Elif Bayburt yazdı | Selçuk'taki yangın, sosyal cinayet düzeninin bir sonucudur
Bu çocukların, yaşamı için gerekli olan bütün şeylerden yoksun bırakılarak, ölüm kaçınılmaz bir şekilde onları bulana kadar bu koşullar altında yaşamaya zorlanmalarıyla işlenmiş bir cinayetle karşı karşıyayız.
"Birçok ailede kadının, kocası gibi evden uzakta çalışması gerekir ve sonuç olarak çocuklar tamamen ihmal edilir, eve kilitlenir ya da bakılmaları için dışarıya verilirler. Bu nedenle yüzlerce çocuğun çeşitli kazalar yüzünden ölmesine şaşmamak gerekir. İngiltere'nin bu büyük kentlerinde ve kasabalarındaki kadar hiçbir yerde bu kadar çok çocuk bir şeyin altında kalıp ezilmemiştir; bu kadar çok çocuk düşerek, boğularak ya da yanarak ölmemiştir. Ölümle sonuçlanan yanıklar ya da haşlanmalar özellikle çok sıktır... Korkunç bir biçimde ölen bu talihsiz çocuklar, sosyal düzensizliğimizin ve bunu sürdürmeye kararlı mal sahibi sınıfların kurbanı olurlar. Yine de bu korkunç ölümlerin, onları eziyet ve ağır çalışmadan başka bir şey sunmayan, cefası bol ama sefadan yoksun bu hayattan kurtaracak birer lütuf olduğunu düşünmeden edemiyor insan. İngiltere'nin hali işte budur ve gazetelerde her gün bu tür haberlerle karşılaşan burjuvazi kılını dahi kıpırdatmıyor. Ancak burada adı geçen, kendince de malum, resmi ya da yarı resmi tanıklıklara dayanarak onu sosyal cinayetle itham edersem, gık diyemeyecektir. Hakim sınıf ya bu korkunç koşulları düzeltmeli ya da bu ortak çıkarların yönetimini emekçi sınıfa bırakmalıdır." (Friedrich Engels, İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu)
Bu sosyal cinayetlerin en çarpıcı örneklerinden biri geçtiğimiz gün İzmir'de işlendi. Selçuk'ta, derme çatma bir barakada 5 çocuk; 5 yaşındaki Fadime Nefes, 4 yaşındaki Funda Peri, 3 yaşındaki Aslan Miraç, 2 yaşındaki Masal Işık ve 1 yaşındaki Aras Bulut, elektrik sobasının devrilmesi sonucu çıkan yangında katledildi. Anneleri, geçinebilmek için hurdacılık yapıyordu ve topladığı hurdaların parasını almak için 15-20 dakikalığına evden çıkmış, çocukların başına bir iş gelmesin diye kapıyı kilitlemişti. Babaları, hapishanedeydi.
Cinayetin ardından ilk iş anne gözaltına alındı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, ailenin 18 kez ziyaret edildiği ifade edilerek, "sosyal yardım" adı altında verilen sadakalar tek tek sıralandı. Çocukların aileden koparılarak "devlet himayesine alınmasının" teklif edildiği ama ailenin bunu reddettiği aktarıldı. AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, iktidar ve bakanlığa dönük eleştirilere, "Dönüp dolaşıp her şeyi paraya bağlıyorsunuz" dedi.
Bu çocukların yaşamı için gerekli olan bütün şeylerden yoksun bırakılarak, ölüm kaçınılmaz bir şekilde onları bulana kadar bu koşullar altında yaşamaya zorlanmalarıyla işlenmiş bir cinayetle karşı karşıyayız. En başta sermaye devleti ve işbirlikçilerinin, ikinci olarak göstermelik bir muhalefetin ötesine geçemeyen bütün karşıt aktörlerin ve nihayetinde tüm toplumun; öyle ya da böyle bir şekilde faili olduğu bir cinayet.
Kürtajın fiilen yasak, doğum kontrolünün büyük bir lüks olduğu ülkemizde, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, kadınların doğum oranını dert edip, daha çok çocuk doğursunlar diye toplantı üzerine toplantı alır, açıklama üzerine açıklama yaparken, katledilen 5 çocuğun annesini, "Biz bu çocukları devlet himayesine almak istedik, kabul etmedi" diyerek hedef gösterdi. Yetiştirme yurtlarında her gün yeni bir istismar, şiddet, çocuk ölümü haberiyle karşılaşmıyormuşuz gibi, sosyal medyada kalabalık bir koro bu hedef göstermeye eşlik etti. "Bu kadar yoksulsa neden 5 çocuk doğurmuş", "Devlet böylelerine müdahale etmeli", "Cahiller işte" bağırışları birbirine karışırken, cinayetin esas failleri aradan sıvışmaya çalışıyor.
Oysa eğer anneleri de çocuklarla birlikte bu cinayete kurban gitseydi, bu büyük "dramın" daha içtenlikle benimsenen bir parçası olabilirdi. Ancak, Orta Vadeli Programın, 12. Kalkınma Planının, tasarruf tedbirlerinin mimarlarının "acı reçetesi", bu işsiz kadını çocukları eve kilitleyip hurdacılıktan kazandığı bir ekmek parasını almak için dışarıya çıkmaya mecbur bıraktı.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, bu anneye sadaka vererek onu kendine bağımlı hale getirmek yerine, güvenceli bir iş ve güvenli bir barınma alanı sağlasaydı, bu 5 çocuğun kreş hakkı olsaydı, bu anne ve çocuklar, elektrik, su, doğalgaz, gıda, giyecek gibi temel ihtiyaç kalemlerine erişebiliyor olsaydı, şimdi çocukların hepsi hayatta olacaktı. Bu gerçeklik hepimiz için oldukça aşikar dururken, annenin çocuklarını devlete verme dayatmasını kabul etmemesinin tartışılması, neden bu kadar çocuk doğurduğunun hesabının sorulması, hem toplumun bu cinayetteki failliğini hem de bir bütün olarak evin, çocukların sorumluluğunun kadına yıkıldığının, kadının ikili sömürüsünü tekrar ortaya çıkaran bir nokta.
Peki, kimdir bu cinayetin azmettiricileri ve ana failleri? Yukarıda andığımız, 12. Kalkınma Planının, bütçenin, tasarruf tedbirlerinin, Orta Vadeli Programın mimarları, yurt dışında kapı kapı dolaşıp yatırımcılara asgari ücrete yüzde 25 zam sözü verenler, ücretlerin arttırılmasının enflasyonun temel sebebi olduğunu savunanlar, sermayedarların talebi doğrultusunda MESEM üstüne MESEM açanlar, hatta patronların istediği gibi MESEM açmasını sağlayanlar, vergi üstüne vergi bindirenler, kar uğruna işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinden feragat edenler, bir bütün olarak toplumu yoksullaşma krizine sürükleyenler; her gün en az 3 iş cinayetine gözlerimizi açtığımız, bebeklerin dahi kar uğruna yoğun bakımda katledildiği bu sosyal cinayet düzeninin yaratıcılarıdır. Hem işçinin hem patronun dostu olduğunu savunan ana muhalefet partisi; göstermelik açıklamaların ötesine geçemeyen, iktidardaki ya da ana muhalefetteki partileri destekleyen patronların emrine amade büyük konfederasyonlardır.
Her gün çocukların, kadınların, işçilerin, gençlerin ihmal, kaza, intihar gibi gözükse de oldukça kasti bir şekilde katline yol açarken, "Dönüp dolaşıp her şeyi paraya bağlıyorsunuz ya" diyerek sitem etme, hedef şaşırtma haddini kendinde bulabilenlere karşı, evet, dönüp dolaşıp her şey, paraya bağlanıyor. Öyleyse, Engels'in de ifade ettiği gibi, ortada verilmesi gereken bir karar vardır. Ya burjuvazi bu ağır cinayet suçlamasıyla yönetmeye devam edecektir ya da işçi ve emekçiler lehine çekilecektir.
Bütün yaşananlar, sermaye düzeninin bu cinayet suçlamasından hiç gocunmadığını, ortada onlar adına, vicdan, adalet, insan sevgisi üzerinden yapılabilecek bir tartışma olmadığını gösteriyor. O zaman bu kararı vermesi gerekenler de işçi ve emekçiler, emekçi sol hareketin kendisidir. Ya bu arsız cinayet düzenine katlanmaya devam edeceğiz, sayımız her geçen gün azalarak ve onur kırıcı yaşam koşullarımız her geçen gün derinleşerek yaşayacağız ya da hepimizi cinayet faili olmaya zorlayan bu düzenin mimarlarını başımızdan def edecek, insanca, onurlu bir yaşamı kurmak için harekete geçeceğiz. Başka yolu yok.