10 Kasım 2024 Pazar

Rejim otoriter mi faşist mi?

Liberal solcular bu zayıflığı rejimin faşist olmadığının kanıtı olarak sunarlarken, tezlerinin zayıflığını farkederek, nitelemeyi "otokrasi rejimi"ne, "seçimli otokrasi cumhuriyeti"ne ilerleterek faşizm dememekte diretiyorlar.
Erdoğan diktatörlüğü, faşist terör altında hileli 24 Haziran'la son seçim dönemecini geçti. Yeni faşist rejimi hukuken kurumsallaştırdı.
 
Diktatörün deyimiyle "fiilen olanı yasalaş"tırdı ve yasal olarak işletmeye başladı. Aslolan Erdoğan faşizmine karşı mücadeleyi örgütlemektir.
 
Tanımlama ve kavramların mücadeleye yardımcı olacağı doğru bakış açısıyla, şu "otoriter rejim" teorisini eleştirmek gerekir.
 
Erdoğan diktatörlüğü için bu kavramı Türkiye'de daha çok Birikim yazarları yerleştirmeye çalışıyor. Fakat yalnız değiller. Liberal solcular, sol liberalleri de kollarına takarak bu tanımı yerleştirmeye çalışıyorlar.
 
Liberal solcuların bu çabası iki bakımdan önemli.
 
Birincisi, Erdoğan faşizmine karşı, hak ve özgürlükler için mücadele eden kitlenin bilinç ve kararlılığını geliştirmek açısından.
 
İkincisi, liberal solcular, Erdoğan'ın iktidarını süreklileştirmede ideolojik/siyasi destek vermelerini "affettirme" çabasını bile yeniden bir ideolojik barajlamaya dönüştürüyorlar. "Sessiz devrim", "demokratik devrim gibi" nitelemeleri, 2011'e değin kullanan Birikim ideologları, şimdi kendi katkılarını affettirmek için Erdoğan faşizmine karşı mücadele safında yeralmaya çalışıyorlar. Faşizme yedeklenen döneklere kıyasla görece iyi tavır. Ama bu kez de "otoriterizm" teorisiyle Erdoğan faşizmini hafifsetiyorlar.
 
Bunu burjuvazilerin dünya çapındaki faşistleşmesi dalgasının teorik nitelemesi olarak da kullanıyorlar.
 
"Komünizm sonrası" ülkelerdeki (Macaristan, Polonya) ve Çin ile Güneydoğu Asya ülkelerindeki faşistleşmeyi de, kapitalist merkezlerdeki faşist yasaların geliştirilmesini de, gelişen bu dalgayı; "liberal kapitalist demokrasiden …otoriter kapitalizm modeline" (İnsel, Otoriter Kapitalizmin Geleceği, Cumhuriyet, 03.07.18) gidiş olarak teorileştiriyorlar.
 
Oysa 1990'lardan bakıldığında, neoliberal ekonomik saldırganlık, kaçınılmaz olarak siyasi gericiliği ve faşizmi tırmandıracaktı.
 
"Komünizmin yıkılması"nın yarattığı "yakın devrim tehlikesi"nin geçici uzaklaşması koşullarında, burjuvaziler, kapitalist merkezlerde ve hatta başta Latin Amerika olmak üzere yeni sömürge ülkelerde de "liberal kapitalist demokrasi"ye esnemeyi bir süre ve belli ölçülerde uyguladılar. Fakat kriz koşullarında artık buna son veriyorlar.
 
Bu, kapitalist merkezlerde neofaşist hareketlerle, dünya tekelleri gruplarının mevcut iktidarlarını faşist yasalarla donatmada kendisini gösteriyor. Yükselen yeni emperyalist Çin'de Şi Jiping liderliğinin kalıcılaştırılması altında faşizan gelişme, Rusya'da Putin'in faşizan iktidarı da diğer örnekler.
 
Yeni sömürgeler ekonomik-mali sömürgelere dönüşürken, kriz ve halk isyanları koşullarında, bu ülkelerde burjuvaziler ve değişiklikleri askeri darbelerden (Tayland, Mısır), seçimle gelip faşist diktatörlüğe yönelenlere (Mursi, Erdoğan, Duterte, Uribe/ Santos/ Duque, Orban, Modi) uzanan çeşitlilikte faşistleşmeyi tırmandırıyorlar.
 
Bu gidişe "kapitalist otoriterleşme" nitelemesi yalnızca yetersiz değil, aynı zamanda faşizme karşı mücadelede bilinç kararsızlığı üreten hafifseme.
 
Erdoğan liderliğindeki faşizm, Türk burjuvazisinin, kriz, Kürt ulusal özgürlük devrimi ve Gezi ayaklanmasıyla ivmelenen kitlesel demokratik gelişme koşullarında karşı devrimci "tedbiri"dir.
 
Faşizm, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesine karşı, burjuvazinin açık terörist diktatörlüğüdür. Hitler'den, Suharto'ya, Mussolini'den Evren'e, Pinochet'den, İran Molla rejimi ve Saddam'a kadar uzanan çeşitlilikteki faşizmlerin ortak özelliği budur.
 
Şimdi de Erdoğan liderliğinde Türk burjuvazisi, Kürde soykırımcı saldırıyla, devrimci hareketi ve demokratik güçleri imha-yasak-zindanla tasfiye etmek, dışta işgallerle sermaye birikimini sıçratmak için yeni tipte faşizmi inşa ediyor. Politik İslamcı-Türkçü-neoliberalist ideolojik sacayağına dayanıyor.
 
Bunu faşizmle nitelemekten kaçınan liberal solcular, A.İnsel örneğinde teorisini yapmaya da çalışıyor. Burjuvazinin açık terörist diktatörlüğünün, faşizm nitelemesine yetmeyeceğini, "totalitarizm" ve "para militer güçler" ile seçime son"un şart olduğunu ekliyorlar. (bkn. İnsel, Mevcut Rejim… Faşist midir?, Birikim, 31.08.17)
 
Saray diktatörlüğünün, 24 Haziran'da başlayarak tüm yetkileri hukuken de elinde topladıktan sonra, MHP ve BBP'yle –dışında kalan partileri fiilen veya yasaklayarak- seçimi sınırlandırmak isteyeceği açık değil mi?
 
Uyduruk veya pragmatist, ama "yerlicilik", "politik İslamcılık", "kapitalist hızlı büyüme", "yeni Osmanlıcı yayılmacılık'tan oluşan "bütünsel ideolojik hegemonya" kurmaya çalıştığı da açık değil mi? Ayrıca, IŞİD'den, ÖSO ve Sultan Tugayları'na, Ülkücülere, Osmanlı Ocakları'ndan Peker mafya örgütlenmesine uzanan paramiliter güçleri de kullanmakta olduğu ve geliştirmek istediği yaşanan gerçek değil mi?
 
Fakat elbette yeni faşizm, Erdoğan'ın yükselişinin başlangıcında değil de, niteliğinin açığa çıktığı geç bir zamanında inşa edilmekte olduğu için ancak seçim desteği olan kitlenin bir bölümünü kalıcı yapabilir ve daha azı da paramiliter güçler olarak örgütlenebilir.
 
Bu Erdoğan faşizmin karakteristik zayıflığının da işareti. Fakat Erdoğan liderliğindeki rejimin faşist olmadığının kanıtı değil, faşizmin zayıflığının işareti.
 
Liberal solcular bu zayıflığı rejimin faşist olmadığının kanıtı olarak sunarlarken, tezlerinin zayıflığını farkederek, nitelemeyi "otokrasi rejimi"ne, "seçimli otokrasi cumhuriyeti"ne (İnsel, Birikim, 27.06.18) ilerleterek faşizm dememekte diretiyorlar.
 
İnsel ve yol arkadaşları Erdoğan'la müttefiklik "suç ortaklığı"nı demokratik güçler nezdinde affettirmeye özeleştiri yapma dürüstlüğünü göstermeden çalışırlarken, diğer bir ideolojik barikat örmeye çalışsalar da, Erdoğan rejimi faşisttir.
 
Sıranın kendilerine gelmesinden sonra faşist rejim diyeceklerse o zaman zaten çok geç olacak!