20 Eylül 2024 Cuma

Elif Bayburt yazdı | Yankee eve döner mi?

Peki bizler, her seferinde büyük bir gururla mirasçısı olduğumuzu söylediğimiz bu tarihe layık bir pratik sergilemek için ne kadar çaba sarf ediyoruz? Geleneğin yıkıcı gücünden ne anlıyoruz? Askerlik anısı anlatırcasına bir tavırla geçmiş pratiklerimizi hatırlamak yetiyor mu, yoksa şu anki yetersizliğimiz üzerine düşünmemek, kendimizi avutmak için gerçekleştirdiğimiz bir pratik, üzerine konuşulmadan ortaklaşılan bir yenilgi ruhunun çıktısı olarak mı kalıyor?

"Geçmiş, kendisini kurtuluşa yönelten gizli bir dizini de beraberinde taşır. Zaten bizden öncekilerin içinde yaşadıkları havadan hafif bir esintiyi biz de duyumsamaz mıyız? Kulak verdiğimiz sesler içerisinde, artık susmuş olanların da yankısı yok mudur?... Böyleyse eğer, o zaman geçmiş kuşaklarla bizimkisi arasında gizli bir anlaşma var demektir. O zaman demektir ki, bizler bu dünyada beklenmişiz. O zaman bizden önceki her kuşağa olduğu gibi, bize de zayıf bir Mesih gücü verilmiştir ve bu güç üzerinde geçmişin de hakkı vardır. Bu, bedeli ucuz ödenebilecek bir hak değildir. Tarihsel maddeci, bunu bilir."
-Walter Benjamin, Tarih Kavramı Üzerine

Emperyal savaş aygıtı NATO, kuruluşunun 75. yıldönümünde Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) başkenti Washington'da toplandı. Yer seçimi tesadüfi değil kuşkusuz. Sonuç bildirgesinden daha fazla silahlanma ve daha fazla bloklaşma çıktı. Bizim açımızdan tek sürpriz, gelecek sene Lahey'de düzenlenecek zirvenin ardından, NATO 2026 zirvesinin Türkiye'de düzenleneceği duyurusu oldu.

Bu duyurunun ardından ister istemez hepimizin aklına iki şey geldi. Üzerinden 20 yıl geçen 2004 NATO İstanbul zirvesi eylemleri ve bugünlerde 55. yılını geride bıraktığımız 6. Filo eylemleri. Sosyal medyada pek çok afili tweet atıldı, video kolajlar döndürüldü, o eski güzel günler yad edildi ve gelecekleri varsa görecekleri de var denerek, bu seremoni son buldu.

Hafıza, doğru şekilde işlevlendirildiğinde devrimcilerin elinde çok güçlü bir araçtır. Bizler, bütün gücümüzü ve kavga irademizi, işçi ve emekçilerin, geniş halk kitlelerinin ezilmişliğine duyduğumuz nefretten, kitlelerin öfkesinin çeşitli dönemlerde ve biçimlerde patlak verdiği uzun soluklu bir tarihten alıyoruz. Umutsuzluğa kapıldığımız, bir çıkış yolu bulamayacak gibi olduğumuz her dönemeçte yüzümüzü Haiti'den Paris'e, Tahrir'den Taksim'e, Kobanê'den Gazze'ye, dünyanın dört bir yanında köle efendilerine karşı ayağa kalkan halkların yapıcısı olduğu tarihe dönüyoruz. Barikat başlarında, fabrikalarda, meydanlarda, sınıfın ve tüm ezilenlerin yeni ve eşit bir dünyaya duyduğu hasreti kuşanarak dövüşen, mücadelenin -ideolojik, politik, teorik- her alanında önderleşen Denizlerin, Rosaların, Paramazların, Chelerin, Ulaşların ayak izlerine basarak yürüyoruz. Geçmiş başarısızlıklarımız, yenilgilerimiz, bizler için sadece bir yakınmanın konusu değil, geleceği inşa ederken aynı hatalara düşmememiz için çıkarılacak derslerle dolu.

Ancak, dünyanın dört bir yanında ABD emperyalizmine karşı 1,2,3 daha fazla Vietnam diye haykıran, Türkiye'de 6. Filo'yu denize döken '68 kuşağını '68 kuşağı yapan şey, onun tarihi sadece hatırlamak değil, yapmaktaki ısrarıydı. Bugün de Türkiye devrimci hareketini ileriye taşıyacak olanın gençliğin dinamizmi olması tespiti, sadece genç devrimcilerin daha enerjik, daha mobilize olmasına değil, aynı ısrarı taşıyor olmalarına dayanıyor. 21. yüzyılda uzun bir yenilgiler dizgisine tanıklık eden, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin azgın saldırılarıyla, sermaye devletinin tasfiyeci kuşatmasıyla sınanan, geçinemeyen, barınamayan, çocukluktan itibaren kölelik koşullarında çalışmaya zorlanan, intihara sürüklenen gençler, kaybedecek hiçbir şeyleri kalmadığının farkında. Antiemperyalist mücadelenin her gündeminde, Gezi'nin yıldönümü ve 1 Mayıs'ın ön günlerinde, sadece hatırlama seanslarının parçası olmak değil, bu tarihin yapıcısı olmaya devam etmek istiyorlar. Ne yazık ki tasfiyeci rejim ve burjuva muhalefet, sadece gözaltı ve tutuklamalarla değil, aynı zamanda pek çok ideolojik aygıtla kolektif hafızamızda örümcek ağları örerken, Türkiye emekçi sol hareketinin bu kronikleşmiş nostalji hastalığını yarıp geçecek çok sınırlı sayıda pratikle karşılaşıyoruz. -Bu anlamda Filistin için Bin Genç ve 1 Mayıs'ta zorlanan Taksim barikatları umut yeşerten ancak yetinmememiz gereken iki örnek olarak gösterilebilir.- Devrimciler olarak gençliğin biriken öfkesini doğru kanallara yönlendiremediğimiz her anda, bu boşluğu Zafer Partisi gibi kontra örgütlenmelerin doldurduğu da önümüzde duran başka bir gerçeklik.

Emperyalist küreselleşme çağında, ekstraktivist tekellerin dört bir yandan ahtapot gibi kollarını sarmaya devam ettiği, halkın topraklarının, yer altı ve yer üstü kaynaklarının talan edildiği, emperyalizmin Ortadoğu'daki en ileri karakolu İsrail'in Filistin halkına dönük yakın tarihte eşi benzeri görülmemiş bir soykırımı devam ettirdiği bir düzlemdeyiz. İliç'te, deprem bölgesinde yaşanan katliamların acısı hala taze. Son örneğini Eti Krom grevinde gördüğümüz üzere patronlar, her anlamda büyük bir pervasızlık ve utanmazlıkla sömürüyü derinleştiriyorlar, işleri bu. IMF'siz IMF programı tüm hızıyla uygulanmaya devam ediyor, reçetenin en acı kısmı çocuk ve göçmen işçilere kesilerek. Rejim, kendi bekası için kayyumlarla, operasyon hazırlıklarıyla Kürt halkına dönük savaş politikalarında ısrar ediyor.

Peki bizler, her seferinde büyük bir gururla mirasçısı olduğumuzu söylediğimiz bu tarihe layık bir pratik sergilemek için ne kadar çaba sarf ediyoruz? Geleneğin yıkıcı gücünden ne anlıyoruz? Askerlik anısı anlatırcasına bir tavırla geçmiş pratiklerimizi hatırlamak yetiyor mu, yoksa şu anki yetersizliğimiz üzerine düşünmemek, kendimizi avutmak için gerçekleştirdiğimiz bir pratik, üzerine konuşulmadan ortaklaşılan bir yenilgi ruhunun çıktısı olarak mı kalıyor? Kadıköy rıhtımda yapılan basın açıklamaları, bildiri dağıtımları bizi kesiyor mu? Gelecek uzun yılları kendi çıkarları doğrultusunda büyük bir incelikle planlayan emperyalistler ve işbirlikçileri, pankartta ne yazacağı, önde hangi dövizlerin duracağı ve basın açıklamasını kimin okuyacağı gibi tartışmaları aşan, daha esaslı bir hazırlıkla karşılanmayı hak etmiyor mu? Belki de hepimizin kendimize bu soruları sorması gerekiyor, şimdiden, zirveye 2 hafta kala değil.

Bu mirası taşımak, büyük bir onur ve sorumluluk. Bu bilinçle, işçiler, emekçiler ve tüm ezilenlerin antiemperyalist, antifaşist, fiili meşru birleşik mücadelesini yükseltmek, şablonculuğa ve dar grupçuluğa hapsolarak değil, samimiyet ve yakıcılıkla yan yana gelerek hayata geçirilmesi gereken bir görev, hepimizin üzerine düşen. Buna giden yol da daha fazla eleştiri ve özeleştiriden, tarihimizle daha devrimci bir ilişkilenişten ve sınırlılıklarımızı doğru okuyarak yıkıp aşmaktan geçiyor. Yoksa Yankee eve döner mi, biraz zor görünüyor.