ SAVUNMAK ÖNÜMÜZDE DURUYOR
Şiddet ve saldırı politikaları inanılmaz derecede deşifre oldu. Bu deşifrenin kendisinin bütün mücadele alanlarını bir arada tutması çok kıymetli. Toplumsal değerlerin yeniden dizaynı üzerinden kurulan bir sistem var. Bu sistem ne toplumsal, ne de ahlaki. Buna karşı ortak bir mücadele yürütmek zorundayız. Toplumun bir bütün olarak çıkarları birbiriyle o kadar örtüşüyor ki bu coğrafyada bir halk, inanç, mücadele alanı kaybediyorsa her birimiz kaybediyoruz. Eğer bir mücadele alanı kazanmaya başlamışsa, her birimizin kazanımıdır, bütün mücadele alanlarına yansır. Dolayısıyla bugünkü koşullarda ortak mücadele zeminleri bu kadar güçlüyken, başta savaş olmak üzere bütün şiddet politikaları karşısında en demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi değerleri savunmak önümüzde duruyor.

AKP-MHP İKTİDARI DENENMEMİŞ OLAN BARIŞ KONUSUNDA ISRARCI OLMALI

Son olarak bir çağrınız var mıdır?
Birkaç çağrım var. Birincisi Türkiye ilk yüzyılını kurduğu değerler bugün bir kriz yaşıyor, belki ulus devlet olarak tanımlamak gerek bunu. Büyük bir kriz yaşıyor. Bu krizi aşmak için de yöntem olarak savaşa başvuruyor. Belki en başta devlet aklının da taşıyıcısı olan AKP-MHP iktidarına söz söylemek gerekiyor. Savaş politikalarıyla gidilecek yolun sonuna gelinmiş durumda. Dolayısıyla savaş ve işgal politikası yerine denenmemiş olan barış konusunda ısrarcı olmak gerekiyor. 

YAPILMASI GEREKEN SAVAŞI DERİNLEŞTİRMEK DEĞİL
Diğer bir çağrımız bu işgal politikalarında işbirliği içerisinde olan KDP'ye. Kürt ulusal bilincinin, Kürt ulusal birliğinin bu kadar elzem olduğu, dört parça Kürdistan'da bütün Kürt halkının benzer sorunlarla karşı karşıya kaldığı yerde herhangi bir Kürt mücadelesinin ya da herhangi bir bölgedeki Kürt halkının kaybetmesi üzerine kurulabilecek bir Kürt halk kazanımı ya da bir Kürt halk özgürlüğü tesis edilemez. Dolayısıyla bütün bunlar Ortadoğu'nun geleceğini de bağlayacak şekilde ciddi tehlikeler barındırıyor. Ve yapılması gereken de savaşı derinleştirmek değil, Türkiye'de çözümü bekleyen ve çözüm için de sayın Öcalan'ın (PKK lideri Abdullah Öcalan) 25 yıllık tecride rağmen yürütmüş olduğu barış perspektifi çalışması ya da barış iradesinin hayata geçirilmesi için tecrit karşısında da kayyum karşısında da özel savaş politikaları karşısında da Ortadoğu'da savaşın yürütücüsü olacak ülke konumundan çıkmak konusunda ısrarcı olmak ve barış yolunda demokratik çözüm yönünde ısrar etmek. 

DEMOKRATİK ÇÖZÜM KONUSUNDA ISRARCI OLMALIYIZ
Diğer bir şey bizi mahkum ettikleri hayat gerçekliğimiz değil. Kadınlar, gençler, işçi-emekçiler hem de bir bütün olarak Türkiye toplumu açısından. Toplumun hakikatine, ahlaki değerlerine uygun sistem inşa etmek karşımızda duruyorken ve bunun olanakları bugün bu kadar ayyuka çıkmışken dört elle sarılmamız gereken şey, kimin hangi etnik kimlikten, hangi inançtan olduğuna bakmaksınız toplam bir özgürlük eşitlik mücadele ki bu da aslında ortak mücadeleden, bizi toplumu, zehirlemeye çalıştıkları milliyetçilik ve cinsiyetçilikten arınmakla başlar. Bütün bunlar konusunda Ortadoğu coğrafyası açısından da Türkiye açısından da Kürdistan açısından da çok ciddi birikmiş toplumsal değerler var. Biraz onlara dönüp baktığımızda bile bu yaşadığımızın bizim gerçekliğimiz olmadığını hem mücadelemiz hem de varlığımız açısından, bunlarla ortak mücadele etmenin de kazanacağı yönünde çok ciddi olanaklar ve emareler var. Dolayısıyla savaş karşıtlığı bugün her birimizin hem ekonomik anlamda, hem sosyal anlamda hem de siyasal anlamda hak ettiğimiz ve topluma yaraşır bir sistemi kuracak bir güçtedir. Savaş karşıtlığı ve demokratik çözüm konusunda da ısrarcı olmak öncelikli görevimiz olmalı.