24 Eylül 2024 Salı

Elif Bayburt yazdı | Sosyal medya ve hegemonya mücadelesi

Mücadelede ve devrimci bakış açısını geliştirmekte sosyal medyaya yaslanmaktan vazgeçmek, sosyal medyayı bu mücadelenin bir aracı olarak görmek, diğer yandan yükselişteki propaganda savaşına karşı genel geçer, alaycı cevaplara değil, programatik değerlere, diyalektik materyalizme yaslanmak gerekiyor. Devrimcilerin esas varlık alanının sokaklar olduğunu unutmadan, her türlü karalama kampanyasına asıl cevabın sakil "laf dalaşlarında" değil eylemde, işçi, emekçi kitlelerin ve ezilenlerin içinde yürütülen politik çalışmada, devrimci iddiayı pratikle buluşturmada olduğunu unutmamak hepimizin en temel görevi.

Seçim sürecinden bu yana sosyal medyada giderek artış gösteren bir trend var. Devrimci, sosyalist ve yurtsever değerlere ve önderlere dönük pek çok farklı biçimde kendini gösteren itibarsızlaştırma furyası. Bol prodüksiyonlu yapımlarla açıktan "Deniz Gezmiş aslında şöyle bir 'terörist'tir", "Erdal Eren asılmayı hak etmişti" mesajı vermekten tutalım da Kürt halk önderi Abdullah Öcalan hakkında açılmış özel konseptli hesaplarla terbiyesizce, bel altı vurmaya kadar, sosyal medyanın yatay ve esnek yapısı da fırsat bilenerek pek çok farklı formatta açıktan hedef gösterme ya da "şaka" amaçlı devrimci değerlerin çiğnendiğini, temsil ettiği geleneklerle dalga geçildiğini gördük, görmeye de devam ediyoruz.

Devrimci mücadeleye dönük çok kapsamlı tasfiye saldırısının en sinsice gelişen ve son dönemde hız kazanan bu yönüyle; Deniz Gezmiş, Erdal Eren, İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan gibi halk tarafından da geniş çaplı sahiplenilen pek çok devrimci önderin ve önderlik ettikleri geleneklerin fiili meşru eylemleri, devrimcilikleri "tartışma", "objektiflik" adı altında itibarsızlaştırılıyor. Devrimci mücadeleye dönük bu yönlü saldırılar belki de en başta sosyal medyayla kopmaz bağlara sahip gençlik kitlelerinde de son dönemde yükselen faşist eğilimlerin pekiştirilmesi amacı taşıyor. Resmi ideolojinin ders kitaplarında, televizyonlarında, radyolarında başlayan bu anlatı, sosyal medyada çok daha "erişilebilir" ve "inandırıcı" bir hal kazanıyor. Resmi ideolojinin bürokratik kurumlarına sırtını dönme eğilimindeki gençlik kitleleri, sosyal medyada maruz kaldıkları bu "içten" manipülasyonlarla zehirlenmeye ve bir parçası olmaya teşne görünüyor. Çok boyutlu bu tartışmanın yakın zamanda gündem olan bir ekseni, elbette bu sürecin rejimin hegemonya mücadelesinin bir parçası olması. Burjuva muhalif cenah "AKP'nin hegemonya savaşını hala kazanamadığı" iddiasıyla bel bağladıkları seçim sandıklarının avuntusunda debelenedursun, hem AKP-MHP faşist iktidarı hem de güncel iktidarın muhalifi gibi dursa da resmi ideolojiye göbekten bağlı Zafer Partisi gibi faşist oluşumlar, propaganda makinesini doğrultmuş, harıl harıl çalışmaya devam ediyor.

Devrimci mücadeleye dönük bu tarz açıktan bir itibarsızlaştırma saldırısının yanı sıra, burjuva muhalefet ve reformistler halkta biriken sistem karşıtlığı ve öfkeyi konsolide etmek, bu öfkenin temsili değerlerinin içini boşaltmak için ellerinden geleni yapıyor. Lenin'in Devlet ve Devrim'in girişinde söylediği gibi: "Egemen sınıflar, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası gelmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini, en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve karaçalma kampanyalarıyla karşılarlar. Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye, söz uygun düşerse, azizleştirmeye, ezilen sınıfları 'teselli etmek' ve onları aldatmak için adlarını bir hâle ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir. Burjuvazi ve işçi hareketi oportünistleri, bugün işte Marksizmi 'evcilleştirme' biçimi üzerinde birleşiyorlar. Öğretinin devrimci yanı ve devrimci ruhu unutuluyor, siliniyor ve değiştiriliyor. Burjuvazi için kabul edilebilir ya da öyle görünen şeyler, ön plana çıkarılıyor ve övülüyor." Her daim güncelliğini koruyan bu alıntı, devrimcilerin ne kadar geniş çaplı bir antipropagandanın gölgesinde yürüdüklerini gösteriyor.

Geniş işçi emekçi kitlelerin ve ezilen halkların rejime dönük tepkisi dalga dalga yükselirken, büyüyen tepkiyi belki de devrimcilerden daha iyi analiz eden faşizm, halkın yüzünü sosyalizm idealine dönmesi endişesiyle, geniş çaplı kara propaganda savaşını bir adım öteye taşımak için düğmeye basmış halde. Burjuva muhalefet ise "Aman ağzımızın tadı kaçmasın", "Devletimize zeval gelmesin" gibi endişelerle, AKP karşıtı görünse de devletin bekasında birleşmiş olarak, olanları uzaktan izliyor ya da bu değirmene su taşıyor. Son olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) işlediği ve burjuva hukuk tarafından da kabul edilmiş suçları dile getirdiği için partisi tarafından da hedef tahtasına oturtulan Sezgin Tanrıkulu'na yönelik linç saldırısı, CHP'nin ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun "TSK bizim gözbebeğimiz" ifadeleri, devrimcilerin içerisine sıkıştırılmak istendiği cenderenin boyutunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

Peki devrimciler ne yapıyor? Bu, cevabı hala muğlaklığını koruyan bir soru. Ne yazık ki, sosyal medyanın "şeyleri" yozlaştırmaya ve içini boşaltmaya teşne yapısı; devrimci, sosyalist ve yurtsever örgütlerin, bu örgütlerin üyeleri ve sempatizanlarının da bu propaganda savaşını yeterince ciddiye almamasına, devrimci değerlerle kurulan ilişkide belli bir boş vermişliğe yol açıyor. Bundan hepimiz muzdaribiz. Devrimcilerin sosyal medyayla kurdukları ilişkide mekanik, kitlelerin eğilimlerini anlamaktan uzak, tamamıyla formel bir biçim benimsemesi de bu problemi ortadan kaldırmıyor. Ancak, sosyal medya polemikleri ya da paylaşımları üzerinden kendini var eden, kitlelerle somut, dolaysız, birebir ilişki kurmayan her devrimci bu erozyona kapılıp gitme riskini taşıyor.

Bu nedenle, mücadelede ve devrimci bakış açısını geliştirmekte sosyal medyaya yaslanmaktan vazgeçmek, sosyal medyayı bu mücadelenin bir aracı olarak görmek, diğer yandan yükselişteki propaganda savaşına karşı genel geçer, alaycı cevaplara değil, programatik değerlere, diyalektik materyalizme yaslanmak gerekiyor. Devrimcilerin esas varlık alanının sokaklar olduğunu unutmadan, her türlü karalama kampanyasına asıl cevabın sakil "laf dalaşlarında" değil eylemde, işçi, emekçi kitlelerin ve ezilenlerin içinde yürütülen politik çalışmada, devrimci iddiayı pratikle buluşturmada olduğunu unutmamak hepimizin en temel görevi. O yüzden çok okuyan, çok yazan, çok düşünen ancak küçük burjuva aydın bir tavırla değil, bir sosyalistin görev bilinciyle düşünen, öğrendiklerini içselleştirebilen, kitabi değil içten ve samimi, bilgisini deneyimiyle buluşturabilen propagandacılara önümüzdeki dönemde büyük görevler düşüyor.