11 Kasım 2024 Pazartesi

Asya ve Bahadır: Faşizmi yıkmak için direnişi büyütmekten başka yol yok

SYPG temsilcileri Berîtan Asya ve Haydar Bahadır, faşist şeflik rejiminin ilk kez ikinci parti konumuna düştüğü yerel seçimler ile bölgesel gelişmeleri ve işgal hazırlıklarını değerlendirdi. Asya ve Bahadır, faşizmi yıkmak için direnişi büyütmekten başka bir yol olmadığını vurguladı.

Halkların Birlik ve Dayanışma Kurumu (SYPG) temsilcilerinden Berîtan Asya ve Haydar Bahadır, Özgür TV'de yayınlanan Özgür Rojava programına konuk oldu.

Asya ve Bahadır, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da gerçekleşen yerel seçimler ile Van'da başlayarak birçok kente yayılan halk direnişini değerlendirdi. Türk devletinin Rojava ve Medya Savunma Alanları'na yönelik yeni işgal tehditleri ile siyasal gelişmelere ilişkin görüşlerini aktardı.

SYPG temsilcileri Berîtan Asya ve Haydar Bahadır'ın yanıtları şöyle:

SALDIRILARA KARŞI DİRENİŞLERİN İÇ İÇE GEÇTİĞİ BİR SÜREÇ OLDU

Geride kalan süreç söz konusu olduğunda ezilen halklar, kadınlar bakımından politik özgürlük mücadelesinde önemli eşikler olarak 8 Mart ve 21 Mart yaşandı. Bu eşiklerde ezilenler bakımından nasıl bir tablo açığa çıktı?
Berîtan Asya:
Öncelikle Özgür TV izleyicilerini, aynı zamanda 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde, Newroz diriliş bayramını sokaklarda eylemle karşılayan bütün işçi, emekçi kadınları ve bütün halklarımızı selamlayarak başlamak istiyorum.

Sizin de ifade ettiğiniz gibi aslında yoğun bir politik atmosferin yaşandığı süreci geride bırakmış olduk. Mart-Mayıs süreci, hem dünya ezilenleri, işçi ve emekçileri ve kadın hareketi bakımından, aynı zamanda da Türkiye ve Ortadoğu halkları bakımından takvimsel (mücadele) günlerinin olduğu, direniş ruhuyla dolu bir siyasal süreçtir. Bu dönemin ayırt edici yanlarından biri 8 Mart ve Newroz'un Türkiye ve Kuzey Kürdistan bakımından seçim süreciyle iç içe geçmesiydi. Türkiye ve Kuzey Kürdistan halkları için önemli dönemeçler ve eşikler oldu.

8 Mart'tan başlayacak olursak; aslında önceki yılların bir devamı olarak bu dönemde AKP-MHP faşist rejimi erkek egemen baskıları arttırdı, kadın hareketine ve kadın kazanımlarına yönelik yok etme saldırılarını sürdürdü. Erkek egemen devlet yapısına karşı yine kadınları "makbul kadın" çerçevesine sığdırmaya yada şef tipi aile yapısının duvarları arasına sıkıştırmaya çalıştı. Rojava kadın devrimine yönelik kuşatma ve tasfiye saldırıları oldu. Bu saldırılara karşı Kürt, Türk, işçi ve emekçi onbinlerce kadın, Türkiye ve Kürdistan sokaklarına çıktı. Ortadoğu'da ve dünyada yüzbinlerce kadının sokaklara çıkması, erkek egemen faşist diktatörlüklere ve kapitalizme karşı çok güçlü bir cevap oldu.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'a dönecek olursak, 8 Mart sürecinde bir taraftan da Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan'a yönelik tecride karşı bir kampanya örgütlendi. Özgürlük Yürüyüşü ve yine aynı dönemde kadın haklarının gasbına ve kadın katliamlarına karşı eylemler oldu. Hapishanelerde tutsaklara yönelik saldırı konsepti ve tecrit saldırısına karşı binlerce tutsağın açlık grevleriyle cevap verdiği bir direniş süreciyle birleşti 8 Mart kutlamaları.

Aynı zamanda "Jin jîyan azadî" sloganıyla Rojhilat Kürdistanı'nda başlayan ve dünyaya yayılan isyanı da arkalayarak bir kadın direnişi, kadın özgürlük mücadelesi örgütlendi. Özellikle 8 Mart'ta işgale, savaşa ve Rojava kadın devrimine yönelik saldırılara karşı güçlü direniş mesajları verildi.

Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye'deki 8 Mart kutlamalarına bakacak olursak; Kürt, Arap, Ermeni, Süryani yani bütün halklardan kadınların, devrimi sahiplenme ve özsavunmasını geliştirme; aynı zamanda Kürt kadınları bağlamında "Öcalan'a özgürlük, Kürt sorununa çözüm" şiarıyla sokağa çıktığı bir dönemden geçtik. Bu 8 Mart'ta, kadın özgürlük hareketinin mesajlarının çok güçlü verildiğini ifade edebiliriz.

8 Mart; sosyalist, komünist kadınlar tarafından "Eşit, özgür yaşam" ve "Kadın devrimi kolay değil, ama zafer kesin" sloganıyla karşılandı.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan cephesinde elde edilen seçim zaferinin, halk iradesinin aslında İstanbul'dan Amed'e milyonların katılımıyla gerçekleşen Newroz kutlamalarında yankılanan sloganlarda ifadesini bulduğunu belirtebiliriz. Buradan şunu ifade etmek mümkün, 8 Mart ve Newroz döneminde saldırılara karşı direnişlerin iç içe geçtiği bir süreç oldu.

FAŞİST ŞEFLİK REJİMİ TOPYEKUN BİR SAVAŞ YÜRÜTÜYOR

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da ezilenler ve politik öncüler olduğu kadar egemen sınıflar bakımından da önemli bir başlık olarak 31 Mart yerel seçimlerini geride bırakmış olduk. Seçim sonuçları, egemen sınıflar ve ezilenler cephesi bakımından tartışacak olursak, ne tür sonuçlar açığa çıkardı?
Haydar Bahadır: Faşist şeflik rejiminin; kadınlara, Kürt ulusuna, işçi ve emekçilere, gençlere, doğaya ve bütün insanlığa karşı politikalarına karşı savaşan, mücadele eden, başta zindanlarda, dağlarda, fabrikalarda, atölyelerde yaşamın her alanında direniş saflarında yer alan bütün emekçileri ve mücadeleci kesimleri selamlıyorum.

Berîtan arkadaş aslında süreci özetledi. Devrimciler açısından 8 Mart, Newroz, 12 Mart Gazi ve Qamişlo katliamları, Halepçe katliamı gibi önemli tarihsel süreçlerden geçtik.

Şöyle bir tablo çıktı karşımıza; faşist şeflik rejimi Kürt ulusuna, kadınlara, direnenlere, devrimcilere, yaşamın ve mücadelenin her alanında teslimiyeti, tasfiyeyi dayatıyor. Topyekun bir savaş yürütüyor. Kesinlikle büyük bir direniş ortaya konuldu. Gerek 8 Mart'ta olsun, gerek Newroz'da olsun. Hem Türkiye'de hem Bakur'da çok güçlü bir karşı koyuş oldu. Direnenler teslim alınamadı. Moral ve motivasyonun yükseldiği, mevzi kazanılan, hatta belirli alanlarda faşist şeflik rejimine geri adım attırılan bir süreçten geçerek yerel seçimlere geldik. Yerel seçimlerin, karşı cepheler arasındaki çarpışmanın ilk etaptaki önemli ikinci aşaması olduğunu vurgulamak gerek.

Faşist şeflik rejiminin temel birkaç amacı vardı. Birincisi; Bakurê Kürdistan'da hileyle, hurdayla, insanları devşirerek, asker-polis militarist güçlerle, taşıma kuvvetlerle seçimi almaya yönelikti. Yani kayyum politikasının bir başka versiyonunu uyguladı. Türkiye cephesinde de CHP'ye karşı mevzi kaybedeceği alanlarda devletin bütün olanaklarıyla seçimleri kazanmaya yönelik bir politika belirledi. Ama şöyle bir süreç vardı: AKP-MHP faşizmi 22 senedir iktidarda ve her yeriyle çürümüş bir iktidar. Yağma ve talan üzerine kurulu. Bugün kendi içinde de parçalanmış durumda. Çünkü ilk dönemler, tabanı da belirli oranlarda nemalandırıp, faydalandırdılar. Ama kapitalizmin mantığı gereği, AKP sermayesi de kendi içerisinde tekelleşti. Merkezileştikçe de dağıtacakları sınırlı kaldı. Çünkü kazanç belirli merkezlerde toplanmaya başladı. Özelleştirmelerle doğayı yağmalıyor. Aşırı ucuz işgücü kullanıyor, 'Ortadoğu'nun Çin'i olacağız' cümlesi bu anlama gelir.

Kadınlara saldırıyor. Kadın emeğini çok ucuza kullanıyor. Yani her şeyiyle çürümüş, kokuşmuş, yozlaşmış, talan ve rant üzerine kendini idame ettirmeye çalışan bir kapitalist model inşa ettiler. Şimdi kendi sınırlarına dayadığı için başta emekçilerin, ezilenlerin, emeklilerin yani emeğiyle geçinen bütün toplumsal kesimlerin en basit taleplerini bile karşılamaktan yoksun, aciz. Çünkü onu teknik olarak da, ekonomik olarak da karşılayamaz. Bu onları büyük bir açmaza sürükledi.

Bir taraftan da Kürt ulusuna ve devrimcilere karşı topyekun bir saldırı yürütüyor. Kürt halkının iradesine karşı kayyumlar atadı, her tarafı ele geçirdi. Rojava'ya sürekli saldırı halinde. Sürekli devrimcileri, altyapı tesislerini, ekmek fabrikalarından sanayi tesislerine, sağlık merkezlerine kadar her tarafı bombalıyor, katlediyor. Sosyal yaşamı yakıp yıkıyor. Şimdi bu yetmedi, Başûrê Kürdistan'da bir savaş yürütüyor, işgal politikası yürütüyor. Buna hazırlanıyor.

İRADE SAVAŞINDAN GÜÇLENEREK ÇIKTIK
Böyle bir atmosferde seçimlere girildi. Tabii bu bir daralma yarattı tabanında. Çünkü vereceği bir şey kalmayınca gerilemeye başladı ve ciddi diyebileceğimiz bir oranda yenilgi aldı. Tarihsel bir yenilgi diyebiliriz bu anlamıyla. Yani bunu CHP'ye mal etmemek lazım. Bugün tercihleri farklı olabilir, burjuva partilerine yönelmiş olabilir. Yani kitlelerin, ezilenlerin, emekçilerin, yoksulların, Kürtlerin, kadınların tercihi AKP'den kopma, uzaklaşmadır. Ve bir arayışa girdiler. Dün sabit olan, biraz daha statik olan oy oranı, partilere yedeklenme veya partili olma durumu bugün değişkenlik göstermeye başladı. Bu önümüzdeki süreçte daha da ilerleyecek.

Kürdistan'da gerçek anlamda yenildi. Faşist şeflik rejiminin Kürdistan politikası, Kürt halkına dayatılan asimilasyon, sömürgeci işgalci yok etme ve teslim alma politikaları iflas etti. Halk birliğini, iradesini sağladı. Güçlü şekilde bunu ortaya koydu.

Doğal olarak şöyle bir tablo çıktı karşımıza; bir tarafta net olarak ezilen Kürt ulusu ile birlikte ittifak kuran, kaderinin aynı zamanda demokratik ekonomik özgürlüğü, politik özgürlüğü kazanmanın Kürt ulusal hareketiyle birliğinden geçtiğini bilen, ittifak kuran gerçek üçüncü cephe, devrimci cephe. Diğer tarafta ise burjuvazi ile emekçi sol kesimden bir kısmının yedeklendiği, yön kaybı yaşayarak kuyruğuna takıldığı, merkezinde AKP-MHP faşizminin durduğu bir burjuva cephe. Bu ikisi cephe arasında çok net bir çarpışmayla geçti bu seçim, bir irade savaşına dönüştü. Bu savaştan biz bırakın geri adım atmayı, yenilmeyi yada tasfiye olmayı, güçlenerek, birleşerek ve örgütlenerek çıktık. Moral ve motivasyon kazanarak çıktık. Kazanan gerçek anlamıyla ezilenler cephesi oldu.

AKP-MHP faşist yönetimi kaybetti. Yani istedikleri hedefe ulaşamadı. O zaman, hemen Kürdistan'da savaş politikasını devreye sokmaya geçti. Çünkü artık ekonomik yada demokratik açılımlarla, sahte söylemlerle kitleleri aldatacak ve yedekleyebilecek hiçbir şey kalmadı.

Böyle bir yenilgi, doğal olarak emperyalistlerin de ilişkisini değiştirecektir. Şimdi AKP'nin önünde basit birkaç yol var. Bu süreci nasıl atlatacak? Yani nasıl tersine çevirecek? Biri; Kürdistan'da işgal savaşını arttırarak. Dünkü kayyum politikasını devam ettirerek. Nitekim hemen daha bir gün bile geçmeden Van'da kayyumun başka bir biçimiyle halkın iradesini gasp etmek istediler ve bunun devamı gelecektir.

Aynı şekilde kadınlara saldıracaklar, işçi emekçiyi daha fazla açlığa mahkum eden bir politika izleyecekler. Ekonomi Bakanı Şimşek, emperyalist devletlere "Rahat olun, biz kemer sıkma politikasını devam ettireceğiz" diyor. O zaman emperyalistlerden sermaye devşirmeye sarılacak. Bunun için onlara politik olarak daha fazla yedeklenecek. Çünkü dünkü gibi eli güçlü bir faşist şef yok ortada. Artık yenilgi yaşamış ve bu artık durdurulamaz biçimde devam edecek bir süreci beraberinde getirecek.

Bu anlamıyla çarpışmanın birinci evresi tamamlandı. Daha uzun soluklu, 1 Mayıs, işgal ve benzeriyle ikinci evresine geçecek ve daha yoğun, sert bir çarpışma süreci bizi bekliyor.

TÜRK DEVLETİNİN TEMEL AMACI GERİLLAYI TASFİYE ETMEK

Son dönemde Ankara-Bağdat arasında yoğun diplomasi ziyaretleri dikkat çekiyor. Bu ziyaretlerde PKK'ye karşı tasfiye saldırılarının yanı sıra iki ülke arasında yeni bir ticari yol projesi üzerine görüşmeler yapıldı. Yapılan açıklamalarda yaz döneminde Güney Kürdistan ve Rojava'ya dönük yeni işgal saldırıları olacağının mesajı verildi. Bu gelişmeleri Rojava ve bölge halkları bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Berîtan Asya:
Türkiye yada Kuzey Kürdistan'da Türk devletinin sabit gündemlerinden biri işgal saldırısıdır. Bunun bir parçasını Başûrê Kürdistan, bir bölümünü Rojava devrimi oluşturur. Faşist Türk devletinin temel kodlarında Kürdistan işgali yatar. Halihazırda Kürdistan'ın Kuzey parçasını sömürge altında tutan Türk devleti, Rojava devrimine her gün farklı yöntemlerle saldırıyor.

Bugün en fazla gündemde olan, Türk devletinin Başûrê Kürdistan'da KDP gibi işbirlikçi güçlerin yardımıyla, Irak hükümetini de belli kimi ekonomik ve askeri anlaşmalarla arkasına alarak gerilla bölgelerine yönelik işgal saldırısı. Kalkınma Yolu bu dönemde gündemde olan projelerden biri. Bunu sadece ekonomik boyutuyla değerlendirmek yanlış olur, eksik kalır. Türk devleti ağır bir ekonomik kriz içerisinde. Bunu Türkiye'de her gün değişen enflasyon oranlarında görüyoruz.

Nihayetinde sömürgeci kodları olan bir devletten bahsediyoruz. Bu kalkınma yolu projesi milyon dolarlar tutarında olan bir demiryolu ve otoyol projesi. Çin'i Ortadoğu'ya bağlayacak ve bütün bu ticaret yollarının Türkiye üzerinden geçirilmesi planlanıyor. Bu buzdağının görünen yüzü. Erdoğan'ın kafatasçı bakanı Hakan Fidan her gün Hewlêr ve Bağdat yolunda. Diplomasi trafiğinin gündemlerinden biri bu proje olsa da aslında en önemli gündemi sömürgeciliğe, faşizme karşı direnişi büyüten gerillayı yok etmek. 31 Mart seçimlerinden hemen sonra işgal saldırısının başlaması olasılık olarak değerlendiriyordu. Nisan ayında faşist şef Erdoğan'ın Irak ziyareti gerçekleşecek.

Bu Kalkınma Yolu Projesi aynı zamanda halihazırda duvarlarla birbirinden kopartılan Kürdistan topraklarını bir de kendi içerisinde bölümlere ayırmayı amaçlıyor. Çünkü görüldüğü kadarıyla bu proje, Musul ve Şengal'i Başûrê Kürdistanı'ndan ayırıyor. Rojava'yı ve gerilla alanlarını tecrit etmeyi hedefliyor. Zaten faşist Erdoğan 30-40 kilometre derinliğe doğru işgal saldırısı hedeflerini ifade etmişti. İşgal saldırısı ilk etapta Garê'yi ve Metîna'yı hedefliyor. Buralarda gerillayı tasfiye etmek gibi çok yönlü bir strateji güdüldüğünü ifade edebiliriz.

Tabi, İran yada diğer Arap ülkeleri gibi bölgesel güçlerin ve uluslararası güçlerin rolüne de dikkat çekmek gerekir.

BİRLEŞİK MÜCADELEYİ BÜYÜTMEK OLDUKÇA ÖNEMLİ
Newroz'u gerillanın hava saldırılarını bertaraf edecek savunma sistemini elde ettiğine dair sürprizle karşıladık. Bu yeni dönem gerillacılığı bakımından çok önemli bir moral kaynağı. Şunu ifade edebiliriz, Newroz'da açığa çıkan moral, seçimlerde halkımızın elde ettiği başarı ve zaferi besleyen gerilla direnişi bugün moral üstünlüğü elinde bulundurmaktadır ve ağır darbeler vurmaktadır.

Keza bugün Rojava'ya yönelik saldırılar var. Bugüne kadar düşmanlaştırılmaya çalışılan, içeriden parçalanmaya çalışılan Rojava devrimini 12-13 yıldır tasfiye edemedi. Saldırılar, halkların, kadınların, gençlerin direnişiyle karşılaşıyor. Özerk demokratik sistemi güçlendiren, askeri kuvvetlerinin arkasında duran bir Rojava devrimi gerçekliği var.

Yine Kuzey Kürdistan'da on yıldır en kirli, faşizan yöntemler uygulamasına rağmen sandıklara gömüldü. Aslında yenilgisinin başlangıcı diye ifade edeceğimiz bir dönem. Bu sonu derinleştirmek bakımından, emekçi sol hareket tarihi bir fırsat yakalamış durumda.

Bugün işgalci Türk devletinin saldırıları parçada görünse de, aslında bütün halklara yöneliktir. Bugün seçim değerlendirmelerinde 'milyonlarca emekli AKP'ye niye oy vermedi' diye konuşuluyor. Açlık, yoksulluk. İşte AKP faşizmi sizin emeğinizi savaşa yatırdığı için bugün açlık, yoksulluk, işsizlik yaşanıyor.

Direniş odaklarını büyütmek ve güçlendirmek, KDP'nin işbirlikçi çizgisini teşhir etmek, Başûrê Kürdistan halkı içerisinde örgütlülüğü güçlendirmek oldukça önemli. KDP gibi işbirlikçi çizgide hareket edenlerin yanı sıra bir de YNK çizgisi var. Ne kadar tehditlerle boyun eğdirmeye çalışılsa da YNK güçleri, kendi halkına karşı suç işlemeyi reddetti. Bunun işgalci Türk devletinin saldırılarını zayıflatan bir yerde durduğunu ifade etmek gerek. Birleşik mücadeleyi büyütmek oldukça önemli.

AKP İLE DAİŞ ARASINDA SİYASİ ORTAKLIK VE ÇIKAR İLİŞKİSİ VAR

Son dönemdeki önemli gündemlerden biri de 22 Mart günü Moskova'da düzenlenen saldırıydı. Bu saldırıda çok sayıda kişi hayatını kaybetti. Saldırıyı DAİŞ Horasan örgütü üstlenmişti. Saldırıya ilişkin çeşitli spekülatif tartışmalar da yapıldı. Bu saldırının amacı, bölgeye yansımaları ve Türk devletinin bu saldırıdaki rolüne dair neler söyleyebilirsiniz?
Haydar Bahadır: Bugünü doğru okuyabilmek için biraz düne bakmak lazım. Örneğin faşist sömürgeci işgalci Türk devleti, emperyalist ABD yada Avrupa Birliği güçlerinin bu politik islamcı faşist çetelerle ilişkisi ne? Yani tesadüf mü, dönemsel mi, başka bir şey mi?

Biraz düne bakalım. Sovyetler'e karşı, örneğin El Kaide'yi ve diğer politik islamcı çeteleri kim örgütledi? CIA eliyle doğrudan ABD emperyalizmi ve Avrupa. Bu çok açık. Burada, Rojava'da bize karşı ilk kim örgütledi? Eğit-donat programı, ABD ile Türk devletinin programıydı değil mi? Yani siyasal ve tarihsel olarak bunların politik islamcı faşist çetelerle çok güçlü bağları var.

O dönem yanlış hatırlamıyorsam ABD'nin Dışişleri Bakanı Madeleine Albright idi, ona epey bir süre sonra röportajda sormuşlardı, "Siz El Kaide gibi bir örgüt yarattınız şimdi pişman mısınız?" diye. Cevabı çok netti: "Sovyetlerin yıkılması mı önemliydi, yoksa El Kaide gibi bir örgütün kurulması mı?" Bu kadar açıktır. Şimdi daha yakın döneme bakacak olursak, DAİŞ'in en büyük ideolojik, örgütsel, politik müttefiki kim? Faşist Türk devleti, politik islamcı faşist şeflik rejimi. Somut örneklere bakalım. Rojava devrimine karşı bütün çeteleri kim örgütledi? Kim bunlarla hareket etti? MİT tırları nereden çıktı? Kendi iç çelişkilerinden dolayı yansıdı değil mi? İdlib'te kim var? Oradaki El Kaide uzantısı Heyet Tahrir El-Şam kim? Sultan Murat Tugayları var. Serêkanîyê işgalindeki bölgeler var. Girê Spî var. Efrîn işgalindeki bölgeler var. Buradaki bütün bu çeteler kim? On binlerce çete var buralarda Türk devletinin himayesinde. Onları doğrudan kontrol eden, her tarafta onları yöneten, gerek Rojava olsun, gerek dünyanın farklı taraflarındaki katliamlarda suç ortağı olan kim? Taliban iktidar olduktan sonra onlara mesaj gönderen ve "Aramızda bir fark yok, onlarla biz yakınız" diye mesaj gönderen Tayyip Erdoğan değil mi? Aynı mesajı onlar da Türk devletine ileten değil mi?

Keza Suruç Katliamı'nı kim örgütledi? Belgeleriyle açığa çıktı bu. Ankara Gar Katliamı'nı kim örgütledi? Kobanê'ye karşı, bize karşı orada faşist DAİŞ çeteleriyle birlikte kim savaştı? Bugün dünyanın her tarafında eylem yapan çetelerin, grupların yolu nereden geçiyor? Nerede örgütleniyorlar, finanse oluyorlar, eğitiliyorlar? Nereden silah buluyorlar, nereden dağılıyorlar?

Aslında çetelerin itiraflarında da Türkiye'den geçtikleri var.
Burada yakalananlar var. Göstermelik yakalayıp sonra arka kapıdan çoğu bırakılıyor. Bu faşist çeteler ile Türk devleti arasında böyle bir tarihsel, ideolojik, örgütsel bağ var. Burada bir siyasal çıkar ilişkisinden bahsediyoruz. Başta faşist Türk devletinin, bu çeteleri Kürt halkına, ezilen halklara karşı bölgede bir tehdit ve şantaj unsuru olarak, bir savaş gücü olarak kullandığından bahsediyoruz. Doğal olarak bunların siyasal olarak ortaklıklarının olmamasını düşünmek çok yanlış olur.

Mesela Putin'in yada ABD emperyalistlerinin açıklamalarına baktığımızda bunu görüyoruz. Aslında hepsi suçüstü yakalanmış durumda. Doğal olarak bu politik islamcı faşist devlet, AKP-MHP rejimi suç ortağıdır. İster Ankara'da ister Suruç'ta olsun ister Moskova'da olsun. Dünyanın neresinde bir DAİŞ katliamı varsa bunların hepsinin suç ortağıdır. Çünkü en büyük destekçisi, finansörü, örgütleyeni sömürgeci faşist Türk devletidir.

TOPYEKUN SAVAŞ VE YOK ETME KONSEPTİ DEVREDE

Faşist şeflik rejiminin devrimci, sosyalist, yurtsever parti ve örgütlere yönelik tasfiye saldırısı sürüyor. Bu konsept, Rojava Devrimi'ne yönelik hem politik ve ideolojik tasfiye olarak hem de askeri işgal saldırıları olarak yeniden gündemde, devam ediyor. Saldırılar karşısında öncelikle Türkiye ve Kürdistan halklarına ve devrimci, sosyalist, yurtsever örgütlere ne gibi görevler düşüyor?
Berîtan Asya:
Bu dönem Türkiye ve Kuzey Kürdistan bakımından yoğun bir siyasi süreçti. Emekçi sol hareketin, devrimci, yurtsever hareketlerin kitle tabanında ciddi bir canlanma olduğunu gördük. Sokaklara yansıdığını gördük. Ve elbette faşist saray rejiminin saldırı, gözaltı-tutuklama terörü gerçekleşti. Sosyalistlere yönelik neredeyse her hafta gözaltı saldırısı gerçekleştirildi. Gazetecilere, kadın ve gençlik hareketlerine, işyerlerinde hakları için direnen işçilere yönelik saldırılar devam etmiş oldu. Buna karşı elbette güçlü cevaplar verildi, direnme ve saldırılar karşısında direnişi ve örgütlülüğü büyütme kararlılığı öne çıktı. Önümüzdeki dönem bu saldırılar boyutlanarak devam edecektir. Zaten 31 Mart seçimleri gününde faşist şef Erdoğan şunu ifade etmişti: "Teröristana asla izin vermeyeceğiz. Terör örgütüne en ölümcül darbeyi mutlaka vuracağız."

Savaş konseptinin daha derinleşerek ilerleyeceğini, devam edeceğini öngörebiliriz. Rojava- Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik, devrimin öncü kadrolarına yönelik saldırılar aralıksız devam ediyor. Çok yönlü bir topyekun savaş ve yok etme konsepti devrede.

Bu dönem içerisinde CHP ile faşizmi geriletmek emekçi sol hareketin temel yanılgılarından biri. Şunu unutmamak gerek: CHP Türkiye'deki faşist devlet partilerinden biri. En temel direniş odağı Türk ve Kürt halklarının direniş cephesini yükseltmektir. Kayyumlara karşı sokakları fiili meşru mücadele alanlarına dönüştürmek. Belediyelerimizi, irademizi gasp eden, buradan aldığı güçle Rojava devrimini tasfiye etmeye çalışan faşist saray rejimine karşı sokakları bir direniş odağına çevirmek gerekiyor. Dört parça Kürdistan'da kazanımlarımızı korumak, aynı zamanda Türk işçi ve emekçilere gerçekleri anlatmak temel görevimizdir.

KAPİTALİZME KARŞI SOSYALİZM, FAŞİZME KARŞI ÖZGÜRLÜK
Haydar Bahadır:
Bêritan arkadaşın kaldığı yerden devam etmek istiyorum. Artık o birilerinin ölü toprak sandığı coğrafyada halklar uyanışa geçti. 8 Mart ile başlayıp Newroz ile yükselen, seçim süreciyle kendi iradesine sahip çıkan, faşist AKP-MHP iktidarına ağır yenilgi yaşatan halkımızın uyanışı bu. Böyle bir sürece girdik.

AKP, bu yenilgi sürecini tersine çevirmek için bir savaş konseptini uygulayacak. Biz üçüncü cephedekiler ise bu direnişi büyütme ve faşist şeflik rejimini yıkmak göreviyle karşı karşıyayız. Saflar artık gittikçe daha net. Ara çözümü, iyileştirmeyi, kapitalizmde bazı hakların kazanılabileceğini sananlar büyük yanılgı içerisinde. Artık bunun nesnel zemini kalmadı. Çünkü iki kutup çok netleşti. Çarpışmalar stratejik düzeye gelmiş durumda. Kürt ulusunu, dinamik güçlerini, dağını, Rojava'yı, zindanları, halkı ezmek, tasfiye etmek diktatörlük iktidarını güvenceye almak için tek yöntemi. Türkiye cephesinde devrimcilerin, komünistlerin, işçilerin, kadınların iradesini kırmak, tutsak almak, tasfiye etmek istiyor.

Başta düzen içi arayışta olan emekçi sol hareketlere seslenmek gerek. Kapitalizm neyi düzeltecek? Bu anlayış çürümüş, kokuşmuş, yozlaşmış artık, hiçbir elle tutulur yanı kalmamış. Bu kapitalist sistem mi emekçilere, kadınlara, Kürt ulusuna, Alevilere, yoksullara derman olacak?

Kapitalizmin ve burjuva sisteminin gerilediği, yenilgi sürecine girdiği bir süreçte biz onun karşısına stratejik bir güç olarak çıkmalıyız. Günlük mücadelede politik taktiklerimizi de bu bakış açısı doğrultusunda yürütmeliyiz. Nedir bu? Kapitalizme karşı sosyalizm, faşizme ve sömürgeciliğe karşı özgürlük, kadın özgürlüğü, Kürt halkının, Alevilerin, gençlerin, emekçilerin özgürlüğü. Bütün bu kokuşmuşluğun, yozluğun, çürümüşlüğün tek bir alternatifi var. İşçilerin, emekçilerin bu cepheyi genişletmesi. Bu faşist diktatörlüğü, faşist şeflik rejimini yıkması. Özgürlükçü, devrimci, demokratik, sosyalist bir iktidar kurması.

Örgütlenerek tasfiyeciliğe karşı mücadele etmek, ideolojik olarak sağlam durmak, halkına güvenmek önemli. Rojava direniyor işte. Taşıyla, toprağıyla, silahıyla, bedeniyle herkes direniyor. Aç bırakılıyor, enerjisiz bırakılıyor, her şeyden mahrum bırakılıyor, ama direniyor.

Bu faşizme, sömürgeciliğe, kadın düşmanı sisteme karşı direnmekten başka onurlu bir yol var mı? O zaman direniş cephesini büyütmek zorundayız. Halkımız bu faşist sömürgeci diktatörlükten, politik faşist şeflik rejiminden kopuş eğilimi sürecine girdi. O zaman daha güçlü çalışmalıyız. Kapitalizme karşı sosyalizm. Burjuva ideolojiye karşı ezilenlerin proleter emekçi ideolojisi. Sınıfa karşı sınıf. Ezilenlerin iktidarı, kalıcı çözüm buradan geçiyor. Çok güçlü şekilde inşa etmeliyiz. Her tarafta bunu göstermeliyiz.

Bugün işte oylarını tekrar gasp etmek isteyen faşist şeflik rejimine Van'da halk çok net yanıt verdi, yolumuzu gösterdi. Önümüzdeki sürecin nasıl inşa edilmesi gerektiğini, nasıl direnilmesi gerektiğini gösterdi. Bu faşist şeflik rejimine karşı sokaklara çıktı. Barikatları tutuşturdu. Kazandıracak tek yol budur.

RÜZGAR BİZDEN YANA ESİYOR

Son olarak neler söylemek istersiniz? Mesajınız nedir?
Berîtan Asya: Son olarak, iradesi gasp edilmeye çalışılan halkın direnişini selamlamak istiyorum. Bu direniş ruhuyla, milyonlar olup 8 Mart'a, Newroz'a akan ve 31 Mat seçimlerinde faşizme karşı güçlü halk iradesini açığa çıkartan gerçeklik ile 1 Mayıs'a adım atmamız gerek. Açığa çıkan bu enerji, örgütlülük gücü 1 Mayıs'ta bir kez daha buluşmalıdır. Bütün işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin 1 Mayıs'ını kutlamak istiyorum.

Haydar Bahadır: Umutlu olmak için her şey var. Rojava'yı savunacağız. Kürdistan'ın dağlarını savunacağız. Zindanlarda direneceğiz, fabrikalarda direneceğiz, sokaklarda direneceğiz. Faşist şeflik rejimini yıkacağız. Bu kadar net. Bu uzun soluklu bir mücadele. Politik, ideolojik ve moral üstünlük bizden yana geçti. Rüzgar bizden yana esiyor. Halkımızla birlikte, ezilen işçi ve emekçilerle birlikte 1 Mayıs'ta Ankara'yı kuşatmalıyız.

Faşist diktatörlüğü yıkmak için çok büyük bir tarihsel süreç. Zorlu bir süreç bizi bekliyor, ama tek yol var: Dövüşmek, direnmek, umutlu olmak ve zafere, kazanılacağına inanmak. Çünkü biz haklıyız. Yani şu sisteme, şu politikacıların rezilliklerine baktığımızda iyi olan biziz, haklı olan biziz. Biz kazanacağız.