ÇEVİRİ | Tarihin en büyük borç krizi tepemizde
Şu anda fakir ülkeleri saran borç krizi emperyalist sistemin derin sistemik krizinin tezahürüdür. Bu kriz, barışçıl, kapitalist çıkış yolu olmayan bir krizdir. Bir kişinin veya bir ülkenin borcu, başka bir kişinin alacağıdır. Çoğunluğun azınlığa olan borçlarının iptali mümkün olan tek çözümdür ve bu zorunlu olarak devrimci bir çözümdür. Çünkü yoksul çoğunluğun borçlarının iptali, süper zengin azınlığın sahip olduğu servetin ortadan kaldırılması anlamına gelir.
2020'de zengin ülkeler ekonomik çöküşü önlemek ve Covid salgınının vatandaşları üzerindeki etkilerini hafifletmek için toplamda yaklaşık 12 trilyon dolar harcadılar. Bu, bu ülkelerin GSYİH'larının yüzde 31'inden fazlasına tekabül ediyor. Tabii bu 'mali desteğe' merkez bankalarının düşük faiz oranlı krediler ve finansal varlık satın alımı yoluyla piyasaya para pompalaması dahil değil.
Covid'in Afrika, Asya ve Latin Amerika'daki 'gelişmekte olan' ülkeler üzerindeki ekonomik etkisi ise ağzın ortasına yenen bir tekme etkisi yarattı. Dünya Bankası Başkanı David Malpass'a göre bu etkiler "Genel olarak 2008 mali krizinden, Latin Amerika için ise 1980'lerin borç krizinden çok daha kötüydü". Gana'nın Maliye Bakanı Ken Ofori-Atta bu durumu "Batı'daki merkez bankalarının salgına yanıt verebilme kapasitesi hayal bile edilemeyeceğimiz ölçüde yüksekken, bizim imkanlarımız çok sınırlı... 'Nefes alamıyorum!' diye bağırmak istiyor insan!" diyerek tarifliyor.
Yoksul ülkelerin salgına yanıt verebilme kapasitesi aynı zamanda acınacak derecede geri kalmış sağlık sistemleri tarafından da sınırlanıyor. 2018'de yüksek gelirli ülkelerde kişi başına ortalama sağlık harcaması 5562 dolardı. Bu, düşük gelirli ülkelerdeki rakamın (35.6 dolar) 156 katına, bir bütün olarak "gelişmekte olan" ülkelerdeki rakamın ise (262 dolar) 21 katına denk geliyor.
Suudi Arabistan'ın başkanlık ettiği 21-22 Kasım G20 zirvesinin arifesinde, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, "Gelişmekte olan dünyanın finansal çöküşün, artan yoksulluğun, açlığın ve tarifsiz ıstırabın eşiğinde olduğu" uyarısında bulundu ve G20 liderlerinden buna orantılı bir yanıt vermelerini istedi. Aslında G20, kılık değiştirmiş G7'dir (Önde gelen yedi emperyalist ülke: ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, Kanada, İtalya). G20 içinde güç bunların elindedir. Brezilya, Güney Afrika, Suudi Arabistan ve Hindistan'ın da dahil olduğu kalan on üç ülke bunların kararlarına meşruiyet katmanın aracıdır.
Zengin ulusların fakir ulusları etkileyen bu felakete yanıtı, 'En az gelişmiş' 77 ülkenin zengin hükümetlere, IMF ve Dünya Bankası'na olan borçlarının faiz ödemelerini Haziran 2021'e kadar askıya alınmasını içeren 'Borç Ödemelerini Öteleme Girişimi' (DSSI) teklifi oldu. Buna göre, ötelenen bu ödemeler zaten halihazırda ödenemeyen borçlara eklenecek ve beş yıl içinde her bir kuruş ödenmiş olacak.
Latin Amerika ve Karayipler'de bu önemsiz desteğe hak kazananlar sadece Bolivya, Grenada, Guyana, Haiti, Honduras ve Nikaragua oldu. Geri kalanlar ise böyle bir parayı tıbbi ve ekonomik acil durumlarla baş etmek için kullanmak yerine zengin ülkelerdeki alacaklılarına ödemek için kullanmak zorunda kalacak.
ZENGİNLERİ KURTARMAK
Tabii hepsi bu kadar değil. Hatta bu yarısı bile değil. Bu borç 'öteleme' özel kişilere/şirketlere olan borçların değil, yalnızca devletlere olan borçların faiz ödemelerini kapsıyor. Hele Dünya Bankası bu minicik cömertliği dahi yapmıyor. Malpass, Dünya Bankası'nın alacağı 7 milyar dolarlık faiz ödemelerini dondurmaya yönelik çağrıları reddetti ve böyle bir hamlenin bankanın yeni kredi verme kabiliyetine zarar vereceğini söyledi. Sonuç olarak, DSSI ülkelerinin 2020'de ödeyeceği 42,7 milyar doların yalnızca yüzde 41'i bu yardım kapsamına dahil edildi. Devletlere yönelik borç faizi ödemelerinin askıya alınması da aslında fakir ülkelerin bu parayı Blackrock, JP Morgan, HSBC, UBS gibi şirketlere ve varlıklı kişilere olan borçlarını ödemelerini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Başka bir deyişle, zengin devletler fakir ülkeleri kurtarmıyor, bu fakir ülkelerdeki zengin yatırımcıları kurtarıyorlar. Böylece kendi ülkelerindekinden çok daha yüksek bir faiz primiyle (Afrika'da yüzde 6-8, bir bütün olarak 'gelişmekte olan' ülkelerde ortalama yüzde 3,5 daha yüksek) ceplerini doldurmaya devam edebiliyorlar.
...
Daha en başından beri özel kişi/şirketlere de DSSI'ya katılmaları ve alacaklarına yönelik faiz ödemelerini ertelemeleri için çağrı yapılmasına rağmen onlar bunu hep reddetti. Kasım ayında bir araya gelen G20 liderleri boş temennileri tekrarlamaktan başka bir şey yapmadı: "Özel şirketlerin katılım eksikliği var. Kendilerini acilen sisteme katılmaya ve uygun ödeme şartları sunmaya çağırıyoruz." BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı Borç ve Kalkınma Finansmanı Başkanı Stephanie Blankenburg'un dediği gibi: "G20'de gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında yalnızca alacaklıların çıkarlarını temsil eden bir anlaşma var."
YETER Kİ İSTE, SEN DE ALABİLİRSİN: AĞZININ ORTASINA BİR TEKME!
DSSI kapsamında şimdiye kadar 44 ülke yardım başvurusunda bulundu ve 2018'de 477 milyar dolar olan toplam ödenmemiş borçlarına eklenmek üzere toplam 5,4 milyar dolarlık faiz ödemesi ertelendi. Bu tasarruflar ülkelerin GSYİH'larının yüzde 2,2'sine, salgından kaynaklanan vergi gelirlerindeki düşüşün ise yaklaşık onda birine denk geliyor.
DSSI ülkeleri yardım almak için bunu açıkça talep etmek zorunda. Ancak talep edince bu sefer de kredi itibarları sorgulanır hale geliyor ve hatta Etiyopya, Pakistan ve Kamerun'da olduğu gibi kredi derecelendirme kuruluşları ülkelerin kredi notunu düşürebiliyor. Dolayısıyla, borçların hafifletilmesi yerine borçlanma maliyetleri ve borç yükleri artıyor! Eurodad'dan Daniel Munevar'a göre bu tehdit "borçlu ülkeleri boyun eğdirmek ve kamu sağlığı üzerindeki yıkıcı sonuçlarını umursamadan borçlarını geri ödemeye zorlamak için kullanılıyor. Bunun maliyeti maalesef milyonlarca iş ve can kaybıyla ölçülecek ve bunun sebebi virüs değil, küresel finans sistemi olacak"
KALANLARA NE OLACAK?
DSSI'ye girmeye hak kazanan düşük gelirli ülkeler 2020'de alacaklılarına 42,7 milyar dolar faiz ödeyecekken, çok daha fazla dış borcu olan orta gelirli ülkeler yabancı kamu kurumlarına geçen yıl 422,9 milyar dolar borç ödedi. Guterres, G20'yi "girişimin kapsamını ihtiyacı olan tüm gelişmekte olan ve orta gelirli ülkeleri de içine alacak şekilde genişletmeye" çağırdı, ancak G20 'Riyad Bildirgesi'nde "şimdiye kadar elde edilen ilerlemeyi memnuniyetle karşılıyoruz. Gerekirse DSSI dışında kalan durumları da tek tek değerlendiririz" demekle yetindi.
Toplamda, düşük ve orta gelirli ülkelerdeki hükümetler 2020 ve 2021'de 562 milyar dolar, 2024'e kadarki üç yılda ise 4,5 trilyon dolar dış borç ödeyecekler. Toplam iç ve dış kamu borçları 2019'da 18 trilyon dolara ulaştı. Dış borcun GSYİH'ya oranı 2008'de yüzde 33 iken şimdi yüzde 55'e yükseldi. Ancak bu, 'gelişmekte olan' ülkelerdeki şirketlerin GSYİH'nın yüzde 110'una (36 milyar dolar) denk gelen borçları yanında devede kulak kalıyor elbette. 2005 ile 2015 arasında, tüm özel şirketlerin yabancı para cinsinden borcu 900 milyar dolardan 4.4 trilyon dolara yükselirken, yerel para cinsinden borçları 4.5 trilyon dolardan 20.0 trilyon dolara çıktı.
Yerel para cinsinden borçlara hane halkının borcunu ve dış borcu da eklediğimizde, 'gelişmekte olan' ekonomilerin tepesine çöken borç dağı 76 trilyon dolarlık astronomik bir meblağa ulaşıyor. Bunun 43 trilyon doları Çin'e ait, ki on yıl önce bu rakam 'sadece' 10 trilyon dolardı.
En fakir ülkelerin karşı karşıya olduğu borç krizi devasa boyuttaki küresel borç krizinin sadece bir yüzüdür. Emperyalist ülkelerin özel ve kamu borçları da dahil olmak üzere küresel borç şu anda 277 trilyon dolardır. Borç, 2012 ile 2016 arasında 6 trilyon dolar artarken, 2016'dan Eylül 2020'nin sonuna kadar 52 trilyon dolar arttı. Borcun küresel hasılaya oranı 2019 sonunda yüzde 320 iken şimdi yüzde 365 oldu.
Küresel kapitalist ekonomi koronavirüs salgını vurmadan önce bile yoğun bakımdaydı ve negatif faiz oranları, şişen borçlar gibi radikal para politikaları sayesinde bunalım erteleniyordu. Niteliksel olarak tarihte deneyimlenen her şeyden daha derin olacak bir kriz sadece ve sadece ekonomide güçlü ve sürekli bir büyümeye dönüş olursa önlenebilir. Ancak bunun gerçekleşmesini beklemek için kesinlikle hiçbir neden yoktur. Küresel mali kriz [2008-2009 krizi, ç.n.] sırasında sadece üç ülke borçlarını ödeyemez hale gelmişken 2020'de ise altı fakir ülke –Zambiya, Ekvador, Lübnan, Belize, Surinam ve Arjantin– bu duruma düştü.
Bununla birlikte, Afrika, Latin Amerika ve Asya'nın büyük bir kısmında tarıma, sanayiye, turizme, işçi dövizlerine ve ticarete inen büyük darbelere rağmen Mart 2021 itibariyle beklenen temerrüt [borç ödeyememe, ç.n.] dalgası henüz gerçekleşmedi. Benzer şekilde, birçok sektörde üretim ve satışlarda yaşanan tarihsel olarak eşi görülmemiş düşüşlere rağmen, Avrupa ve ABD'de de temerrüt dalgası görmedik. Aslına bakarsanız, IMF ve diğer birçok gözlemcinin tahminlerinin aksine kurumsal iflaslar azaldı!
Her iki paradoksun da tek açıklaması merkez bankalarının verdiği sınırsız teşvikleridir. Piyasalara o kadar çok nakit pompaladılar ki, bu sayede zombi şirketler ve ülkeler 'güvenli' yatırımların verdiği faizden çok daha yüksek olan oranlar üzerinden özel finans şirketlerinden borçlanmaya devam edebildiler. Özel finans şirketleri şimdilik borç vermeye devam ediyorlar çünkü işler ters giderse hükümetlerinin kendilerini kurtaracaklarına güveniyorlar. Bu, varlık balonlarını ve özel servet birikimini tarihte görülmemiş boyutlarda şişiren, kamuda borç dağları yaratan ve ileride de mali kapitalistlerin özel borçlarını 'piyasa' mekanizması yoluyla halkın sırtına yüklemelerine müsaade edecek devasa ölçekte bir 'ahlaki tehlikedir'.
Şu anda fakir ülkeleri saran borç krizi emperyalist sistemin derin sistemik krizinin tezahürüdür. Bu kriz, barışçıl, kapitalist çıkış yolu olmayan bir krizdir. Bir kişinin veya bir ülkenin borcu, başka bir kişinin alacağıdır. Çoğunluğun azınlığa olan borçlarının iptali mümkün olan tek çözümdür ve bu zorunlu olarak devrimci bir çözümdür. Çünkü yoksul çoğunluğun borçlarının iptali, süper zengin azınlığın sahip olduğu servetin ortadan kaldırılması anlamına gelir.
Tüm ilerici insanlık, Küba'nın başkanı Miguel Díaz-Canel'in 22 Eylül 2020'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndaki şu çağrısında birleşmeli ve ona göre hareket etmelidir: "Salgının sosyal ve ekonomik sonuçlarıyla daha da ağırlaşan ve Güney halklarının hayatını tehdit eden bir boyuta varan dış borçların silinmesi mücadelesi yeniden başlamalıdır"
*John Smith'in Mart 2021'de yayınlanan yazısı Olcay Çelik tarafından kısaltılarak ETHA için çevrilmiştir.