4 Aralık 2024 Çarşamba

Deniz Altun yazdı | İşçi direnişlerinin ilk dersi

DİSK başta gelmek üzere mevcut kurumsal sendikalar ya bu basıncın rüzgarıyla dönüşüme uğrayacak ya da hareket kendi içinden yeni bir sendikal çizginin güçlerini olgunlaştırarak ortaya çıkaracaktır. Zamanın ruhu işçi sınıfına kazanmak için yeni bir beden bulma çağrısını yapmaktadır. Ve işçi sınıfı bu çağrıya her geçen gün biraz daha çok kulak kabartmaktadır. O beden ya bulunacak ya da yeni baştan yaratılacaktır. Zaferleri ve yenilgileri ile ilerleyen işçi hareketinin ilk dersi budur. Anlayana...

Saray rejiminin yaşadığı çok katmanlı krizin ideolojik, politik, ekonomik halleri ve bu hallerin konjonktürel ve yapısal yönleri üzerine düzinelerce makale yazıldı ve daha da yazılabilir. Ancak biz burada sorunun bir başka yanına; düzen muhalefetine yansıyan yönüne ve esas olarak da ona toplumsal destek ve dayanak sunan bir aparat olarak sendikaların oynadığı role bakmak istiyoruz.

AKP'nin iktidar denklemine dahil olduğu dönemin en karakteristik yanlarından biri de demokratik kitle örgütleri ve sendikaların gittikçe işçi ve emekçilerin öz örgütleri olmaktan uzaklaşarak muhalefet ve iktidarıyla düzenin yeniden üretimini sağlayan aparatlara dönüşmesi oldu. Sendikalar ve kitle örgütlerinin bir bölümü saray rejimi eliyle rant üretimi yada dağıtımı yapan, işçileri sadaka sistemi içinde birleştirip pasifleştiren organlara dönüşürken; diğer bir bölümü ise aynı süreci muhalefet örüntüsü içine girerek yaşadı. Ve tabi ki tüm bu dağılım işçi ve kitle örgütleri içindeki devrimci, demokratik ve mücadeleci güçleri ezmek yada en iyi ihtimalle etkisizleştirmek yoluyla gerçekleştirildi.

Bu bakımdan HDP örgütünün siyasi soykırım operasyonları yoluyla felç edilmesi, kitlesiyle arasına set çekilerek hareket etme ve harekete geçirme gücünün seyreltilmesiyle; DİSK içindeki mücadeleci güçlerin zayıflatılması, KESK'in emekçi memurlar içindeki ağırlığının düşürülmesi ve pasifleştirilerek kitlesinden koparılması, ya da mesela İHD gibi 12 Eylül faşizmine karşı sokakta mücadele içinde kurulmuş bir kitle örgütünün açıklama yapıp başvuru alan/takip eden bir STK'ya dönüşümü arasında bir bütünlük ve süreklilik olduğu ortadadır.

Kuşkusuz bu sürecin öncülleri ve bugün süren yanları da var. Ancak tablonun merkezinde 20 yıllık AKP iktidarının durduğunu söylemek yanlış olmaz. AKP'nin burjuva dönüşümün bayraktarlığına soyunduğu ilk dönemde de, faşist saldırganlığın koç başlığını yaptığı ikinci dönemde de süreklilik taşıyan yönelimlerinden biri de buydu. Ve formel olarak farklı görünse de aslında iki dönemde de kitle örgütlenmeleri içinde uyguladığı bu korporatif politikayla düzenin faşist karakterini yansıtıyordu.

Gelelim sadede... Saray rejiminin toplumsal meşruiyetini yitirdiği, düzen içindeki politik dizilim üzerine yeni senaryoların piyasaya sürüldüğü bu dönemde, tabanında mücadele istek ve yönelimi taşıyan, mücadeleci bir damardan gelip hali hazırda şu yada bu oranda dumura uğrayan DİSK gibi işçi örgütlenmeleri rejimin yaşadığı bu meşruiyet kaybı karşısında ne yapıyor? (Diğerlerini şimdilik bir yana bırakarak sol gösterip sağ vurması sebebiyle DİSK'e odaklanalım.) DİSK'in bürokratik dejenerasyon cenderesine girişinin yeni bir durum olmadığını biliyoruz. Ne var ki gerek içindeki mücadeleci güçlerin basıncı, gerekse de sınıf mücadelesindeki kabarışın geriye çekildiği uzun bir dönem boyunca bu durumun silikleştiğini, görece üzeri örtülebilir hale geldiğini söylemek yanlış olmaz. Ancak işçi sınıfının sermaye karşısında savunmasız kaldığı, içe kapanma eğilimini terk ederek ileri çıkmaya çalıştığı bir ortamda bu kriz çeşitli yönleri ile dışa vurmaya, yansımaya başladı. Bu bakımdan son yıllara damgasını vuran iki anın altını kalınca çizebiliriz. Birincisi sermayenin işçileri pandemi karşısında yoksulluğa, işsizliğe ve ölüme terk etme politikasına karşı göstermelik açıklamalar dışında bir tepkinin verilmemesi oldu. Aidat toplayıp açıklama yapan, kritik dönemeçlerde patronun yanında saf tutan bu sendikacılık anlayışı işçilerin sendikalara karşı güven duygusundaki erozyonu büyüttü. İkincisi pandeminin belli bir anından sonra derinleşen ekonomik kriz ve buna karşı son aylarda dalga dalga ilerleyen işçi direnişleri karşısında takınılan tavır oldu. Çoğunlukla kurumsal sendikaların dışında, yada en iyi ihtimalle ilerici devrimci güçlerin etkin olduğu şubeler ve bağımsız sendikalar üzerinden öne çıkan bu hareketin verdiği mesajı okuma basiretini bile gösteremeyen bu sendikal çizginin yaşadığı kriz gittikçe artan bir hızla belirginleşti ve bir kırılma noktasına doğru ilerlemektedir.

Mücadeleye atılan, kendine yol açmaya çalışan işçi sınıfı sadece direnme hattına girmekle kalmamaktadır. Bunu üzerindeki sendikal kabuğu parçalayıp atarak onun dışına taşarak yapmaktadır. 'Aliağa'da sendikaları karıştırmayalım', çorap direnişlerinde 'biz harekete geçelim sendikaları ihtiyaç olursa sonra çağırırız' diyen direnişçi işçilerin verdiği refleksin bir yanı bilinçle ilgili olsa da diğer yanının mevcut bürokratik kurumsal sendikalara karşı güvensizlikle ilgili olduğu açık değil mi? Ya da işçi direnişlerinin büyük bölümünün sendikasız işyerlerinde gerçekleşmiş olması tesadüf mü? Pandemi de işçileri işsizlik, açlık ve ölümle baş başa bırakan, Çimsetaş'ta işçinin patrona yönelen öfkesine set çeken, Kadıköy Belediyesi grevinde işçi iradesine patron lehine ipotek koyan ve sendikayı ücretlerdeki erime ve gerçek kadro talebi için öne çıkmaya zorlayan temsilcileri görevden alan; Adana Seyhan belediyesinde grev iradesini yok sayarak işçileri masada patronun önüne atan ve son olarak İzmir Çiğli belediyesinde açıkça grev kırıcılığı yaparak işçiyi satan bu sendikacılık anlayışı çürümüş bir kabuk gibi dipten gelen öfke karşısında çatırdamaktadır. CHP belediyeleri ya da patronla ile kapı arkası anlaşmalar ve fason üyelikler ile durumu kotarabileceğini düşünen bu akıl açıkça gerçeklikten kopmaktadır. Ve kendi varlık koşullarını ortadan kaldırmaktır. İşçi sınıfında büyüyen ve dışa vurmaya başlayan öfkenin sadece patronlara değil, işçi hareketi önünde engel haline gelen sendikalara yönelmesi ihtimali gittikçe güçlenmektedir. Ve bu tamamıyla meşrudur. İşçi sınıfı ya öz örgütleri olan sendikaların başına çöreklenmiş bu bürokratik uru temizlemek yada yeni bir sendikal harekete doğru kopuş seçeneği ile karşı karşıya kalacaktır. DİSK patronlar ve siyasi iktidarlara yanaşmalık yapan Türk-İş'in içinden çıkan mücadeleci güçlerin yükselen sınıf mücadelesi rüzgarına dayanarak ileri atılmasıyla kurulmuştu. Şimdi yeni koşullar ve yeni dinamikler temelinde benzer bir süreç olgunlaşmaktadır. DİSK başta gelmek üzere mevcut kurumsal sendikalar ya bu basıncın rüzgarıyla dönüşüme uğrayacak ya da hareket kendi içinden yeni bir sendikal çizginin güçlerini olgunlaştırarak ortaya çıkaracaktır. Zamanın ruhu işçi sınıfına kazanmak için yeni bir beden bulma çağrısını yapmaktadır. Ve işçi sınıfı bu çağrıya her geçen gün biraz daha çok kulak kabartmaktadır. O beden ya bulunacak ya da yeni baştan yaratılacaktır. Zaferleri ve yenilgileri ile ilerleyen işçi hareketinin ilk dersi budur. Anlayana...