Acar: Genel grev için bağımsız bir güven odağına ihtiyacımız var
Gençlik eylemlerinde açığa çıkan genel grev çağrısını değerlendiren DGD-SEN Genel Başkanı Neslihan Acar, işçi konfederasyonlarının sermaye ve rejimle ilişkisine dikkat çekerek, "Bu kadar proleterleşmiş ve cendere altında, bütün mekanizmaların dışına atılmış, söz hakkı elinden alınan kitlelerin, kendisine dönük bir güçlendirici çabaya, bağımsız bir güven odağına ihtiyacı var" dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) dönük operasyon ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasına tepkiyle açığa çıkan ve kısa sürede bunu da aşarak özgürlük talebi ekseninde pek çok kente yayılan eylemlerde üniversite öğrencileri, hem kampüslerde örgütledikleri boykotla hem de gerçekleştirdikleri kitlesel eylemlerle büyük yankı uyandırdı. Gençliğin eylemlerde özel olarak yaptığı vurgulardan biri de sendikalara, konfederasyonlara, bu mücadeleyi "genel grev, genel direniş"le ileriye taşımak yönünde oldu.
Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası (DGD-SEN) Genel Başkanı Neslihan Acar'la, gençliğin işçi sınıfı ve sendikalara dönük çağrısının altında yatan dinamikleri, güncel tabloda genel grevin olanaklı olup olmadığını ve bu 1 Mayıs'ta Taksim'de olmanın önemini konuştuk.
HIZLA YAYGINLAŞAN BİR PROLETERLEŞME VE YOKSULLAŞMAYLA KARŞI KARŞIYAYIZ
İBB'ye dönük operasyonla birlikte patlak veren eylemlerde gençlik hareketi hızla öne çıktı ve uzun yıllardan sonra en kalabalık gençlik eylemleri, yürüyüşleri yapıldı. Bu eylemlerde gençliğin sendikalara da genel grev, genel direnişe geçme çağrısı oldu. Siz bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gençlik dediğimiz artık salt üniversite öğrencilerinden oluşan bir toplam değil. Uzun yıllardır, özellikle AKP'li yıllarda hızlı bir proleterleşme, yoksullaştırma ve mülksüzleştirme saldırısı var. Türkiye halklarının büyük bir bölümü yoksullaşmış ve proleterleşmiş durumda. Bugün memleketin hangi ilçesine giderseniz ya bir OSB görürsünüz, ya da köylerde, Agrobay işçilerinin direnişinde gördüğümüz gibi, kendisi tarım yapan ve orada Agrobay gibi bir holdingin olduğu yerde kendi toprağından kopartılarak kendi toprağında yaptığı işi bir serada yapmaya devam eden kadın işçiler var. Bu gençler, bu halkın çocukları. Yani annesi babası işçi olan, işçilik deneyimlerini buralardan öğrenen çocuklar. Zaten gençliğin büyük kesimi de işçi. Bugün Kocaeli Üniversitesi'ndeki bir üniversite öğrencisi sadece üniversite öğrencisi değil, aynı zamanda depolarda ucuz iş gücü. Kampüslerden alınıyorlar, servislerle götürülüyorlar, 12-13 saat çalıştırılıyor ve tekrar geri getiriliyorlar.
SINIFIN KENDİSİ DE GENÇLEŞMİŞ DURUMDA
O yüzden de gençlik, bir tüketim boykotu örgütlerken ve bu boykot bayağı da iyi geçmişken, bu birlikte hareket halinin, üretim dışında tüketimden gelen gücün kullanılmasının yansımalarını gördük. Ama asıl çelişkiye odaklanıyor. Üretimden gelen gücün kullanılmasıyla yaptığı eylemlerin de hızlıca sonuç alabileceğini, taleplerin de hızlıca sonuç getirebileceğini biliyor. Artık sınıfın kendisi de gençleşmiş durumda. En azından depolar için bunu söyleyebiliriz, tersaneler için söyleyebiliriz, keza metalde, petrokimyada da, daha köklü ve nitelikli işçilik gerektiren işlerde de sınıf gençleşti ve gençlik hareketiyle, bu dönemde de açığa çıkan, bakışımlı gidiyor.
Memlekette holdingler var ve bu üniversiteler bu holdinglerin uzantısı. Eczacıbaşı'na ya da Özyeğin'e direnirken bir maden işçisi, aynı zamanda üniversitedeki gençliğe de seslendi, üniversitelerin önüne geldi. Bunların kendi ideolojilerine uygun gençliği yetiştirdiği ve birer holding aparatı olduğu da çok açık ortada. Biraz toplamın oraya seslenmesi de bir tesadüf değil, bu çelişkiden tutarak ve oradaki gücün asıl güç olduğunu, hem hükümeti, hem devleti sıkıştıracak, hem de talepleri çok daha hızlı alabilecek, bir sermayeyi de taraf yapabilecek potansiyeli olduğunu biliyor bu seslenişin. Yıllardır anlatıyoruz, en azından DGD-SEN pratiğinden yola çıkarak da anlattığımız şey buydu; özellikle en son yaptığımız iki direnişte, Trendyol ve Carrefour işçilerinin mücadelesinde, bir Sabancı Holding var, Sabancı Holding'in ahtapot gibi kolları var, üniversiteye, liseye, anaokuluna kadar, eğitimin olduğu her alana uzanan. Aynı zamanda Güler Sabancı'nın "hayır işlediği", "çocuklar okuttuğu", "bir hayırsever profili çizdiği" ama biz Carrefour'da işgal yaptığımızda 20 üniversite öğrencisi vardı orada, aktif eğitime devam ediyor gözüken.
'APOLİTİK' DENEN GENÇLER PANDEMİ SONRASI BÜTÜN O SÜRECİ İZLİYORDU
Bakıyorsun, biz deposunu örgütlerken Sabancı'nın diğer fabrikalarında da işçiler çalışıyor ve aslında sendikalı da çalışan işçiler var. Oradaki genç toplama ve kamuoyuna sesleniş, gençliğe dair seslenme var. Orada bir imaj düzeltme, "katil holding", "yağmacı holding" algısını silmeye çalıştığı PR çalışmalarının teşhir olduğuna dair bir tablo açığa çıkmış durumda.
Pandemi sonrası teşhir olan ve örtük olan bütün perdenin kalktığı yerde, "Z kuşağı" olarak nitelendirilen, "apolitik" ve "lümpen" genç grupların aslında bütün o süreci izlediğine dair bir veri sunmuş oluyor en nihayetinde. Tam olarak o çelişkilerin ve perdelemenin açığa çıktığı noktada doğrudan, sendikalara da değil, işçi sınıfına seslenmiş oldular. Son dönem biraz sendikalara dönük seslendiklerinde, o süreçte hiç sesini çıkartmayan Türk-İş açıklama yaptı, uzun yıllar sonra hem Kartal'da 1 Mayıs kutlaması çağrısı yaptı, hem de bütün o tutuklama ve gözaltılara, buradaki hukuksuzluklara dair tavır almış oldu, çok net olmasa da bunları dillendirmiş oldu. Gençlik tutum aldırmış oldu buraya da.
GENEL GREVİN OLANAKLARI ŞU AN YOK
Peki, genel grev şu an için olanaklı mı? Önümüzdeki somut tablo nedir?
En son söyleyeceğimi başta söyleyeyim, bunun olanakları şu an yok. Genel grev ve genel direniş çağrısının sendikalar tarafından örgütlenmesinin bir olanağı yok. Kayıtlı 16 milyon ve kayıt dışıyla yaklaşık 35 milyona yaklaşan bir işçi var Türkiye'de ve bu tablonun içerisinde de 2 milyon işçinin örgütlü olduğu, yani sendikalara üye olduğu, bunların 1.3 milyona yakınının da toplu sözleşmeden yararlandığı ve yaklaşık 1.3 milyonunun da -birkaç sendikayı içerisinden çıkartırsak- sarı sendikalara üye olduğu ve oralarda toplu sözleşme yaptığı bir tabloyla karşı karşıyayız.
Ama örgütsüz milyonlarca yığın var elbette. Güvencesiz çalışan, kayıt dışı çalışan, parça başı çalışan, mevsimlik çalışan milyonlarca bir işçi kitlesi de karşımızda duruyor. Sendikalar tarihini, 80 öncesine de alıp götürebiliriz, ama 2000'lerle özellikle özelleştirme süreçleriyle beraber bir yönetişim icat ettiler sermayeyle beraber konfederasyonlar. Önceden biraz çekinirlerdi, artık çok sık da fotoğraf verir haldeler. Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu'yla (TİSK) sık sık yan yana geldikleri, hak gaspları ve saldırılar karşısında içeride direnme eğilimi varsa bunu nasıl beraber yöneteceklerini ele aldılar. Bu sır olmayan bir durum, birçok veri var. 3 konfederasyonda artık -DİSK'i önceden bir parça ayırarak anlatırdık- çok net bir şekilde sermaye aparatlarına dönüştü. Çimsataş o yüzden çok kritik bir örnektir. Şalteri indirdiğinde Birleşik Metal-İş gibi daha ileride duran bir sendika dahi hızlıca orayı boğmaya, baskılamaya ve diğer fabrikalarda gelişebilecek herhangi bir hareketliliğin ve desteğin önünü almaya dönük pozisyon almış oldu.
SARI SENDİKALAR SERMAYE ADINA AJANLIK FAALİYETİ YÜRÜTÜYOR
2015 metal fırtınayı yaşadık. Metal fırtınayla birlikte Türk Metal'in sermaye ve devlet eliyle 300 bine yakın bir üyeliğe hızlıca ulaştırıldığı bir durumla karşılaştık. Metal özel bir işkoludur; metal işçisi eğer üretimi durdurursa bütün o sınıfın diğer katmanlarını da hızlıca mobilize edebilecek, peşine takıp sürükleyebilecek, bir direniş veya bir kalkışma anında, genel bir direnişi örgütleyeceksek, bu güce sahiptir. Bunun da önü sarı sendikalar tarafından alındı, mafyavari yöntemlerde fabrikalarda konumlandırıldığı ve ufak bir muhalefet, bir ses çıkarma halinde işçilerin hızlıca fabrikalardan uzaklaştırıldığı bir ajanlık faaliyeti de sendikalar, sermaye adına yürüttü, öyle bir pozisyon aldı.
Bizim son tabloda gördüğümüz de, havzalarda özellikle örgütlü ve sendikalı olan işyerlerinde sendika temsilcilikleri de bir insan kaynakları birimine dönüşmüş durumda. Patronun insan kaynakları işyerinde bir tehlike gördüğünde, sendika temsilcileri patronun önüne listeler koydu, kendisine muhalif, temsilcilik alabilecek pozisyonu yakalayabilecek işçileri uzaklaştırdığı vahim bir tablo var. Yine köylülüğün tasfiyesi var, buralarda korkunç işçileşme var. Bir küresel fabrikaya dönüşmüş durumda Türkiye. Sadece konfederasyonlar üzerinden tartışıyoruz, çok ciddi yetkileri var. Türk-İş eğer niyet ederse ve gençlik doğrudan seslenerek, teşhirini de yaparak, şimdiye kadar aldığı tutumu da eleştirerek bir pozisyon almaya zorlarsa bir dinamik buralardan yakalanabilir.
SARI SENDİKALARDAKİ İŞÇİYE DE SESLENEBİLECEK BİR ODAĞA İHTİYAÇ VAR
Ama asıl, bu kadar proleterleşmenin ve cendere altındaki, hem sendika, hem mahalle derneği, parti, meclis, belediyesinden, kendi sendikasından temsiliyetten kovulmuş, bütün o mekanizmaların dışına atılmış ve sadece o politikaların uygulandığı, söz hakkının elinden alındığı kitlelerin kendisine dönük bir güçlendirici çaba, odak ihtiyacı var ve şu an bu yok. Bizim önümüze koyduğumuz, tartıştığımız çeşitli zeminler olsa da; buraya güçlü seslenecek, Türk-İş'teki işçiye de, o sarı sendikalardaki işçiye de seslenebilecek bir güven odağına ihtiyacımız var, işçilere "Siz ayağa kalkın ve tutum alın, birlikte değiştirelim, dönüştürelim" diyecek. Savunma hattından çıkıp hak kopartıcı bir saldırı hattı da örgütlenebilir burada. İşçi sınıfı öğrenci hareketi gibi değil, yani bunları görür, biriktirir, ama burada bir güven odağı, çağrıcılık yoksa bu anlamıyla onu kuşatacak, çünkü o bütün düzen araçlarının dışında başına bir iş gelirse de, "Burada işten atılacaksan da, ya da şu sendika yarın silahıyla, külahıyla, mafyasıyla başına dikilecekse de burada biz varız, korkma" diyecek, yan yana duracağının güveniyle ancak buralara akabilir.
Ama şunu da gördük bu eylem süreçlerinde, bütün iş kollarındaki o genç işçiler üniversite hareketiyle birleşmeyebilir, ama bakışımlı, yani izliyor, görüyor, bireysel olarak da dahil oluyor eylemlere. Saraçhane'deki eylemlerde biliyoruz, çok fazla depo işçisi vardiyadan çıkar çıkmaz gittiler, yine Gebze'den toplu halde geçilen örnekler var. Ama kendi işyerlerinde bunu örgütlemek, denendi aslında birkaç fabrikada, bizim mücadeleci dediğimiz sendikalarda daha bir fısıltı halindeyken bu oldu, çok hızlıca çok ciddi tehditler aldılar.
Bu odağın inşası ve Türk-İş'in burada ittirilmesi şarttır. Türk Metal gibi bir sendikanın karşısında öğrenci hareketi de bir pozisyon almak zorunda. Şimdi, havzalarda yalnız, yani bütün o yurttaşlık hakları ellerinden alınmış, yoksullaştırılmış, Artvin'de doğasını savunduğu için katledilmiş Reşit Kibar, uzunca yıllardır kaybettiği tablonun içerisinde elbet burası da bir öfke biriktiriyor bu sendikal anlayışa karşı, hem de bağımsız sendikaların bütün pratikleri bu ana akım sendikaların ve konfederasyonların çeşitli gerekçelerini boşa düşürdüğü için doğrudan bir teşhiri var. Ama işçilerin güvenle akabileceği ve güvenle çağrıya icabet edebileceği bir güven odağının, bir emek odağının yoksunluğu önümüzde duruyor.
GENEL GREV GENEL DİRENİŞ ÇAĞRISININ ADRESİ AÇIK OLMAK ZORUNDA
Bir sendika başkanı olarak da sorumluluk hissediyorum elbette, bu genel grev ve genel direniş çağrısının muhataplarından biriyiz. Bizler de yıllardır genç işçilerle, üniversiteli işçilerle yan yana işgaller, direnişler örgütlüyoruz ve bugün ne yaşanıyorsa o gün de aynısını yaşıyoruz aslında. Polis saldırısı, tutuklama, baskı, engelleme, yasal engeller... Yine barikatları aştığımız, oradan bir kazanıma, zafere götüren çeşitli süreçleri de yaşadık. Ama asıl nokta konfederasyonların mutlaka hedefe konması ve bağımsız sendikalarla, mücadeleye yüzünü dönmüş sendikalarla birlikte bir güven odağı oluşturulmadığı sürece bu çağrının çok bir karşılığı yok. Sendikalar böyle bir hareket yokmuş gibi davranıyor zaten. DİSK biraz, Genel-İş de diyelim, büyük üyeliklerin olduğu, en kalabalık sendika orası olduğu için, muhatap olduğu patronlardan biri tutuklanmış oldu ve buraya dair şekli birkaç pozisyon almak zorunda kaldı, ama bu da kitlenin basıncıyla ilgili. Genel grev, genel direniş çağrısının adresi ve ismi açık olmak zorunda. Bütün o tabloda, sermayeye de pozisyon aldıracak, sendikalara da pozisyon aldıracak ve hükümeti asıl sıkıştıracak durumun kendisi Türk-İş'in, DİSK'in, Hak-İş'in ve KESK'in tutum almasıyla ilgili.
TAKSİM POLİTİK BİR MEKANDIR
Bu dönem patlak veren eylemlerde kitlelerde bir Taksim eğilimi de tekrar gelişti, eylemlerde en çok yapılan çağrılardan birisi Taksim Meydanına çıkmak yönünde oldu. Siz de DGD-SEN olarak 1 Mayıs'ta Taksim'de olacağınızı duyurdunuz. Siz nasıl bir bakış açısıyla Taksim çağrısı yaptınız?
Biz kurulduğumuz günden beri Taksim çağrısını ısrarla sürdürüyoruz. Bunun bir alan tartışmasına sığdırılamayacak kadar geniş olduğunu bu eylemler de açığa çıkartmış ve aslında bu tartışmayı bitirmiş oldu. Bir toplumsal hafızanın, mücadele hafızasının mekanıdır Taksim ve bir yerleşik olma halidir aynı zamanda, Gezi'den de bildiğimiz. Bu dönem gençlerin Özgür Özel'i de sıkıştırıp bir tehdit olarak, "Bunu yapmazsanız Taksim'e yürütürüm" diye sürekli hükümete sopa salladığı zemin. Kitleler bütün o kalkışma ve hak arama duyguları, hareketliliği yükseldiğinde Taksim'e döner yüzünü çünkü orası politik bir mekandır aynı zamanda, bütün dokusuyla, ruhuyla oynanmaya çalışılsa da.
İkincisi rejimin ve sermayenin, devletin topyekun korktuğu alandır. Her yıl orayı kapatma, Taksim tartışmasını açıldığı anda boğmaya çalışma, sendikaları Taksim ısrarından, vurgusundan kaçındırma, izinli alanlara sıkıştırılması aslında bir sınıftan kaçışın karşılığı. Egemenlere ve sınıfa toplamda şunu söylemek için Taksim diyoruz: Biz bir devrimci sınıf siyasetini sürdüreceğiz. Kimse olmasa da bunu sürdürmeye talip olduğumuzu ve bunu dosta, düşmana ilan ettiğimizi ve proleter devrimcilik çizgisini kalınlaştırmanın yolunun da bugün devletin yasaklamaya çalıştığı alanlarda olmakla ilgili olduğunu düşünüyoruz. Çünkü kitleler özgüvenle davrandığında da aynı refleksi gösteriyor. 4 günlük alan yasaklarını, kitlelerin o yasaklara karşı bir refleks halinde yasaklanan alanlara gittiğini Ankara'da da gördük. Uzun yıllardır çeşitli alanlara sıkıştırdı, Kızılay'da eylem yaptırmadı, çeşitli alanları yasakladı, o ilin kendisinde bütün o hafıza mekanlarından uzaklaştırdığı ve küçük caddelere sıkıştırdığı yerde kitleler buraya akıyor.
İşçiler için de aynı şey geçerli. Alan yasakları sadece bu dönem, bu eylemlerle sınırlı değil. Bizim ve diğer sendikaların direnişlerinde, alan yasağı geliyor sürekli, patronun evinin önü ya da caddesinde, bir holdingin, işyerinin etrafında, ilinde, ilçesinde düzenli olarak eylem yasaklarıyla, tutuklamayla, gözaltıyla, davayla karşılaşıyoruz.
MUHALEFETİN CHP ÜZERİNDEN DİZAYNINA KARŞI DA TAKSİM'İ SAVUNUYORUZ
1 Mayıs için bu yasaklı alanlarda olmaya dair bir irade geliştiriyoruz, bu alanları almaya ve burada devrimci bir siyaseti sürdüreceğimize dair ısrarın beyanı olarak. İşçilerin, en nihayetinde o yasal alanlara çağrıldığında da içleri rahat gitmediğini, Taksim hedefiyle 1 Mayıs'a gelmek istediklerini biliyoruz. Bu sene iki alan tartışılıyor, Taksim ve Saraçhane. Bu sene biz Saraçhane çağrısı çıkarsa da Taksim'de olacağız. Geçen sene DGD-SEN olarak Saraçhane'ye gitmiştik. Geçen seneden daha özel bir durum var. İmamoğlu'na özgürlük ve CHP propagandasına, mitingine dönüştürülme tehlikesi, riski var. İmamoğlu'nun serbest bırakılması ve belediye başkanlığına devam etmesi talebini sahipleniyoruz. Ama 1 Mayıs'ın bütün anlam ve öneminden, varoluş nedenlerinden çıkartılıp kitlelere bir CHP propagandası ve toplumsal muhalefetin CHP üzerinden dizayn edilmesine karşı da Taksim'de olmak gerektiğini savunuyoruz.
PARÇALANMAYA KARŞI TAKSİM BİZİ BİRLEŞTİRECEK MEKANLARDAN BİRİSİDİR
1 Mayıs işçilerin gençlik hareketiyle de, kadın hareketiyle de, köylülerle de, bu memlekette kim mücadele ediyorsa onlarla yan yana, birleşik mücadele edeceğimiz bir gündür. Taksim burada kritik önemdedir. O hafıza mekanlarına sahip çıkıyoruz aslında. Çünkü özellikle AKP'nin 20 küsur yıldır en çok yaptığı sınıfı hafızasızlaştırmak, bunun için EYT çıkartabiliyor. Bir deneyim aktarımını kestiği, mekanların ve üretim hattının böyle organize edildiği, işçilerin içinde izole edildiği, kentlerimizin izole edilmek ve temas kurmamak üzerine organize edildiği bütün o parçalanmaya karşı Taksim bizi birleştirecek mekanlardan bir tanesidir. Çokça böyle mekanımız vardır, ama Taksim en kritiğidir. İstanbul'u alan Türkiye'yi alır diyorlar, Taksim'i alan hakkını alır.
2013'ten sonra 2015 metal fırtınayı gördük biz, bütün o cendereye rağmen işçilerin binler, onbinler halinde kalktığına, sarı sendikacıları dövdüğüne ve fabrikalardan attığına şahit olduk. Bu hareket o hareketten daha öfkeli ve daha güçlüdür. Ciddi anlamda gençlik örgütlenmeye dönük bir çaba içerisinde, gözü kara hareket ediyor. Buradan sonra sınıfın da savunma ve sürekli bir "Yaşamak istiyorum" talebinden çıkıp daha hak kopartabileceği bir hareketliliğin önünü açacağı için de Taksim'i kuşatmak, o ablukayı yarmak zorundayız. Tarihsel önemine girmiyorum bile, hepimizde hafızası diri. Bizim orada, o mücadelede kaybettiklerimiz, kıymetlilerimiz var. Onları anmanın, onların sözünü ve mücadelesini yere düşürmemenin de adresidir Taksim.
SADECE YAPICI DEĞİL, YIKICI VE TEKRAR KURUCU İÇGÜDÜMÜZE GÜVENMELİYİZ
Son olarak eklemek istedikleriniz, yapmak istediğiniz bir çağrı var mı?
Ben bütün gençliğe aynı çağrıyı yapmak istiyorum: Bugün lise mezunu olmanızın, üniversite mezunu olmanızın bir anlamı yok. Bizler depo örgütlenmesi yürütüyoruz, avukatından mimarına, mühendisinden doktoruna ve gazetecisine kadar çok fazla üyemiz var, üniversite mezunları. Bizim üyelerimizin arasında üniversiteye giden öğrenciler var. Depolarda, fabrikalarda çok ağır koşullarda günün 15 saati sadece asgari ücret alabilmek için çalışan gençler var. Kader ortak. Üniversite gençliği ve işçi gençlik farklı değil, yaşam ortak, talepler ortak. O yüzden bizim birleşmemizin ve birlikte mücadele etmemizin kanallarını, bağımsız odağını yaratmak zorundayız. Sermayeden, devletten, bütün o ilişkilerden bağımsız bir güven odağı inşa etmek ve şimdiye kadar ürettiğimiz bu kadar kurumun, değerin, bütün o yapıcı, kurucu içgüdümüze ne kadar güveniyorsak yıkıcı olana da güvenmek zorundayız.
ERGÜN ATALAY'IN İMZA ATTIĞI ASGARİ ÜCRET SİZİN DE YAŞAMINIZI BELİRLİYOR
Bu yıkıcılığın ve tekrar kuruculuğun kitlelerde refleksi ve bilinci vardır, nüve halinde de olsa vardır. O anlamıyla iki ayrı tartışma değil bunlar. Öğrenci hareketi işçi hareketini ciddi anlamda etkileyebilir. Yüzünüzü 1 Mayıs'a giderken sendikalara, sendikaları, bu konfederasyonları sıkıştırmaya dönün, çünkü Ergün Atalay'ın imza attığı asgari ücret sizin yaşam koşullarınızı belirliyor. Sizin hangi yurtlarda kalacağınızı ve hangi yemekleri yiyeceğinizi, işçilerin de aynı şekilde belirliyor. Çocuklarımızın yaşayıp yaşamayacağına kadar belirleyicilikleri var. Bunları zorlamak, yıkmak, aşmak ve yenilerini kurmak zorundayız. Yaşasın 1 Mayıs.