23 Eylül 2024 Pazartesi

Çiçek: Medya Savunma Alanları Türk devletinin Vietnamı'dır

Marksist Teori yazarı İbrahim Çiçek, gerillanın 22-23 Aralık tarihlerinde Xakurkê ve Zap'ta Türk askeri üslerine yönelik eylemini değerlendirdi. Sömürgeci Türk devletinin gerillayı, PKK'yi yok etmek, Öcalan'ın iradesini kırmak, İmralı'yı teslim almak hedefiyle hareket ettiğini hatırlatan Çiçek, bunu başaramadığını gerillanın savaşma gücünün büyümüş olduğunu vurguladı. Çiçek, gerillanın devrimci ve ilerici güçlere de biz buradayız, direniyoruz, büyük savaşıyoruz, siz de büyük mücadele edin, direnin mesajı verdiğini söyledi.

Gerillanın 22-23 Aralık tarihlerinde Xakurkê ve Zap'ta TSK'ya ait üs bölgelerine yönelik eyleminde Savunma Bakanlığı'na göre 12, HPG'ye göre 34 asker yaşamını yitirdi. Eylemin ardından sömürgeci Türk devleti Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye'ye SİHA saldırısı gerçekleştirdi, Türkiye ve Kürdistan’da gözaltı operasyonları başlattı, iki yıl önce yaşamını yitiren gerillalar bugün hayatını kaybetmiş gibi haberler yayarak psikolojik üstünlük sağlama çabasına girişti.

Gerillanın eylemine ilişkin Özgür TV'de haber bülteninde değerlendirmelerde bulunan Marksist Teori yazarı İbrahim Çiçek, gerillanın eylemlerinin Türk ve Kürt halklarına, "biz savaşıyoruz, siz de savaşın" mesajı içerdiğini söyledi. Çiçek, devrimcilerin ve ileri güçlerin Türkiye işçi sınıfı ve emekçilere Kürt halkının haklı ve meşru taleplerini, gerillanın özgürlük mücadelesini anlatması gerektiğini vurguladı. Çiçek'in verdiği yanıtlar şöyle:

'TEKNİK GÜÇLERİNE GÜVENDİLER AMA YENİLDİLER'

2024'e girerken Zap'ta gerçekleşen gerillanın eylem serisiyle karşı karşıyayız. Gerilla bu eylemleriyle emekçi halklara, devrimci güçlere nasıl bir mesaj verdi?
Her şeyden önce direniş ve zafer mesajıdır bu. Ama önce gerillanın bu devrimci hamlesiyle, sömürgeci güçlere, Türkiye Cumhuriyeti ordusuna, faşist şeflik rejimine nasıl bir mesaj verdiğine bakalım.

Aslında bu bir anlık olay değil. Bunu 1980'lerde Kürdistan'da başlayan gerilla savaşından isterseniz başka bir tarihten ele alabilirsiniz. Ama en makul olan 2015 yazından başlayarak ele almaktır. 2015 yazında 7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan halk iradesini faşist şef tasfiye etti. Yeni bir seçim dayattı ve o zamana kadar süren diyalog masası devrildi, Suruç katliamı gerçekleşti, Medya Savunma Alanlarına yönelik saldırı başlatıldı, özyönetim direnişleri kanla bastırıldı. Ve oradan buraya süren savaşın yeni ve büyümüş bir baskısı var.

Sömürgeciler bu savaşta gerillayı, PKK'yi yok etmek, Öcalan'ın iradesini kırmak, İmralı'yı teslim almak; Kürt halkının iradesini kırmak, teslim almak istiyor. Bunun için büyük bir savaş yürütüyorlar. Türk devletinin arkasında tabii ki Amerika var, bütün bir AB emperyalistleri var. Tabii ki İsrail siyonistleri de var. Bu savaş içerisinde sömürgeciler tekniklerini de çok geliştirdi. Tekniklerine güvenerek Kürt sorununun yani Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkını, Kürt halkının kendi kendini yönetme hakkını yok etmek istiyorlar. Bireysel tek tek Kürtlerin varlığını kabul ediyorlar, ama kolektif varlığını kabul etmiyorlar. Dolayısıyla askeri bir yöntemle bunu dayatmak istiyorlar. Sri Lanka modelini uygulamak istiyorlar.

Türkiye Güney Kürdistan'a Irak'ın kuzeyine girdi, onlarca üs kurdu ama oralara hakim olamadı. Ve savaş şimdi, gerillayla Türk işgalci askerlerin iç içe geçtiği mekanda yürüyor. 2015'ten bu yana süren yok etme savaşını, Sri Lanka modelini uygulamayı, ya da bildiğimiz çöktürme planını uygulamanın geldiği nokta bunun tekrar tekrar iflas ettiği, gerillanın moralinin bozulamadığı, gerillanın savaşım azminin kırılmadığı, direnme kapasitesinin büyüdüğü gözüküyor.

'GERİLLA KÜRT HALKININ İRADESİNİ TEMSİL EDİYOR'
Dolayısıyla Xakurkê ve Zap'ta yaptığı saldırı ve hamle, gerillanın büyük bir mücadele gücü olduğunu, Kürt ulusal sorununun, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının askeri yöntemlerle, yok etme saldırılarıyla çözülmesinin imkansız olduğunu gösteriyor. Gerilla Kürt halkının iradesini temsil ediyor ve özgürlük gerillası bir kez daha modern koşullar altında büyük bir savaş ve direnme kapasitesine sahip olduğunu gösteriyor.

'SAVAŞ SINIR ÖTESİNDE AMA ATEŞİ ANADOLU'YA DÜŞÜYOR'
Kış koşulları altında, düzenli bir ordunun savaşma kabiliyeti yoktur. Gerilla onu her zaman çok sert bir şekilde vurabilir. Dolayısıyla her ne kadar Türk sömürgecileri "savaşı sınırların ötesine taşıdım" dese de gördüğümüz gibi savaş sınırların ötesinde de sürse ateş bütün Anadolu'ya düşüyor. Anadolu'dan savaşa götürülen yoksul, emekçi, işçi çocuklarının cenazeleri geliyor.

'GERİLLANIN İRADESİ SAVAŞMA GÜCÜ BÜYÜDÜ'
Buradaki en büyük mesajın gerillanın iradesinin kırılmaması olduğunu, savaşma gücünün büyümüş olduğunu söyleyebiliriz. Türk halkına da mesaj şudur, bu sorun asla askeri yöntemlerle, gerillanın yok edilmesi ve Kürtlerin katledilmesi yöntemiyle çözülemez. Türk halkımızın, Kürt halkımızın demokratik taleplerini kabul etmesi, bunun için demokratik mücadele sahnesine çıkması gerekir. Gerillanın devrimci kuvvetlere mesajı da, biz buradayız, direniyoruz, büyük savaşıyoruz. Devrimciler, sosyalistler, Kuzey Kürdistan'daki güçler, İstanbul'daki, metropellerdeki ilerici devrimci güçler de büyük mücadele etmeli, büyük direnmelidirler. Kuşkusuz bu mesaj ilerici devrimci hareketin saflarında yankısını bulacaktır. Bundan güç ve moral alacaklardır.

'ÖZGÜR ÖZEL TAVRININ ARKASINDA DURURSA BU ÖNEMLİ'

CHP iktidarın "teröre karşı birlik" adı altındaki mesajına imza atmadı. Bazı eski askerlerden, yetkililerden eleştiriler geldi. Bu eylemlerin Türk devleti saflarında yarattığı tartışmalara dair ne söylersiniz?
Soyut olarak şunu söyleyebiliriz; TC devleti büyük bir savaş yürütüyorsa ve başarılı olamıyorsa, mutlaka sömürgeciliğin saflarında iç tartışmalar çıkar, çelişkiler keskinleşir. Fakat şimdi ki somut bir yenilginin sonucu. Garê'yi hatırlatmak isterim. Garê'den sonra da böyle bir şey olmuştu, Amerika dedi ki, "Türkiye'nin verdiği bilgilere güvenmiyoruz." İYİP de CHP de, "hükümetin verdiği bilgilere güvenmiyoruz, ne oldu ne bitti açıklasınlar" demişti. Her küçük ya da büyük yenilginin sömürgeciliğin saflarında karışıklığa, iç mücadeleye, küçük-büyük çaplı iç krizlere neden olduğunu söyleyebiliriz. CHP tavır aldı, tavır almak zorunda hissetti. Eğer Özgür Özel bu tavrın arkasında durabilirse, CHP Özgür Özel'in arkasında durabilirse bu tabii ki önemli ve anlamlı bir şey olacaktır.

Sömürgeci klik partilerinin ortak bildirisine -Meclis'te grubu olan partiler- CHP'nin imza atmaması kamuoyu ve dünyanın önünde hükümetin prestijini ve saygısını etkileyen bir şeydir. İktidar buna sert cevap verdi. Örgütlenmiş bir kısım kuvvetle Özgür Özel'e taziye yerlerinde gözdağı veren, sloganlar atan numayişler düzenledi. Özel ve CHP sıkı duracak mı, tavrı sonuna kadar götürecek mi? Bu tartışma, CHP'nin demokratlaşma, Kürt halkının varlığını kabul etme, haklarını kabul etmesi meselesine gidiyor.

'DÜZENLİ ORDU KIŞ KOŞULLARINDA HAREKET EDEMEZ'
Emekli bir albay, "Biz buraya dünkü genelkurmay başkanı, eski Milli Savunma Bakanı'nın talimatı ile girdik ama çok fazla ileri gittik. İkincisi bu kuvvetlerimizin güvenliğini nasıl sağlayacağımızı düşünmedik, üçüncüsü bu kuvvetlerin lojistiğini düşünmedik" dedi. Bir de gerillanın hamlesinden, devrimci operasyonlarından anladığımız kadarıyla TC devleti taktik değiştirerek kuvvetlerini kışında orada bırakıyor. Böylece daha kararlı, kalıcı bir mesaj vermek istemiş. Ama gördüğümüz gibi kış koşullarında düzenli bir ordunun hareket imkanları bölgede çok sınırlı, oysa gerilla zaten bölgeye alışkın ve en sert coğrafi iklim koşullarıyla mücadeleye, direnmeye, yaşamaya alışmış. Gerillanın Zap'ta dört noktadan, Xakurkê'de 7-8 koldan sömürgeci işgalci kuvvetlere yönelik hamlesi sömürgecilik saflarında, kurmayları arasında stratejik, taktik, askeri hatalar yaptık mı sorusunu gündeme getirdi.

Emekli albay, "Bir yıldır kendi kendimle tartışıyorum. Vicdan muhasebesi yaptım, ne tür suçlamayla karşılaşırsam karşılaşayım bunları dile getirmeye karar verdim" diyor. Tabii bu gecikmiş bir karar. TC ordusunun erleri de generalleri de subayları da konuşmalı. Ama siyaseti bile konuşturmayan faşist rejim olduğu için bu da anlaşılabilir bir durum olarak gözüküyor. Savaş varsa demokrasi, özgürlük yok. Konuşamıyorsunuz savaş varsa.

'TÜRK ASKERİNİN ORADA NE İŞİ VAR?'

Türk devleti Sri Lanka modelini uygulayarak çöktürmek istiyor. Fakat geldiğimiz noktada, Güney Kürdistan ya da Medya Savunma Alanlarında yaşananlar için Türk devletinin Vietnamı diyebilir miyiz?
Güzel bir hatırlatma. Kobanê direnişi sırasında da Stalingrad'ı hatırlamıştık. Tabii ki Kobanê çok küçük bir kentti ama büyük bir direnişti. Çok sınırlı kuvvetlerle direndi. Tarihe çağdaş Stalingrad direnişi gibi geçti. Kuşkusuz Medya Savunma Alanı önemli bir direniş merkezi. Türkiye oraya çok sayıda çıkartma yaptı, çok sayıda noktada karakol, üs kurdu, girdi. Mesele girmekle bitmiyor. Ele geçirebilecek mi, çıkmak istediğinde çıkabilecek mi? Sadece kış koşulları nedeniyle bile kuvvetlerini çıkaramadığı gibi, kuvvetlerinin yardımına gidemiyor; lojistik götüremiyor, destek olamıyor, askerlerinin cenazelerini toplayamıyor, malzemelerine sahip çıkamıyor, üs dedikleri şeyin ne kadar uydurma olduğu görülüyor.

Gerilla yerin yedi kat dibinde, dağların kalbinde örgütlü durumda, Türk sömürgeciliğinin askerleri tepelerde, dağların üzerinde açık hedef durumunda. Devlet kendi askerlerini açık hedef olarak orada bırakmak zorunda kalmış demek ki. Demek ki savaşta taşınamayacak bir noktaya geldi, olmayacak riskleri göze almak zorunda kalıyor. Göz göre göre orada askerlerini ölüme terk ediyor. Savaş bu başka bir şey değil ki. Ya sen öldüreceksin ya da o. Askerler niye öldü diye bir şey yok, askerler niye gitti diye bir şey var. Ne işi var Türkiye'nin orada, niye orada üs kuruyor. Türkiye niye işgal etti orayı, ne hakkı var. Dolayısıyla tabii ki orası bir bataklık.

TÜRKİYE'NİN VİETNAMI
1963'dan 1973 yılına kadar Amerika Vietnam'da on yıl savaştı, en gelişmiş teknolojileri, napalm bombalarını kullandı, gerillayı yok etmek istedi. Fakat ne oldu 60 bin askerini kaybetti Amerika. Vietnam halkı da çok büyük fedakarlık yaptı. Ama Amerika'nın bataklığı dediğimiz şey, girince ancak yenilgiyle çıkılan durum. Türk ordusunun durumu şunu söylüyor bize, yenilgi borusu çalıyor. Gittiniz, evet işgal ettiniz, üsler kurdunuz; ama kazanamadınız, amacınıza, hedeflerinize ulaşamadınız. Şimdi başarısızlığınızın delilleri bir bir geliyor. Tabii ki orası Türkiye'nin küçük bir Vietnam'ıdır, bataklığıdır. Vietnam'da savaşan gerillaların, Kürt özgürlük gerillasından hiçbir eksiği yoktur. Hatta, Vietnam'da savaşan gerillaya Sovyetler Birliği ve Çin'in çok büyük desteği vardı. Bugün Kürt özgürlük gerillasının bu tür destekleri olsa Türk sömürgeciliği iki dakika onun karşısında direnemez.

'TÜRK İŞÇİ VE EMEKÇİLERİNE GERÇEKLERİ ANLATMAK ZORUNDAYIZ'

Savunma Bakanlığı durum gizlenemez hale gelince 12 askerin kaybına ilişkin açıklama yapmak zorunda kaldı. Sonrasında DEM Parti'ye dönük tehditler, şovenist histeri körüklendi. Bu şovenist histeriye karşı birleşik mücadele güçleri, emekçi sol hareketin tutum alması gereken özel bir süreç diyebilir miyiz?
Kesinlikle özel bir süreç. Böyle bir yenilgiyi bastırmak için durumu kriminalize etmek gerekiyor. DEM Parti üzerinden kriminalize etmek de yetmez esas CHP üzerinden kriminalize etmek gerekiyor. Dolayısıyla burada ciddi bir siyasi mücadeleyle karşı karşıyayız. Türk halkına, işçi ve emekçilerine şimdi çıplak gerçekleri, savaş gerçeğini, Kürdistan gerçeğini, Kürt halkının talepleri gerçeğini apaçık söylemeliyiz. Kürt halkının bölünme, ayrılma talepleri yok. Bu da hakları, isteyebilirler ama böyle bir talepleri yok. Kürt halkı kolektif kimliğinin, özyönetim hakkının kabul edilmesini istiyor. Bunu seçimlerde, demokratik yollardan talep ediyor. Ama kendisinin demokratik yollardan örgütlenmesi, taleplerini gerçekleştirmesi savunmasının hiçbir imkanı tanınmadığı için silahla da haklarını koruyor.

Dolayısıyla "bölücü terör" yalanını durmaksızın anlatmamızın, Kürtlerin bir özgürlük mücadelesi, özgürlük savaşı yürüttüğünü Türk işçi ve emekçilerine, ezilenlerine anlatmamız lazım. Sorun; devletin yarattığı şoven çemberi kırmakta, Türk işçi ve emekçilerine Kürdistan, Kürt ulusu, Kürt halk gerçeğini, gerillanın özgürlük için mücadele yürüttüğü gerçeğini anlatmada başarılı olamamamız.

Türkiye işçi ve emekçileri sömüren, yağmalayan, talan eden kim; bugünkü Türk burjuvazisi, iktidarı AKP. Türk işçi ve emekçilerinin, kapitalistler, emperyalistler tarafından sömürülmesini sağlayan güvenceleyen de bu hükümet, bu devlet. Peki bu devlete karşı en büyük mücadeleyi yürüten kim; Kürt gerillası. Demek ki Kürt gerillası, Türk işçi ve emekçinin en büyük sınıf düşmanına karşı savaşıyor. Yani Türk burjuvazisine karşı savaşıyor. Urfa'da, Antep'te, İstanbul'da direnen işçilerin mücadelesiyle gerillanın mücadelesi aynı hedefe yönelik; ikisi de Türk burjuvazisine, Türk sömürgeciliğine vuruyor. Dolayısıyla bunlar kardeş, yoldaş. Türk burjuvazisi ise gerillayı ve Kürt halkını terörist göstererek Türk işçi ve emekçilerini kendi arkasına bağlamaya çalışıyor. Dolayısıyla sosyalistlerin, devrimcilerin batıda var gücüyle, tabii ki Türk burjuvazisiyle Türk işçi ve emekçileri arasındaki bağlantılara saldırması, "terör" yalanını durmaksızın deşifre etmesi, Kürt özgürlük mücadelesini, gerillanın yürüttüğü büyük mücadeleyi doğru şekilde anlatması gerekiyor. Batıdaki en büyük sorun şoven ablukayı kırma konusundaki başarı düzeyinin düşüklüğü.

'TÜRK DEVLETİ YENİLDİĞİ YERDE GERİLLAYA YANIT VEREMİYOR ROJAVA'YA SALDIRIYOR'

Rojava'ya dönük saldırılar yoğunlaştı. 1 Ekim sonrası olduğu gibi elektrik, su tesisleri, fabrika gibi alanlar da hedef alındı. Rojava'ya yönelik saldırıların güncel mesajı nedir bu tür asker kayıplarından sonra?
Türk ordusu ve Türk devleti, Medya Savunma Alanlarında tam olarak kendisine saldırının olduğu, darbeyi yediği yerde gerillaya cevap veremiyor. Bu çaresiz bir durum. Dolayısıyla kendisi için en kolay, en ucuz, en ahlaksız yönteme başvuruyor. Bu İsrail'in yöntemi. İsrail siyonistleriyle Türk politik islamcı, ırkçı Türk faşistler aynı soydan geliyor. İsrail Gazze'de nasıl hastaneleri, okulları, sivil yerleşim merkezlerini vuruyorsa, Gazze'nin bütün alt yapısını çökertmeye çalışıyorsa Türkiye'de Rojava'da aynı şeyi yapmaya çalışıyor. Kentleri vuruyor, sivil halkı, fabrikaları, matbaaları vuruyor. Buna gücü var ve yapabilir. Fakat bu ahlaki çöküş olarak kabul edilmeli. Zaten haksız bir savaş yürütüyor, bunu da en adi yöntemlerle, hiçbir ahlaki, insani kural tanımaksızın yürütüyor.

'ROJAVA'YI KÜRTSÜZLEŞTİRMEK İSTİYORLAR'
Gerilla Mersin'de, Ankara'da askeri hedeflere yönelik eylem yaptığı zaman büyük gürültü koparıyorlar. Savaş böyle yürütülen bir şey. İki taraf birbirinin askeri bakımdan iradesini kırmak istiyor; ama birisi haklı savaş, birisi sömürgeci savaş. Fakat siz karşı tarafın askeri güçlerini kırmak yerine; basit, adi, kalitesiz bir şekilde sivil hedeflere saldırıyorsunuz ve savunmasız insanları askeri kuvvetlerinizle imha ediyorsunuz. Sivil tesisleri, hastaneleri, okulları, fabrikaları, işletmeleri vuruyorsunuz. Bu ahlaksızca, düşkünce bir şey. Tarihsel olarak varlık hakkını kaybeden sınıfların, devletlerin içine düştüğü aciz bir durumdur. Ama mutlaka Rojava halklarımız büyük bir direnişle bunları göğüsleyecektir. Esas diledikleri Rojava halkını güneye sürmektir, Rojava'yı Kürtsüzleştirmek, boşaltmak istiyorlar. Bunun için sivil hedeflere yönelik saldırıyorlar. Fakat Rojava halkları bunun farkındadır, gereken direnişi göstermektedir ve göstereceklerdir. Dolayısıyla bu amaçlarına da ulaşamayacaklar.

'DEM PARTİ TÜRK HALKLARININ SEÇTİĞİ MECLİS'E SORUNU ÇÖZ DİYOR'

DEM Parti'den açıklama geldi. Meclis'i sorumluluk almaya çağırdı. Meclis bu meselelerin neresinde, Meclis'e "sorumluluk al" ne demek?
Tabii ki Türk halkına her şeyden önce şunu söylememiz lazım, DEM Parti'nin çağrısı Türk halklarınadır. Bu Meclis'i Türk halkları seçti. "Burada bir sorun var, bu sorunu siyasetle çözelim" demiş oluyor. DEM Parti'nin pozisyonu buna uygun, bu sorunun demokratik yollarla, siyasetle çözülmesini talep etmek, halk seferberliği yapmak, Türk işçi ve emekçilerini aydınlatmak, Kürt halkını harekete geçirmek, Kürt halkımızın birleşik fiili mücadelesini geliştirerek devlet üzerinde baskı yapmak demokratik ve haklı yöntemler.

Fakat bu Meclis büyük ölçüde faşist bir Meclis. Böyle bir inisiyatif göstermesi çok zor hatta imkansız. Ama belki de Türk işçi ve emekçiler, Kürt halkı nezdinde, bu partilerin antidemokratik, faşist, ırkçı dinci niteliğini açığa çıkarmak bakımından anlamlı olabilir.

'TÜRK VE KÜRT HALKI, İŞÇİ VE EMEKÇİLERİ BİRLİKTE ÖZGÜR OLABİLİR'
Bir yandan gerilla ve devrimci mücadelenin baskısı, bir yandan geliştirilebilecek büyük demokratik kitle mücadelesinin baskısı Türk devletinin iradesini kırabilir, geri adım atmaya zorlayabilir. Bu zayıf bir ihtimal olmakla birlikte mücadelenin seyri içinde ortaya çıkabilecek bir durumdur.

Biliyorsunuz, TC devleti on yıllarca gerillayla masaya oturmadı, muhatap almam dedi ancak mücadelenin gücü mecbur etti masaya oturttu. DEM Parti'nin demokratik çözüm talep etmesi bunun için Türk işçi ve emekçilere seslenmesi, Meclis'teki İYİP dahil olmak üzere faşist partileri teşhir etmesi, bu konuda biraz sesini çıkarmak isteyen sömürgecilik saflarındaki kuvvetleri teşvik etmesi kendi pozisyonuna uygundur.

Ama devrimcilerin dışarıdan Türk işçi ve emekçilerin sınıf bilincini geliştirmeleri gerekir, eğer Türk işçi ve emekçileri özgür olmak istiyorsa Kürt halkının özgürlüğüyle birlikte olacak bir şey. Kürt halkı köle iken Türk işçi ve emekçileri de özgür olamayacaklar. Kadınlar köle iken erkekler de özgür olamayacak bu çok açık. Dolayısıyla devrimci kuvvetlerin önünde bu zor sorunu; kitlelere, Türk işçi ve emekçilerine doğru bir şekilde anlatma görevi var. DEM Parti de aslında kendini hükümetin ve faşist partilerin kriminalize etme çabalarını boşa çıkararak kitlelerin demokratik bilincini geliştirmek için güçlü bir şekilde seferber olmalıdır.