12 Kasım 2024 Salı

Atılım'ın 30. yılı kapsamında Altınoluk'ta panel düzenlendi

Atılım gazetesinin 30. yılı kapsamında Balıkesir Altınoluk'ta panel düzenlendi. Çok sayıda kişinin katıldığı panelde kadın özgürlük hareketi, ekoloji mücadelesi ve Atılım gazetesinin 30 yıllık mücadelesine ilişkin tartışma yapıldı.

Atılım gazetesinin 30. yılı dolayısıyla düzenlenen kampanya kapsamındaki etkinlikler sürüyor. Kampanya çalışmaları kapsamında Balıkesir'in Edremit ilçesinde Altınoluk Alevi Kültür Derneği Konferans salonunda panel düzenlendi.

Panele konuşmacı olarak Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Milletvekili Çiçek Otlu, Polen Ekoloji Kolektifi Eş Sözcüsü Onur Yılmaz ve Atılım gazetesi yazarı Hasan Polat katıldı.

Etkinlik devrim ve sosyalizm şehitleri anısına saygı duruşuyla başladı.

Etkinliğin açılış konuşmasını ve moderatörlüğünü yapan Can Tekin, Atılım gazetesinin 30 yıllık tarihine ve izlediği devrimci geleneğe vurgu yaptı. "Emin olun 30 yılı bir solukta telaffuz ederken aslında ardında muazzam bir birikim, deneyim ve aşılan zorlukları ifade etmiş oluyoruz" diyen Tekin, etkinliğin amacına ve içeriğine değindi.

OTLU: ŞİDDET VE ÇÜRÜME BİRBİRİNDEN BESLENEREK BÜYÜYOR
"30 yıllık bu geleneğin içinde, işçilerin, Kürt halkının, kadınların sesi olan bu geleneğin içinde yetişmiş biri olarak bu tarihten onur duyuyorum" diyerek sözlerine başlayan DEM Parti Milletvekili Çiçek Otlu, Atılım gazetesini ve bu geleneği bugüne taşıyan ölümsüzleri selamladı.

Kapitalist sistemin, emperyalist küreselleşme çağında erkek egemenliğini temel bir ittifak gücü aldığını belirten Otlu, bu ittifakın tüm toplumu saran bir şiddet olgusunu açığa çıkardığını söyledi. "İşçiler hak aradığında, emekliler daha iyi bir yaşam talep ettiğinde, Kürt halkı kendi iradesiyle belediye başkanları seçtiğinde, kadınlar yaşam hakını savunduğunda, hayvan hakları sorununda ve toplumun tüm kesimleri arasında şiddetin nasıl uygulandığını görüyoruz" diyen Otlu, şiddetin farklı toplumsal kesimlerinde nasıl yaşandığını güncel örneklerle anlattı.

"Her yerde muazzam bir çürüme var. Bunu hangi alana, kesime bakarsak görebiliriz. Yenidoğan çetesiyle sağlık alanında, eğitim alanında, gençler içinde bu çürümenin düzeyini görmek mümkün. Şiddet ve çürüme birbirinden beslenerek büyüyor. Ancak şiddetin her gün en bariz şekilde göründüğü en önemli toplumsal kesim ise kadınlar" diyen Otlu, 2024 yılı içinde en az 343 kadının katledildiğini, 207 kadının ölümünün ise "şüpheli ölüm" denilerek kayıt altına alındığını belirtti.

'TEMEL SORUMLUSU SARAY REJİMİ'
Kadınlara dönük bu yoğun şiddetin temel sorumlusunun mevcut saray rejiminin izlediği ideolojik, politik çizgi olduğunu vurgulayan Otlu, "Tam bir vahşet ve cins savaşı yaşanıyor. Faşist AKP-MHP iktidarı kendi krizini aşmak için tüm topluma her türlü araçla saldırıyor. Yargısıyla, trolleriyle, basınıyla, eğitim kurumları ve cemaatler eliyle saldırıyor. Amacı erkek egemenliğine dayalı rejimlerini güçlendirmek" dedi.

'KATİL SİLİKLEŞTİRİLİYOR, KADIN MAGAZİNLEŞTİRİLİYOR'
İstanbul'da İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil, Diyarbakır'da Narin Güran'ın katledilmesine işaret eden Otlu, bu cinayetlerin adeta basında magazine dönüştürüldüğünü ifade etti. "Bu toplama baktığımızda fail ya da katil silikleşiyor, katil yerine katledilen kadınların yaşamı tartışmaya açılıyor. Magazinleştirilen hayatlarımıza baktığımızda adeta öldürülmeyi hak ettiğimiz söylenmiş oluyor" diyen Otlu, bunun bir sonuç olduğunu, rejimin karakteri, izlediği erkek egemen politikaların bu sonuçların nedenini oluşturduğunu vurguladı.

"Kutsal aile anlayışı içine sıkıştırılmak istenen kadınlar buna itiraz ettiği her durumda ne yazık ki ağır sonuçlarla karşılaşıyor. Aslında kadına sunulan şey itaat; eğer itaat etmiyorsa evler, sokaklar ona mezar yapılıyor" diyerek konuşmasını sürdüren Otlu, "Bu dünyasal bir sorun ve yükselen yeni faşist hareketlerin de karakteri buna dayanıyor. Bu türden iktidarların olduğu ülkelerde ailenin ve kadının ailedeki rolünün kutsanması, kürtaj hakkının, kreş hakkının gasp edilmek istenmesi benzer politikalar olarak uygulanıyor veya uygulanmak isteniyor. Soy üretimi kutsanıyor. Neden? Çünkü bu tür iktidarlar sömürge savaşlarının yürütülmesini istiyor ve doğum yoluyla nüfusun arttırılması, yedek ordu güçlerinin oluşturulması hedefleniyor" dedi.

'ERKEKLER KENDİ ERKEKLİKLERİYLE YÜZLEŞMELİDİR'
Konuşmasının son bölümünde 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününe değinen Otlu, erkeklerin geleneksel, toplumsal erkeklikle nasıl yüzleşmesi gerektiğini anlattı. "Bu kadar kadının katledildiği, baskı gördüğü bir düzende bu politikalar nasıl algılanıyor? Erkekler kadınların bu düzene tepkisini nasıl algılıyor? Basitçe mesela, bir kadının gece yürümekten korkar hale gelmesine ne diyor? Evde şiddet görmesine, iş dışında evde de her türlü işle uğraşmak zorunda kalmasına itiraz ediliyor mu?" sorularını soran Otlu, erkek egemenliğine karşı mücadele için erkeklikle yüzleşmenin de bir görev olduğunu vurguladı. Otlu, kadınların meşru hakkı olan özsavunmanın önemine de işaret etti.

Kadın Devrimine sahip olduklarını, aynı zamanda sınıf mücadelesini cins özgürlüğünü de temel alan bir eksenle yürüttüklerini belirten Otlu, Rojava Kadın Devrimini, İran'daki Mahsa Amini ayaklanmasını  ve yine en son İran'da kıyafet baskısına karşı sokakta soyunarak molla rejimine karşı isyanı büyüten genç kadını selamlayarak konuşmasını tamamladı.

Otlu'nun konuşmasının ardından çok sayıda dinleyici söz alarak konuyla ilgili görüşlerini ifade etti.

YILMAZ: KAPİTALİZM KÜRESEL ÖLÇEKTE BİR YIKIM DÜZENİ
Polen Ekoloji Kolektifi Eş Sözcüsü Onur Yılmaz, kapitalizmde şiddetin ekoloji alanında da, doğa ve insan yaşamında da büyük tahribatlar yarattığını belirtti. Kapitalizmin sömürgecilikle birlikte, son 500 yılda olmadığı kadar küresel ölçekte bir sömürü ve yıkım düzenine dönüştüğünü ifade eden Yılmaz, en güncel örnek olarak İspanya'nın Valencia kentinde yaşanan sel felaketini gösterdi. Bir yılda yağması gereken yağışın yalnızca 8 saatte yağdığını, bunun yaşam alanlarını çok büyük oranda tahrip ettiğini ifade eden Yılmaz, buna karşı ciddi bir toplumsal öfkenin de açığa çıktığını, dolayısıyla ekoloji alanında yaşanan bu yıkımların aynı zamanda toplumsal mücadele güçleri açısından yeni fırsatlar da yarattığını belirtti.

'TÜRKİYE KAYNAK, HAMMADDE VE ATIK DEPOSU OLARAK GÖRÜLÜYOR'
"Kapitalizm tarihsel sınırlarına ulaşırken emperyalist düzene mali-ekonomik entegrasyonunu tamamlamış ve belirli bir tür iş bölümüne ulaşmış Türkiye gibi ülkeler ucuz işgücü olduğu kadar ucuz doğal kaynak olarak da öne çıkıyor" diyen Yılmaz, AKP'nin 20 yıllık iktidarında da ekonominin esasen enerji, inşaat ve maden gibi sektörlerde büyüdüğünü, AKP'nin bu alanları esas alarak bir ekonomik program uyguladığını söyledi. "Bu programın iki temel özelliği öne çıkıyor" diyen Yılmaz, sektörler arasındaki geçişin çok kolay ve hızlı Olduğunu, inşaat şirketlerinin aynı zamanda enerji ve maden sektörlerine de yönelebildiğini vurguladı. Öte yandan bu programların uygulandığı Türkiye gibi ülkelerin kaynak, hammadde ve atık deposu olarak görüldüğünü ekledi.

'EKOLOJİ SINIF MÜCADELESİNDEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ'
Ekoloji mücadelesinin diğer toplumsal mücadele alanlarından ayrı düşünülemeyeceğini söyleyen Yılmaz, "Bu faaliyetlerin yürüdüğü her yer, eko-kırım coğrafyası yaratıldığı gibi aynı zamanda bir ucuz iş gücü alanı olarak öne çıkıyor. Bir bütün olarak insanın etkileşime girdiği her faaliyet bir emek faaliyetidir ve dolayısıyla ekoloji faaliyeti dediğimiz şey de sınıf mücadelesinden ayrı bir alan değildir. Kırda küçük köylülerin direnişleri oluyor. Kapitalist kalkınma programının kentleşme politikası ve küçük köylülüğün tasfiyesi ekoloji mücadelesinin kırda küçük köylü direnişi olarak gelişmesine neden oldu. Ama diğer açıdan özellikle Gezi ile birlikte bilince çıkan kentsel mekanın, kent ve yaşam hakkının savunulması gibi çeşitli direnişler de öne çıkmaya başladı. Yaşanılır mahalleler için örgütlenmeler öne çıktı. Bunların hepsi kapitalist sermayenin örgütlenme biçimine karşı insanın kendini var etme çabası olarak görmek gerekiyor. Ekoloji ayrıksı bir yerde değil, doğrudan bir yaşam hakkı mücadelesi olarak görmek gerekiyor" dedi.

'İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ BİR FIRSATA ÇEVİRMEK İSTİYORLAR'
Kapitalizmin varoluşsal krizi nedeniyle bu sorunların daha da belirginleştiğini ve çok daha net kavranır durumda olduğunu belirten Yılmaz, ekolojik sorunların doğaya ve canlı yaşamına dönük bir şiddet biçimi olarak öne çıktığını ifade etti. "Bu süreç aynı zamanda bir iklim değişikliği krizi olarak yaşanıyor" diyen Yılmaz, "İklim değişikliği bir ekolojik çöküşün en önemli yüzü olarak görülüyor" dedi.

Yılmaz, bu durumun kapitalizmin son 250 yılda birikmiş sorunlarının bugün artık ayyuka çıkmış bir görünümü olduğunu, emperyalist kapitalizmin kendi çıkarı uğruna tıpkı paylaşım savaşlarını devreye sokması gibi bugün de iklim değişikliğini sermaye için yeni fırsatlar olarak da ele aldığını belirterek şunları söyledi: "Tüm plan ve programları iklim değişikliği olgusunu bir fırsata dönüştürme süreci olarak ele alıyorlar. Tam olarak programları Türkiye, Latin Amerika ya da Afrika'daki gibi coğrafyaların daha fazla talanı, iklim değişikliği adı altında programlarının uygulanma sahası olarak ortaya konuyor. Sermayenin yeşil olanını geliştirmek istiyorlar. Emisyonu az alt yapı, elektrikli araçlar gibi yeni sömürü biçimleri devreye sokuluyor ve bunlar yeşil yeni düzen diye yansıtılıyor. Trump'un en büyük destekçisinin Tesla gibi bir teknoloji devi olan Elon Musk olması tesadüf değil. Tesla elektrikli araçlar üretiyor ve bu tekelin en büyük hammadde kaynakları Türkiye veya Latin Amerika ülkeleri gibi alanlar oluyor."

'EKOLOJİ MÜCADELESİ SİYASETLER ÜSTÜ DEĞİLDİR'
Türkiye'de ekolojik mücadelenin siyasetler üstü bir mesele olarak ele alınmasını eleştiren Yılmaz, yerelcilik, tekil proje odaklılık ve siyaset üstücülük gibi yaklaşımların varlığının kapitalizmin sermaye döngüsü işleyişine dair daha az düşünülmesi, toplumsal hareketlerdeki sosyalist, Marksist hegemonyanın azalmış olmasının da sonuçları olduğunu ifade etti.

Öte yandan kendiliğinden gelişen ekoloji hareketlerinin Valencia'da olduğu gibi demokrasi okulu işlevi olarak da işlev gördüğünü söyleyen Yılmaz, "Hem mücadele bilinci gelişiyor hem de sorunların birbiriyle ilişkisi ve dolayısıyla birleşik mücadelenin konusu olarak belirginleşiyor. Sorun sadece sermayenin bir projesini, örneğin Kazdağları projesini durdurmak değil, daha birleşik ve kapsamlı bir toplumsal hareketin yaratılması sorunu olarak önümüzde duruyor. Kazdağları'ndaki direnişin aynı zamanda 25 Kasım'da erkeklik atölyesi yapmasının ya da asgari ücretin ne olacağına dair söz söylemesinin önünde bir engel yok örneğin" dedi.

'EKO-SOSYALİZM VE DEVRİM'
Politik ekoloji hareketlerinin 19. yüzyıldan başlayan gelişimine değinen Yılmaz, politik ekoloji akımlarının esasen çevrecilik ve doğa korumacılık olarak derneklerin kurulmasıyla başladığını, şu ormanlık alanı ya da şu hayvan türünü korumak anlayışıyla mücadelenin ele alındığını ifade etti. "Politik ekoloji mücadelesi esasen 1970'lerde başlamış oldu. Neoliberalizmin ilk adımlarının atıldığı dönemde buna karşı, mesela hava kirliliğine karşı direnişlerle başladı" diyen Yılmaz, Türkiye'deki politik hareketin o yıllarda bu ilk aşamayı kaçırdığını vurguladı.

Sovyetler Birliği deneyiminin, sosyalizmin ekoloji bağlamıyla esasen kapitalizmle arasında çok da fazla fark olmadığı yanılsamasıyla batıdaki politik hareketlerin yeşil akımı başlattığına değinen yılmaz, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla bu hareketlerin marksizmin, sosyalizmin eleştirisiyle öne çıktığını belirtti. "Sorunu kapitalizmde değil ama ondaki aşırı endüstriyalizmde ya da aydınlanmada gören anlayışlardı bunlar. Batıda gelişen eko-sosyalist akımlar iklim krizi ihtimalinin bilimsel olarak ilk defa ortaya konmasıyla, BM iklim krizi belgesinin imzalanmasıyla, neoliberalizmin çevreye dönük saldırılarının artmasıyla ilk gelişme zeminini burada buldu" diyen Yılmaz, bu hareketlerin 2000'li yıllarda politik olarak derinleşememesi nedeniyle marksizm'de de bir ekoloji anlayışı olduğunu, bir kızıl-yeşil ittifakına gerek olmadığını, bir eko-marksizmin de bulunduğunu söylemeye başladığını ifade etti. Yılmaz, bu tartışmaların ekoloji mücadelesinde bugün bir üçüncü dalga başlatmış olduğunu söyledi.

'EKOLOJİ ALANI DEVRİMİN BİR KONUSUDUR'
Eko-sosyalizm alanında marksizmi temel alan incelemenin henüz çok az olduğunu ifade eden Yılmaz, sözlerini şöyle tamamladı: "Eko-sosyalizm sadece doğayı savunmakla ilgili değildir. İki boyutu vardır. Bir, kendi yaşamımızın yani doğanın savunulması mücadelesi boyutu. İki, 20. yüzyıldaki sosyalizm deneyimlerinin bugün neye benzediğini ele almak. Sosyalizmin ekoloji alanında 20. yüzyıldan çıkardığı dersler neydi, bugün nasıl yaşamalıyız, çağımız ekolojik açıdan nasıl ele alınmalı diye sorduğumuz bir boyut bu. Kendi halk kültürümüzü, toprağımızı savunarak bu boyutuyla ekoloji mücadelesinin eko-sosyalizme, marksizme ihtiyacı olduğunu söylüyoruz. Bunu bu şekilde tartışan başka bir politik ekoloji hareketi yok. Ekoloji mücadelesinin sorunları da geçmişe dayanıyor ama bu alanın yüzü hep geleceğe dönük. Yeni kuşak gençliğin politikleşmesi zemini de ekoloji alanı oluyor. Dolayısıyla bizim için ekoloji alanı devrimin bir konusu olarak ele alınıyor."

POLAT: DEVRİMCİ HAREKETLER GAZETELERLE KRİSTALİZE OLDU
Paneldeki son sözü Atılım gazetesi yazarı Hasan Polat aldı. Bir gazetenin devrimci mücadele içindeki önemine dair sunum yapan Polat, 107 yıl önce yaşanan Ekim Devrimi'ne ve Bolşeviklerin yayın organı olarak Iskra'nın bu devrimdeki rolüne değinerek konuşmasına başladı. 

Devrimci gazetelerin Türkiye devrimci hareketinin gelişiminde oynadığı role işaret eden Polat, "Devrimci hareketler 1971 çıkışı sonrasında belirli gazetelerle anılan devrimci gelenekler olarak kristalize oldu. Sol ve sosyalizmle ilişkisi olan bir yaş gurubu bakımından Devrimci Yol gibi, Kurtuluş gibi, Halkın Yolu ya da Devrimci Halkın Birliği gibi gazeteler yalnızca bir gazeteyi değil, aynı zamanda bir devrimci örgütü ifade etti" diyen Polat, o yıllarda devrimci gazetelerin işçi sınıfı ve emekçiler için anlamına işaret etti.

'AYIRICI BİR DEVRİMCİ GELENEK OLARAK ATILIM'
Atılım'ın komünistlerin birliğinin hemen akabinde 8 Ekim 1994'te yayın hayatına başladığını söyleyen Polat, o günden bugüne haftalık bir gazete olarak sürekliliğini koruduğunu ifade etti. Atılım'ın işçi sınıfının, Kürt halkının, kadınların, gençlerin kavgasının sözü olduğunu belirten Polat, Atılım gazetesinin, Türkiye devrimci hareketinin çok ayırıcı bir devrimci geleneği ve politik varlığı olarak öne çıktığını, bugün de bu varlığını her alanda sürdürdüğünü vurguladı. Bugün artık parti isimlerinin öne geçtiğini, gazetelerin artık parti isimleriyle birlikte ele alındığını belirten Polat, buna karşın devrimci çizgisini ve özünü ilk günkü gibi sürdüren Atılım'ın mücadelede tuttuğu yere işaret etti.

'GERİCİ KUŞATMAYA KARŞI DEVRİM VE SOSYALİZME İNATLA TUTUNDU'
Atılım'ın sosyalizme, devrime inançsızlığın geliştiği koşullarda akıntıya karşı varlığını inşa ettiğini ifade eden Polat, "Dünyadaki gerici kuşatmaya karşı devrim ve sosyalizme inatla tutundu. Bu yanıyla Atılım 90'larda Türkiye ve Kürdistan'da gelişen devrimci mücadeleye önderlik iddiasıyla öne çıktı. Atılım, salt komünistlerin örgütsel-ideolojik birliğiyle kendisini sınırlamadı, faşizme karşı antifaşist birleşik mücadele ve birleşik devrimci önderlik anlayışıyla mücadelede konumlandı. Bir birleşik devrim fikrini hayata geçirmeye çalıştı ve gelinen aşamada bugün yaratılan birleşik mücadele düzeyinin de öznesi olmayı başardı" dedi.

Polat, şöyle devam etti: "Sınıf mücadelesinin birikimine inanan ama aynı zamanda kendisini yenilemesini bilen bir geleneğin sözcüsü olmayı da başardı Atılım. Kadın özgürlük mücadelesi bakımından kadın devrimi bilincine ulaşılması bunun çarpıcı bir örneği oldu. Bugün de Atılım programatik yenilenmenin aynası, geleneği oldu. Keza ekoloji mücadelesi de Atılım geleneğinin gelişiminin ayaklarından biri olarak gelişti. Gezegenin varlığının koşullarını bir program haline getiren, bu konuda fikir geliştiren bir gazete ve geleneğin sözcüsü oldu."

'ŞOVENİZMLE MÜCADELEDE ÇOK AYRI BİR YERDE DURDU'
"Faşist şeflik rejimine karşı politik mücadelenin birleşik biçimlerinin geliştirilmesi konusunda da Atılım bütün varlığını ortaya koydu. Atılım, ulusal sorunda, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde özellikle emekçi soldaki geri, sosyal şoven yanlarla hesaplaşmada, şovenizme karşı mücadelede, hem teorik-politik mücadelede hem de pratik mücadelede çok ayrı bir yerde durmayı başardı. Bu alandaki politik-ideolojik gelişime önemli bir katkı sundu" diyen Polat, son olarak güncel siyasal gelişmeler ışığında Atılım gazetesinin sürece dair perspektiflerini ele aldı.

Etkinliğe katılan çok sayıda kişi sunumların ardından söz alarak görüşlerini ifade etti, Atılım gazetesinin 30. yılını kutlayarak başarı dileklerini ifade etti.