20 Eylül 2024 Cuma

'Maden projelerine karşı mücadele etmeliyiz'

Festivalin son günü çevre ve madencilik üzerine gerçekleştirilen panelde konuşan panelistler, maden projeleriyle çevrenin tahrip edildiğini belirterek, çevre tahribatına karşı asıl olanın fiili mücadele olduğunu vurguladı.

Dersim'de bu yıl, "Doğamızın ve irademizin gaspına izin vermeyeceğiz" şiarıyla düzenlenen 22'nci Munzur Kültür ve Doğa Festivali'nin son günü, çevre ve madencilik üzerine gerçekleştirilen panelle devam etti. Sanat Sokağı'nda gerçekleştirilen panel iki oturumda gerçekleştirildi.

Panelin ilk oturumunda çevre, ikinci oturumunda ise madencilik sorunları tartışıldı. Moderatörlüğünü Fatma Kalsen'in yaptığı çevre paneline, Demokratik Alevi Dernekleri (DEDEF) Munzur Koruma Kurulu üyesi Ulaş Yeğin, Polen Ekoloji Enstitüsü Eşsözcüsü Çise Yıldız ve Emek Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı Sedat Başkavak konuşmacı olarak katıldı.

'DERSiM iLiÇ OLMAYACAK'
İlk olarak konuşan Munzur Koruma Kurulu üyesi Ulaş Yeğin, doğanın bugün daha büyük bir madencilik faaliyetleriyle karşı karşıya olduğunu belirtti. Dersim'de doğa talanına neden olacak maden projelerine dair aktarımlarda bulunan Yeğin, tehlikenin Dersim'in her ilçesine yayıldığını kaydetti. Yeğin, "Doğamızı koruyacağız ama birlik, beraberlik olmadan buna karşı başarılı olacağımızı sanmıyorum. Maden sahalarına giriş yapıldıktan sonra bir şey yapamıyorsunuz. Önemli olan ruhsatlanmadan önce buna karşı koymak. Dersim, İliç olmayacak, buna izin vermeyeceğiz" dedi.

AĞAÇLAR KESİLİYOR
EMEP Genel Başkan Yardımcısı Sedat Başkavak ise Türkiye coğrafyasının AKP iktidarı döneminde büyük bir saldırı, talan ve tahribata maruz kaldığını ifade etti. Başkavak, tüm bu saldırıların bölgesel sömürü üzerinden planlandığını kaydetti. Kent kent, bölge bölge yapılması planlanan projeleri aktaran Başkavak, Şirnex'teki ağaç kıyımına dikkat çekti. Başkavak, "Halk kent merkezinde günde 50 tırın geçtiğini söylüyor, ağaçların kesildiğini söylüyor. Neyden para kazanılır, neyden ticaret yapılır, hangisinin ticareti nasıl yapılır diye büyük bir plan dahilinde yürütülen bir süreç yaşıyoruz. AKP, ‘Kalkına için ihtiyaç var, istihdam yaratılacak, karanlıkta mı kalalım, madem yerin altında mı kalsın' diyor. Maden üretimi olduğu yerlerde hiç gelişim yok. Örneğin Colemêrg'de bu kadar madencilik faaliyeti yürütülüyor ama Colemêrg halkının hayatında, geçim standartlarında bir değişiklik yok. Kalkınan şirketler olurken, ucuz işgücü olarak tarım üretimine katkı sunan köylüler, o enerji şirketlerinde ölümüne çalışıyor. Gelecek kaygısıyla çalışmak zorunda kalıyorlar" aktarımlarında bulundu.

'MÜCADELEYİ ÖRGÜTLEMELİYİZ'
Sistemi değiştirmeden çevre sorunlarının durdurulmasının mümkün olmadığını vurgulayan Başkavak, "Fiili ve hukuku mücadele veriliyor. Hukuki mücadele bir yere kadar gelebiliyor. Asıl mücadele fiili mücadeledir. Halkımızın kendi geleceğine sahip çıkma mücadelesidir. Çevre mücadelesi değil, nasıl bir ülkede, nasıl bir havada, nasıl bir toprakta yaşama mücadelesidir. Bu mücadele birlikte mücadeleyle sonuca oluştur. Mücadeleyi birleştirmediğimiz sürece, o saldırılar yarın buraya da gelecektir, o şirketler burada da faaliyetlerini yürütecektir. Bütün bu saldırılara karşı birleşik mücadeleyi örgütlememiz en önemlisidir" şeklinde konuştu.

'BÜTÜNCÜL BİR ŞEKİLDE POLİTİKA ÜRETİLMESİ GEREKİYOR'
Son olarak söz alan Polen Ekoloji Enstitüsü Eşsözcüsü Çise Yıldız, ciddi ekolojik yıkımlarla karşı karşıya olunduğunu dile getirdi. Sermaye düzeninin elini atmadığı hiçbir yer kalmadığını sözlerine ekleyen Yıldız, sermayenin en ücra köşelerde sömürü ilişkilerini oluşturduğunu belirtti. Sistem değişikliği olmadığı sürece ekolojik yıkımı farklı şekilde ortaya çıkaracağını sözlerine ekleyen Yıldız, çevre noktasında sermayenin çıkarını gözeten planlamalar yapıldığını kaydetti. Yıldız, "Emeği ve doğayı önümüze koyarak, savunarak örgütlenilmesi gerekiyor. Son yıllarda ekoloji mücadelesinde bazı aşılması gereken kısıtlılıkların olduğunu görüyoruz. Ekoloji mücadelesinin siyasetler üzeri bir mücadele oluğuna dair bir kanaat vardı. ‘Siyaseti buraya karıştırmayın' söylemlerini ekoloji mücadelesinde sıkça duyuyorduk. Bu eşik aşıldı diye biliriz. Ekolojinin artık devletle mücadele meselesi olduğunu görüyoruz. Tek bir yerelde odaklanmış mücadelenin ekoloji mücadelesini başarıya ulaştırmaya yetmeyeceği ortada. Yıkım saldırıları nasıl sistemselse, bütüncül bir şekilde politika üretilmesi gerekiyor" diye belirtti.
 
"En ufak bir hak arayışının gözaltılarla, baskıyla, polis şiddetiyle karşılandığı, kayyımların atandığı faşist koşullarda, kararlı mücadelenin sonunda kazanımların olduğunu gördük" diyen Yıldız, ekolojik mücadele sonucu elde edilen kimi kazanımlara dair örnekler verdi. Yıldız, "Hukukun olmadığı bir durum içerisindeyiz ama yine de aktif mücadelenin bu projelerin hukuki sürecinde de etki yarattığını görebiliyoruz. Örgütlenme olmalı. Bu hem kadınları, hem gençleri hem de emekçileri ilgilendiriyor. Ekolojik sorunlardan etkilenen bizleriz. Dolayısıyla ekolojiyi gündeme taşıyarak ekoloji mücadelesini güçlendirmemiz gerekiyor" çağrısında bulundu. 

Birinci oturumun ardından ikinci oturuma geçildi. Maden konulu ikinci oturuma Mimar ve Mühendisler Odası (TMMOB) Genel Sekreteri Dersim Gül, Maden Mühendisleri Odası Eski Genel Başkanı Mehmet Torun ve Maden Mühendisi Cemalettin Küçük konuşmacı olarak katıldı.

'MADENLERİN OLMASI AVANTAJ DEĞİL'
Madenlere belli bir zümrenin "malıymış" gibi el konulduğunu söyleyen Mehmet Torun, "Madenlerimizin olması tek başına avantaj değil. Hatta emperyalist ülkelerin göz dikmesiyle dezavantaja dönüşebiliyor. Afrika kıtası maden konusunda çok zengin bir coğrafya ama yine Afrika kıtasının dünyanın en yoksul kıtası olduğunu görüyoruz. Demek ki madenin olması tek başına insanlara mutluluk getirmiyor. İnsanların emeklerinin sömürülmesine, yoksulluk anlamına gelebiliyor" diye kaydetti.

Çok uluslu şirketlerin 500 ton civarında altın üretmek için 500 milyon tonluk toprak ve kayayı parçaladığını dile getiren Torun, bunların siyanürle yıkandığını belirterek, "Halkın malı olan maden bize kirletilmiş topraklar, ağaçları kesilmiş ormanlar olarak bırakılmış. Altın üretiminin ülkemize ciddi katkısı olmadığı gibi doğal yıkıma neden oluyor. Bunda sermayedarlar kazanıyor. Yıkanan çevredeki atıklarda uzun yıllar ağır metalleri hayata geçirerek doğaya, havayı tetikliyor" diye kaydetti. "Bu faaliyetlerde doğa zarar görüyor mu, yöre halkı bunlardan yararlanıyor mu sorularını sorduğumuz zaman mücadelenin yönü belliyor" diyen Torun, maden projeleriyle iş cinayetlerinin, doğa katliamlarının yaşandığını belirterek, bunun adının "sömürü madenciliği" olduğunu vurguladı.

'BİR ARADA OLMALIYIZ'
TMMOB Genel Sekreteri Dersim Gül, 13 Şubat'ta gerçekleşen ve 9 kişinin yaşamını yitirmesine neden olan İliç faciası üzerinden madencilik pratiklerine dair aktarımlarda bulundu. İliç'in önümüzdeki yıllarda çevreyi tehdit etmeye devam edeceğini belirten Gül, "Eğer halkımız doğasına, toprağına sahip çıkarsa iktidar baskısı hiçbir şey olmuyor. Birlikte olmalıyız, bir arada olmalıyız" dedi.

Son olarak söz alan Cemallettin Küçük ise, "Hiçbir siyasal iktidar halkına doğru söylemez. ÇED raporları dahil söyledikleri hiçbir şey doğru değildir. İliç ilk de değil son da değildir. Burada esas gelmemiz gereken konu İliç'in geldiği konum" diyerek, İliç'teki maden kaymasının sonuçlarına dair aktarımlarda bulundu. Küçük, "İliç teki yıkım sadece kayma ile alakalı değil. Doğanın altını üstüne getirmek vardır. Bunun için önümüzce bizi bekleyen tehlike için her alanda tartışma bitmiştir. Direniş hukukumuzun devreye girmemesi gerekiyor. Dağlarımıza, taşlarımıza dokundurtmayacağız" vurgusu yaptı.