1 Ekim 2024 Salı

Deniz Aytaç yazdı | Devrimci durum ve olanaklar

Devrimci sosyalistler olarak iktidarı hedefliyorsak, daha bugünden mevcut iktidara alternatif küçük ama somut güç odakları, hegemonya ve otorite alanları yaratmak zorundayız. Bu salt işçi sınıfının parçalanan birliğini ve dayanışma gücünü yeniden tesis etmek bakımından değil, aynı zamanda işçi sınıfının ezilenlere daha güçlü politik ittifaklar geliştirilmesi, bu politik ittifaklar içerisinde daha etkili bir biçimde yer alabilmesi ve bu ölçüde ezilenlerin politik öncüsü olarak rolünü layığıyla yerine getirebilmesi bakımından da önemlidir.

Devrimci durumun belirtilerine dair Lenin şu üç ana özelliği sıralar. 1) Genellikle, "yöneltilenlerin yönetilmek istememesi" yetmez aynı zamanda "yönetenlerin eskisi gibi yönetememeleri" de gerekir. 2) Ezilen sınıfların yoksulluk ve sefaletin alışılmış ölçülerin üzerine çıkması. 3) "Barışçıl" dönemde kendilerini sessizce sömürten, fakat fırtınalı bir dönemde kriz koşulları sayesinde, fakat aynı zamanda bizzat "tepedekiler" tarafından bağımsız tarihsel eyleme zorlanan kitlelerin eylemliliğinde yükselmenin kaydedilmesidir.

Bu açıdan bakıldığında bugün Türkiye'de 'devrimci durum belirtileri'nin giderek olgunlaştığı söylenebilir. Kuşkusuz her devrimci durum da devrime götürmez ama önemli ölçüde devrimci olanaklar doğurur. Bu koşullarda devrimci sosyalistlere düşen görev: Kitlelere devrimci durumun varlığını anlatma, genişliğini ve derinliğini açıklama, proletaryanın devrimci bilincini ve kararlılığını uyandırma, devrimci eylemlere geçme ve bu yönde faaliyetler yönetmek için devrimci duruma uygun örgütler yaratmada ona yardımcı olma görevidir.¹

Açlık ve yoksulluğun derinleştiği bu dönemde işçi sınıfı başta olmak üzere ezilen sınıflar burjuva partilerine mahkum değildir, hele 'ehven-i şer' kıskacına hiç değildir. Geçerken belirtmekte fayda var ki, bugünlerde 1908'i hatırlatıp; "kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet" diye ittihatçı sloganlar atanlar, 1998 Temmuz-Ağustos aylarında "çiçeği burnunda" ittihatçı muktedirlerinin İstanbul'da kömür hamallarının, İzmit ve Eskişehir'de demiryolu işçilerinin, İzmir'de liman işçilerinin, aynı zamanda işçi sınıfının ilk eylemleri sayılabilecek bu grevleri ordunun da yardımıyla nasıl bastırıldığını bilmez. Yine hemen ertesinde Tatil-i Eşgal Kanunu ile sendikalaşmanın yasaklanıp çeşitli işletmelerde grev hakkının nasıl kısıtlandığını bilmez. Ya da bilir de bilmezden gelirler!

Hasılı, işçilerin-emekçilerin tepesinde dolaşan bu "obskürantizm heyulasını" dağıtmak, onları burjuva partilerine "mahkumiyet"lerinden koparıp almak ve özellikle de işçi sınıfını politik sınıf olarak örgütlenmesinin önünü açmak elbette devrimci sosyalistlere düşüyor. Bu nedenle işçi sınıfının toplumsal konumuna uygun bir biçimde toplumsal misyonunu yerine getirebilmesi için yeni örgütsel araçların geliştirilmesi, bugün devrimci sosyalistlerin önünde yakıcı bir sorun olarak durmaktadır.

Örneğin günümüzde sendikal çalışmaların yanı sıra acilen ihtiyaç duyulan şey, işçi sınıfını hem de işyeri sınırlarını aşacak biçimde toplumsal bir güç olarak ayağa kaldırmaya adanmış yeni ara kurumların (bir sendikadan fazlası, bir partiden azı) devreye sokulmalıdır.² Bu husus, üretim tesislerini küçülten, daha fazla serbest-organize sanayi bölgeleri geliştiren, taşeronlaşmayı, güvencesiz çalışmayı yaygınlaştıran, bir nevi üretimi parçalayan neoliberal çağın nitelikleri nedeniyle önemlidir. Yine hem işçi sınıfının parçalanan birliğini yeniden kurabilmek hem de işçileri siyasete çekmek, siyaseti işçilere götürmek ve karşılıklı etkileşim içinde, işçi sınıfı saflarında sosyalist bilincin gelişimini biriktirebilmek³ bakımından bu "ara kurumlar"ın -ki bunlara 'İşçi Emekçi Dernekleri Federasyonu' da denilebilir- örgütlenme ve mücadele alanlarını işyerleriyle işçi mahallelerini birleştiren üretim havzaları olarak belirlemek isabetli olacaktır. Böylesi bir örgütlenme tarzının işçi sınıfının birliği ve dayanışması bakımından da olumlu nitelikte etkiler yaratacağı açıktır. Özellikle işçi sınıfı arasında "dayanışma" bilinci ve eylemini salt "destek-dayanışma grevi" denkleminden çıkarıp daha geniş bir düzlemde yeniden oluşturulmasına ihtiyaç var. Politik, kültürel, eğitsel, çalışmaların yanı sıra "ara kurumlar"ın işçiler ve emekçilerin sosyal yaşamını da olumlu anlamda etkileyen, onların çeşitli sorunlarıyla ilgilenen, sorunlar karşısında çözüm gücü/merkezi olarak konumlandırılmasına da ihtiyaç var.

Bu konuda Türkiye devrimci hareketi aslında zengin deneyimlere sahip. Ne var ki bu deneyimler, güncel/yeni yeni araçlarla zenginleştirilebilir. Örneğin; -başkaca yapılarla da ortak olabilecek şekilde- kendi alanında uzman üniversiteli-öğrenci gençlerle, mahalli ya da bölgesel bazda "sosyo-ekonomik sorunları araştırma" grupları/inisiyatifleri oluşturulabilir. Bunlar, geniş kesimleri de kapsayacak biçimde mahallenin-bölgenin acil sorunlarını saptayıp, bilimsel ve teknik olanakları değerlendirebilirler. Elbette bu gruplar/inisiyatifler kendilerini salt durum tespiti-araştırma yapmakla sınırlamazlar. Aynı zamanda perspektif oluşturup bu perspektifleri politik mücadelenin konusu haline getirecek "ara kurumlar"la da eşgüdüm halinde çeşitli minvalde "aksiyon grupları" oluşturabilirler. Bu aksiyon grupları daha "esnek" tutulabilir ve politik, sosyo-kültürel faaliyetlerin yanı sıra mahallenin-bölgenin envaiçeşit sorunlarıyla ilgilenen "gönüllü"lerden oluşturulabilir. Böylece bir yandan aydın-üniversiteli-öğrenci gençlik ile işçi-emekçiler arasındaki politik köprü tekrar örülürken diğer yandan işçi-emekçi semtlere de önemli ölçüde bir dinamizm sağlanmış olur.

Devrimci sosyalistler olarak iktidarı hedefliyorsak, daha bugünden mevcut iktidara alternatif küçük ama somut güç odakları, hegemonya ve otorite alanları yaratmak zorundayız. Bu salt işçi sınıfının parçalanan birliğini ve dayanışma gücünü yeniden tesis etmek bakımından değil, aynı zamanda işçi sınıfının ezilenlere daha güçlü politik ittifaklar geliştirilmesi, bu politik ittifaklar içerisinde daha etkili bir biçimde yer alabilmesi ve bu ölçüde ezilenlerin politik öncüsü olarak rolünü layığıyla yerine getirebilmesi bakımından da önemlidir.

Sonuç olarak; devrimci durum derinleşerek varlığını sürdürüyor. Parçalı, küçük küçük de olsa işçiler emekçiler ve tüm ezilenler sesini yükseltmeye, duyurmaya çalışıyor. Devrimci sosyalistler bu parçalı dağınıklık halini aşabilmek için, işçi-emekçi mahallelerine hücum etmesi, yine ezilenlerin bulunduğu hareketlerde ve platformlarda yer alması, gerektiğinde esneklik ve kapsayıcılık göstererek yeni platformlar oluşturması, bugün her zamankinden daha elzemdir.

Bolşevikler, 20. yüzyılda teorik, politik ve ideolojik konularda olduğu kadar örgütlenme sanatı konusunda da uluslararası komünist harekete öncülük etmiştir. 1905-'07 devrim yılları, 1908-'11 gericilik yılları ve yine 1912-'14 devrimci "yeniden yükseliş" yılları arasında Bolşevikler, "örgütlenme sanatı"na dair her yönüyle muazzam deneyimler biriktirmiştir. Ki zaten bu olmasaydı Ekim 1917 de olmazdı. Günümüzde devrimci sosyalistlerin-marksist leninist komünistlerin de örgütlenme sanatına dair cephaneliği bir hayli zengindir. Ne var ki bugün bunu içererek aşma zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Uluslararası komünist hareketin rönesansı olmanın gereği de budur. Devrimci sosyalistlerin-marksist leninist komünistlerin, ezilen ve sömürülen çoğunluğa giden yolu, taktik zenginlikleriyle daha güçlü bir biçimde kuracağını biliyoruz. Nitekim komünist kadın önder Rosa Lüksemburg'un dediği gibi: "Yol; çoğunluk sağlanıp da devrimci taktiklere değil, devrimci taktiklerden çoğunluğa gider."

1) Lenin- Seçme Eserler, Cilt 5, İnter Yayınları, s.189
2) Socialist Register 2013; Strateji Sorunu, Sam Ginden- Sendikaları Yeniden Düşünmek ve Sosyalizme Tutunmak, s.42
3) Alp Altınörs - İmkansız Sermaye, Yordam Kitap. s.226