4 Aralık 2024 Çarşamba

Yaşam Uzun yazdı | Akbelen yeni döneme ışık tutuyor

Sokaklar Temmuz'daki Suruç yıldönümü çarpışmalarıyla ilk hareketlenme belirtilerini göstermişti. Akbelen aynı hattan, yani fiili meşru mücadele hattından yürüdüğünü günlerdir süren göğüs göğüse mücadelenin yanı sıra CHP vekilleri, Kılıçdaroğlu ve İnce gibi hararet dindirme göreviyle alana adeta devlet tarafından gönderilen burjuva siyasetçilere ağzının payını vermesiyle gösterdi.

Akbelen'de son 10 gündür olup biteni tüm emekçi sol güçler yakından takip ediyor. Öncesi bir tarafa son 4 yıldır süren mücadele ve nihayetinde günübirlik nöbet biçiminde gelişen, çoğu emekçi köylü halkın ve alana giden ekolojistlerin örgütlülüğü sayesinde şirketin herhangi yasa tanımaksızın giriştiği kesime müdahalesi ile hem seçim sonrası süregiden sessizlik hali biraz olsun yerini daha özgüvenli bir çıkışa bıraktı hem de faşist saray rejimi ve sermaye güçleri için köyde değneksiz gezme günlerinin öyle sürüp gitmeyeceğine dair tabandan bir mesaj verildi.

Akbelen ile eşzamanlı olarak askerlerin video çekip çekinmeden yayınlamasıyla bir kez daha belgelenen Cudi'nin yakılan ormanlarına yetersiz de olsa gösterilen tepki ve depremde yerle bir olan Hatay'da Dikmece halkının topraklarına el konulmasına ve rantsal dönüşüme yüksek öfkeli direnişi dönemin öne çıkan gündemlerinin artık yaşamın bizzat fiziksel olarak sürdürülmesiyle ilgili konulara gelip dayandığını gösteriyor. Bıçak kemikte duygusunu vergi ve zam soygunu bahsine sıkıştırmanın ve halkın "gerçek gündemi" lafzıyla "muhalefetin" buradan yükseltileceğini düşünmenin yanlışlığını halkın bizzat kendisi, devletin, şirketin özel güvenliği görevine verdiği polis ve jandarmasının karşısına dikilerek gösterdi.

Sokaklar Temmuz'daki Suruç yıldönümü çarpışmalarıyla ilk hareketlenme belirtilerini göstermişti. Akbelen aynı hattan, yani fiili meşru mücadele hattından yürüdüğünü günlerdir süren göğüs göğüse mücadelenin yanı sıra CHP vekilleri, Kılıçdaroğlu ve İnce gibi hararet dindirme göreviyle alana adeta devlet tarafından gönderilen burjuva siyasetçilere ağzının payını vermesiyle gösterdi. 4 yıldır süren direnişe dair kılını kıpırdatmayanlar ve hatta üst düzey İYİP'lilerin bu şirketlerle olan doğrudan ilişkileriyle bu zatlar halk nezdinde çoktan teşhir olduklarını ve taze seçim "yenilgilerinin" sonuçlarını bir kez daha gördüler. Direnişçilerin mücadelesi o an kazanım elde edemeyecek gibi görünse de özgüçlerine dayanmaktan geri adım atmamaları, taktik olarak "en geniş kesimlere" erişme hedefini direnişin kendisini tasfiye edecek geri adımlara bağlamamaları tüm ülkedeki toplumsal mücadeleler için dönemin örneği oldu.

Sarı sendikaya bağlı işçilerin saray medyasında iş-ekmek söylemiyle boy göstermesi, termik santral işçileri adına gazeteye ilan verilmesi, ekoloji mücadelesinin dinamiklerine ve tarihine dair anlayış eksikliği olan kimi emekçi sol çevrelerdeki topraksız işçiler-topraklı köylülük gibi sözde bir çelişki ortaya atılarak direnişi küçük burjuva romantizmi olarak görme eğilimi ve diğer bir dizi gelişme emekçi solun yeniden yapılanma sürecinde Akbelen'i yeni dönemin çok yönlü tartışma başlıklarını açması bakımından özel kılıyor. Akbelen-Dikmece-Cudi ekseninde gelişen sürece emekçi sol güçlerin içeriden müdahalesinin herhangi sıçratıcı bir etki yapamaması da yine dikkat çekicidir. Öne çıkan kitle inisiyatifi son 10 yılın birikimiyle birleşik mücadeleye kendiliğinden daha fazla önem veriyor, söyleminde bu yönü öne çıkarıyor. Devlet-halk çelişkisinin barizliği, burjuva hukukun kırıntılarının dahi askıya alınması, ırkçı faşist kesimlerin tehditleri bir yandan mücadeleyi antifaşist bir hatta çekerken bir yandan da güncel ekonomik, politik koşullarda ortada herhangi bir uzlaşma alanı kalmadığının artık bilince çıktığını gösteriyor.

Dünyada sıcak hava dalgalarının, söndürülemeyen orman yangınlarının, eşzamanlı olarak yıkıcı sellerin ve buna bağlı göç, gıda-su-enerji güvensizliğinin hemen her ülkede hüküm sürdüğü koşullarda, yanı sıra tarihin en sıcak ayı, tarihin en yüksek okyanus yüzeyi sıcaklık ortalaması, en düşük Antarktik buz yüzey alanı kayda geçerken, özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'nın doğusunda ama daha geniş etkileriyle iklimi şekillendiren Atlantik okyanus akıntısının bozulmasının hesaplanandan daha önce gerçekleşeceği tespit edilirken Akbelen'e bu dünyasal bağlamdan bakabilmeliyiz. Ama yetmez.

Başaran Aksu'nun Anadolu fabrikasının dünya fabrikasına bağlanması şeklinde ifade ettiği her tarafa yayılan OSB'ler ve maden-enerji-inşaat sektörleri üzerinden emek sömürüsünü ve doğa talanını katmerlendiren Türkiye kapitalizminin özgün yerel bağlamı da bu fotoğraf içinde. Emperyalist hayaller peşindeki faşist rejimin palazlandırdığı savaş sanayii de hem sıçrama yaşayan bir birikim alanı hem de ideolojik gücüyle burada yerini alıyor. Güney Kürdistan'ın dağları son yıllarda hemen her gün kesintisiz bombalanırken, ormansızlaştırılır ve insansızlaştırılırken; benzer bir şekilde Türk ordusu ve cihatçı çeteler tarafından top atışlarıyla, drone saldırıları ile bombalanan, zeytin ağaçları katledilen, doğal varlıkları yağmalanan Rojava'ya akan su kesilerek oradaki tarım, enerji, doğal yaşam döngüleri, toplum bir bütün olarak boğulmak istenirken Akbelen'deki polis-jandarma pervasızlığının düzeyi daha bir yerine oturuyordur. Emperyalizme göbekten bağlı Türk mali sermayesi de bu süreçlerin başlıca sürdüreni olmanın yanı sıra faiz, enflasyon ve vergi soygunuyla bu pastadan payını almayı sürdürüyor.

Emekçi köylülüğün kırda yaşadığı tasfiye süreci ve mülksüzleştirilip işçileştirilmesi bu tür pek çok ekokırım projesinde ortak sınıfsal temayı oluştururken doğanın geri dönüşsüz tahribatı ile işçileşen bu kesimler esasında sağlıklı bir ortamda yaşama hakkından, yani emeğin toplumsal üretiminin gerçekleşmesi koşulundan da mahrum bırakılıyorlar. Termik santral işçilerinin ormanın bölge ekosisteminin bir parçası olarak oradaki iklime, toprağa, suya, yani kendisine olan katkısını/etkisini kendi yaşamsal deneyimleri üzerinden doğrudan ilişkilendirememesi, köylülük ile işçiler arasındaki sınıfsal bir çelişki/çatışmadan değil, işçilerin bir sınıf olarak hareket etme, çıkarlarının farkında olma, yani kendi için sınıf olma eksikliğinden kaynaklanıyor. İşçilerin emeğin yeniden üretimi dahil tüm emek sürecindeki maruz kaldığı sağlıksız koşullar ile ormanın başına gelenler bir ve aynı sürecin parçasıdır. Bu bahiste Polen Ekoloji Kolektifi'nin son dönemde öne çıkardığı "emekoloji" kavramı üzerinden yürüttüğü tartışmaları takip edebilirsiniz. Bu konuda burada daha fazla derinleşmeye gerek yok.

Buradaki termik santrallerin bölgenin enerji ihtiyacından değil, şirketlerin doğa talanı ve mülksüzleştirme yoluyla hızlı kâr ve ucuz sermaye yatırımından kaynaklandığı meslek odalarının, ekoloji örgütlerinin, siyasi partilerin pek çok raporuna konu oldu. En son Bahadır Özgür'ün Gazete Duvar'daki yazısı da oradaki "besin zincirini" gözler önüne serdi. Ama Akbelen'in ya da daha öncesinde Rize-İkizdere gibi benzerlerinin meşruluğunun sadece teknik bir mesele olmadığı, esasen bir demokrasi meselesi olduğu da ekoloji hareketinde de emekçi sol güçlerce de biliniyor. Bu demokrasinin, kapitalizmin küresel çok boyutlu krizi koşullarında, dahası küresel ekolojik çöküşün yarattığı katlanılmaz aciliyetteki yeni siyasi mücadele koşullarında, burjuva demokrasisinin kaygan zemininde artık var olmayacağı da az çok herkes için açığa çıktı.

Peki başka bir yerde değil de illa da oradaki yaşam koşullarını korumak için süren bir direnişin demokratik meşruluğunu, bu çöküş-kriz-felaket koşullarında devrimci bir hatta nasıl taşıyabiliriz? Soru bu olmalı, zira ara yolların hepsi denendi ve tükendi. Tükendiğinden emin olmak için dünyanın pek çok yanındaki güncel örneklere tekrar tekrar bakabiliriz. Peki siyaseten tükenen ara yollardan vazgeçme gerekliliği, ekolojik çöküşün aciliyet mefhumuna mı dayanıyor? Kesinlikle hayır. Ekolojik çöküşü sıcaklık eşikleri, son tarihler, geriye sayımlar üzerinden ele almanın karamsarlık, depolitizasyon, felaketçilik, ehven-i şercilik, vb. bir dizi sonuç doğurduğunu pek çok ülkede, özellikle gençlik kitlelerinin durumunda gözlemliyoruz. Çöküşe dair bilimsel verileri teşhir amaçlı kullanırken oklar sermaye düzenine yönelmediğinde oluşan sonuç, mülksüzlerin dünyanın yanıp kül olmasına dair duyduğu kaygı oluyor. Oysa zaten her bir gününü hayatta kalma mücadelesi içinde geçiren dünyanın lanetlileri için bu veriler ancak yeni bir dünyayı kuracağımız zemindeki engebeleri işaret eder.

Sorumuza dönelim ve ekleyelim: Neden devrimden daha azı bizi kurtarmaz? Emperyalizmin mali-ekonomik sömürgesi Türkiye'de yaşamanın diğer maddi gereklerinin yanı sıra kaybedecek bir anlam dünyamız da kalmamaya yüz tuttuğundan. Bu açıdan düzenin devrimci mücadele önüne diktiği ideolojik bariyerler artık daha geçirgen. Mücadele kaçınılmaz olarak herkesin kapısında ve onu örgütlü, bilinçli olarak yürütmeyenler fedadan kaçındıklarını sanırken daha beter durumlarla yüzleşiyorlar.

Evet, gücünü korumakta zorlansa da elde örgütler var; evet, dönemin gerektirdiklerini yapabilme kapasitesinden yoksunlar ama bu durum da aynı zamanda dönemin getirdiği zorluklardan; evet, ekolojik çöküşe dair anlayışlar geriden geliyor ama doğru alet çantası da burada. Soru, direnişleri oraya nasıl daha güçlü bağlarız? Dünyada süren kimi benzer yerli halk ve köylü hareketlerinin silahlı-silahsız tüm mücadele biçimlerini kullanan deneyimlerinden yararlanmak, kendi devrimci mücadele tarihimizin bu gibi yerel mücadelelerle kurduğu ilişkilere dair örnekleri hafızadan çıkarıp güncele taşımak başları bir yukarı kaldırıp ufku geleceğe doğru biraz kaydırabilir. Halk hareketliliğinin inişli çıkışlı dinamiği devrimci güçlere üzerinde hareket edecekleri bir zemin sunarken mevcut halk gerçekliğiyle nerede kesişim sağlanabileceğinin doğru bir etüdü de sonraki dalgalar için bir ön hazırlık sağlayabilir. Koşullar halkın ileri kesimlerini örgütlenmeye itiyorsa kitlenin nereye ve ne için örgütlendiği de yaşamlarımıza anlam katacak kazanımlar elde edebilmek için bir o kadar önemli.

Tüm bu başlıklar derinlemesine incelenmeyi hak ediyor. Zaman bu gibi konjonktürde hızlanıyor ve tüm mücadeleci kesimleri tarihsel rolünü oynamaya çağırıyor. Akbelen'de ve diğer her yerde tarih, bugün ekolojik çöküş yatağında yolunu arayan ezilenlerin yaşam savunusuyla yazılıyor.