24 Eylül 2024 Salı

Boşa koysan dolmuyor doluya koysan almıyor - Efe Dağlı

Türkiye emekçi solu ile Kürdistan siyasal özgürlük hareketinin müşterek mücadele kanallarını alabildiğine genişleterek üçüncü seçeneği büyütmek, yeni yeni milyonlara götürmek acil bir görevdir. Aksi tutumlar rejim içi gerilimleri pinpon maçı izler gibi izleme edilgenliğine yol açar.
CHP kedi olalı bir fare tuttu ve AKP bunu onun burnundan getirmek için elinden geleni yapıyor. Medya terörü, tekrar sayım ısrarı, polisiye tedbir imaları gerilim üretirken AKP bu büyük kaybı olabilecek en hafif yollarla atlatmayı önceliyor. Muharebeye dönen İstanbul seçimlerinin ilk üç beş günlük etkisi kısaca bu oldu.
 
AKP bakımından durum daha trajik. Onun en büyük kozu "halk hareketi, dava partisi olduğu ve asla yenilmeyeceği" algısını kabul ettirmişliğindeydi. Bu algı yıkıldı. Burjuva muhalefet cephesinde yaydığı umutsuzluk basıncı dağıldı. Dolayısıyla siyaset tekeli yaratma dönemi sona erdi.
 
Nitekim iç çelişki ve çatışmalar 31 Mart'la birlikte dışa vurdu. Hizipler, ekipler, belli bakanların adıyla anılan gruplar arasında yenilginin sorumluluğundan kaçma, dönemi hasarsız atlatma harbi alevlendi. Muhtemelen artarak sürecek ve fatura kesilenler tasfiye edilecektir, bundan kaçamazlar.
 
AKP şifa bulmaz demiştik. Türlü tedbirlerle toplumdaki akışı yavaşlatabilir, yönlendirebilirler ancak, aşınmaların önüne geçemezler. Olan budur. Faşizme demirleyen AKP'nin toplumsal değişimi zaptetmesi mümkün değildi.
 
Üstelik politik körleşme o dereceye varmıştı ki 31 Mart'ta tüm amaçlarına ulaşacaklarına inanmakla kalmıyor, hemen ardından burjuva muhalefeti dahi kriminalize etmek, muhalefeti adeta bitirmek, Kürdistan'daki uygulamaları misliyle artırmak ve istisnasız tüm muhalefet teslim bayrağı çekmeden hiçbir yumuşama göstermemek ve 'reform' adımı atmamak gibi bir eylem planını arada bir dillendiriyorlardı.
 
Topluma meydan okumaya dönen, Milli Görüş bakiyesi SP'yi dahi terör bohçasına almaktan sakınmayan, tehdidi günlük dile dönüştüren bu siyaset biçimi duvara tosladı. Dolayısıyla yenilen aslında bütün bir AKP-MHP üslubu ve projeleridir. Bu nedenle sonuçları kabullenmek istemiyorlar ancak bu da sonuç vermemiştir. Şimdi bu dille, hiç bir şey olmamış gibi kaldıkları yerden devam edecekleri zannediyorlarsa bunun daha sert yıkımla neticeleneceğini, şimdiki kitle desteğinden de mahrum kalacaklarını şimdiden söyleyebiliriz.
 
MHP'nin bu dili sürdürme ve bunun politik konforundan nemalama taktiğinde ısrarcı olma işaretleri var. Nihayet AKP'yi kendilerine benzettiler, oy kaybını minimuma indirdiler, kimi illeri AKP'den aldılar ve yenilgi onların hesabına yazılmıyor; şu ortamda "dünya onlara güzel". Ancak ve muhtemelen MHP'ye maksimum fayda sağlayan bu ilişki de AKP'de ihtilafa yol açacaktır.
 
AKP'nin kaybı ardından kimi isimlerin AKP'ye öfkesini Kemalist- modernist kibirle AKP taraflarına yöneltmesi, onları tahkir etmesi ise politik İslamcı tarzdan farksızdır. "Vakit" isimli faşist paçavranın zihin ve kalp dünyasını karşıt cepheden üretmek düşünsel sefalet ve taşlaşmaktır. Düzen içi kamplaşmanın başka sonuçlar üretmesi pek mümkün değil. Bu kör dövüşü uzun vadede politik İslamcılığa yarar ve bunu üretenler toplumsal iç çatışmalara benzin taşımış olurlar.
 
CHP kitlesi gibi AKP'ye oy veren milyonlarca yoksul da politik özgürlükler devriminin bileşenidir. Faşist, ırkçı, politik İslamcı, tarikatçı dar bir kesimin dışındaki Türkiye nüfusunun bütün ezilenlerinin böyle bir devrime ihtiyacı var. CHP, AKP gibi partilerin onları istismar etmesi başkadır. Onların kendi gelenek, kültür, yaşam biçimleriyle sürdürdükleri hayatın ancak bir devrimle teminat altına alınabildiğini bilmek ve anlamak başka. Böylesi kibirli, kompleksli, faşizme kayma potansiyeli güçlü (Tunus örneğine bakılabilir) kültürel hiyerarşi peşindeki arayışlar oldukça tehlikelidir.
 
AKP belediyecilerinin rüşvetle, kayırmacılıkla, iltimasla anılması yanıltıcı olmamalı. CHP belediyesi de o kadar öyleydi ki, Erdoğan 1994'te başkan seçildiğinde İstanbul Belediyesi'nin girişine "Rüşvet alan da veren de mel'undur" levhası asılmıştı. Büyük bir "yiyiciler" ekibinin, müteahhit ordusunun İstanbul'a nasıl dadandığı, tıpkı İSKİ skandalı gibi hatırdadır. O nedenle tüm belediyelerde aleniyet, halka hesap verilebilirlik, kent rantının tamamının halkın ihtiyaçlarına ayrılması gibi taleplerin toplumsallaşması ihtiyaçtır. Tıpkı bugüne dek yapılan usulsüzlüklerin sorumlularının yargılanması talebi gibi. Halkın arayış ve hissiyatını sömürerek kendi menfaatlerine alet etmek suçtur.
 
Rejimin iç gerginliğinin bir de seçim sonuçları vesilesiyle artacağı bir evreye girildi. İktidar, tümünü "düşman unsur" saydığı muhalefetin kazandığı her ile potansiyel düşman olarak yaklaşacağını, onları çalıştırmayacağını açıkça ifade etti. Kürdistan'daki halk belediyelerini bütünüyle düşman saydığı da sır değil.
 
Hangi stratejik hamleyi yapacağını tartan, oluşturan AKP'nin bütün hesabı Kürdistan, İstanbul ve Ankara'daki sonuçlarla şaştı. Bir genel saldırı hesaplıyorlardı, şu anda şoku atlatmaya çalışıyorlar. Kürdistan'daki sömürgeci faşist siyaset sürdürülürse temelli kaybederler. Şimdiye kadarki hükümet ve iktidar partilerinin verilerini bir de bu açıdan ele alırlarsa işin şakası olmadığını görürler.
 
"Venezuela" ifadesiyle bir iç ayaklanma beklentisinden çok, halkın olağan demokratik tepkilerini "darbe" etiketiyle düşmanlaştırarak düşman ceza hukuku uygulama eğilimine işaret ediyor. Kontrollü gerilim taktiğinin böyle bir fiili tutumla genel saldırıya dönüştürülmesi AKP'ye büsbütün kaybettirir.
 
Deli saçması olan "Venezuela" argümanını dolaşıma sokanın MHP olması önemli bir detaydır. AKP'yi kışkırtarak halkla çatıştırma ve oradan politik olarak nemalanarak ipleri eline alma kurnazlığı MHP'nin kontrgerillacı sivil faşist geçmişine yabancı değil. Biliyoruz ki kurt dumanlı havayı sever.
 
Türkiye emekçi solu ile Kürdistan siyasal özgürlük hareketinin müşterek mücadele kanallarını alabildiğine genişleterek üçüncü seçeneği büyütmek, yeni yeni milyonlara götürmek acil bir görevdir. Aksi tutumlar rejim içi gerilimleri pinpon maçı izler gibi izleme edilgenliğine yol açar.
 
Hava bir devrim havasıdır. Türkiye politik tarihinin kırılma noktalarından birindeyiz. Hayıflanmak istemiyorsak HDK-HDP olanağı başta olmak üzere olanaklı tüm yollarla devrimci demokratik cepheyi Batı'daki milyonlara götürmeyi başarmalıyız.