4 Aralık 2024 Çarşamba

'Hamas ile ulusal kurtuluşu sağlayana kadar geçici ittifak içindeyiz'

Ürdün Demokratik Halk Birliği Partisi Genel Sekreteri Dr. Saeed ve Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Essam, 7 Ekim Aksa Tufanı hamlesi öncesi ve sonrasına dair ETHA'ya değerlendirmelerde bulundu. Birincil düşmanlarının siyonist İsrail ve ABD olduğunu vurgulayan Essam ve Saeed, Hamas ile birçok fikir farklılıkları olmasına rağmen bu eksende işbirliği içinde olduklarını vurguladı. Ulusal kurtuluş mücadelesinin kazanımla sonuçlanmasının ardından demokratik sosyalist bir devlet kurmayı amaçladıklarını söyledi.

7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirilen Aksa Tufanı hamlesi Filistin davası için tarihin akışını değiştirmekle kalmadı, bölgedeki tüm güç dengelerine meydan okuyarak dünyanın temel gündemlerinden biri oldu. Görünüşte yenilmez olan işgalci siyonist devlete karşı Filistinli direniş güçlerinin tümünü kapsayan Aksa Tufanı direniş hamlesi öngörülemeyen bir savaşın başlangıcı oldu. İsrail'in soykırım saldırıları karşısında pek çok ülkede Filistin için kitlesel hareketler yükseldi.

Filistin özgürlük mücadelesinin Ürdün ve Lübnan'daki tarihsel devrimci ve sosyalist temsilcileriyle, 7 Ekim'i, yarattığı deprem etkisini ve Filistin özgürlük mücadelesi için açığa çıkardığı olanakları, enternasyonalizmin bugünkü sorumluluk ve görevlerini konuştuk. 7 Ekim Aksa Tufanı'nın yansımaları, en açık şekilde Filistin kurtuluş mücadelesinin özneleri arasında olmak üzere, pek çok bakımdan hissedilir ve görünür oldu. Öyle ki Filistinli temsilcilerden sık sık "Üzgünüm, şu anda hatırlayamıyorum, 7 Ekim'den önceki her şey flulaştı" veya "7 Ekim'den bu yana her şey değişti" gibi ifadeler duyduk.

Dizi halinde yayınlayacağımız röportajlardan ilkini, FHKC kurucu önderi George Habash'ı ölüm yıldönümünde Ürdün'deki mezarı başında birlikte andığımız Demokratik Halk Birliği Partisi Genel Sekreteri Dr. Saeed Diab ve Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Essam Al-Khawaja ile yaptık.

Saeed Diab ve Essam Al-Khawaja'nın sorularımıza yanıtlar şunlar:

7 EKİM ÖNCE FİLİSTİN'İN ÖZGÜRLEŞME MÜCADELESİ İKİNCİ PLANDAYDI

Aksa Tufanı operasyonu, Filistin direnişini tasfiye etmeyi amaçlayan Oslo Anlaşmasından Filistin halkını tamamen yok sayan İbrahim Anlaşmasına varan bir zeminde yaşandı. Tarihin akışını değiştirebilecek bir etkisi oldu. 7 Ekim'in tarihsel anlamını değerlendirebilir misiniz?
Dr. Essam Al-Khawaja:
Evet, 7 Ekim'i böyle değerlendiriyoruz, ama 7 Ekim'i anlamak için, 6 Ekim'den başlamak gerekir. Sizin de bahsettiğiniz gibi bir gün önce Filistin halkının özgürleşme, kendi kaderini tayin etme ve Filistin halkının hakları için verdiği mücadele dünyanın farklı yerlerindeki kamuoyu için neredeyse ikincil plandaydı. Arap halkı da dahil olmak üzere dünya halklarının Filistin'e ilgisi zayıflamıştı. Filistinlilerin haklarını desteklemek daha az önemli hale gelmişti. Oysa İsrail ile uzun süredir devam eden mücadelede zemin kaybediyorduk. İsrail, Filistin'de giderek daha fazla toprak üzerinde kontrolünü genişletti ve işgal ettiği topraklarda yeni yerleşim yerleri kurdu. Siyonist sömürgecilik genişledi. Özellikle Batı Şeria'da yeni arazilere el koymaya devam etti. Batı Şeria'nın yüzde 60'ı işgalci güçlerin mutlak kontrolü altında. Ve Filistinlilerin ekonomik açıdan yaşamanın çok zor olduğu şehir belediyelerinde yoğunlaştığı yüzde 30-40'lık bir alan var. İşgal güçleri altındaki bu yüzde 30-40'lık alandaki sosyal ilişkileri göz önünde bulundurmalısınız. Orada en az 600 kontrol noktası bulunuyor. Çok küçük bir alanda yüzlerce kontrol noktasından bahsediyoruz. İnsanlarımızın işlerine, üniversitelerine, okullarına gitmeleri gerektiğinde ya da ailelerini ziyaret etmek ve onlarla iletişim kurmak istediklerinde işgalci engellere katlanmak zorunda kalıyorlar. Kontrol noktalarından geçmek zorundalar. Bu büyük bir aşağılamadır.

Bir başka örnek de Filistinli çiftçilerin durumudur. Ürünlerini, zeytin hasatlarını toplamaları gerekiyor, ancak askeri emirle gidemiyorlar. İşçilerin imkanları ve hakları son derece kısıtlı. Bu duruma ek olarak Filistinliler, kuşatma, suikast gibi birçok zulme maruz kalıyor. Yerleşimci çetelerin günlük ve öldürücü keyfiliği söz konusu. Sokaklarda durduk yere insanlarımızı katlediyorlar, yargısız infazlar yapıyorlar. Zaten bildiğiniz birçok şeyi ekleyebiliriz. İnsanlarımızın yaşadığı sayısız trajedi ve acı var. Örneğin babam Filistin'de öldüğünde cenazesine katılamadım.

SÖZDE NORMALLEŞME SÜRECİNDE FİLİSTİNLİLERİN HAKLARI DARALDI
Bu 7 Ekim'den önceki tablodur. İşgalci İsrail ile farklı Arap rejimleri arasındaki normalleşme sürecini de eklemeliyiz. Sözde normalleşme süreci, İsrail'in normal bir ülke olduğu ve sonuçları olmadan yaptıklarını yapmaya devam edebileceği anlamına geliyordu. Ayrıca BM üyesi bir devlettir. Arap rejimlerinin komşularıyla müzakereleri "ilişkileri normalleştirmeliyiz ve diplomatik, ekonomik, işbirliği kurmak, kültürel, bilimsel ve hatta güvenlik konularında birlikte çalışmalıyız" anlamına geliyordu. Peki ya 75 yıl önce Filistin devleti kurulmadan sürülen ve bugüne kadar hakları tanınmayan Filistin halkı ne olacak? Filistin halkının 75 yılı aşkın süredir çektiği acıların karşılığı ne olacak? Bunlar geride bırakıldı. 7 Ekim'den önce çok zor zamanlardan geçiyorduk. Filistinlilerin hakları giderek daraldı.

İbrahim müzakerelerine geri dönersek, Suudi Arabistan gibi bazı ülkelerde barış süreci ilerlemişti. İsrail ile normalleşmeye hazır olduklarını kamuoyuna duyurdular. O zamana kadar Suudi Arabistan yetkililerinden İsrail ile ilişkileri normalleştirmek için kamuoyuna açık bir beyan yoktu. Ancak 7 Ekim'den önce normalleşme için hazırlık yapacaklarını resmen ilan ettiler. Bunun anlamı şuydu: Ekonomik açıdan en güçlü Arap ülkelerinden biri olan Suudi Arabistan normalleşme sürecini devam ettirecek. Bu da İsrail'in Filistin sorunu çözülmeden Arap ülkeleriyle ilişki kurması anlamına geliyordu. Bana göre bu açıklama direnişin inisiyatif almasını tetikleyen unsurlardan biriydi. Ve işgale karşı direnme hakkı olarak gördüğümüz şeyi kullandık.

MESCİD-İ AKSA'NIN İŞGALİ DÖNÜM NOKTASI OLDU
7 Ekim'i anlamak için iki yıl öncesine dönmemiz gerekiyor. Filistinli direniş gruplarının siyonizme karşı 11 gün süren bir savaşta birleştiği Seyfül Kudüs'ü* hatırlarsınız.

Sömürgeci yerleşimciler Mescid-i Aksa camisini işgal ettiğinde, Müslümanların yanı sıra Hristiyanlarında dinsel ve ruhsal duygularının incitildiği düşünülüyordu. İbadet etme duyguları yerleşimciler tarafından işgal edildi. Cami işgalci güçler tarafından korunuyordu. İnsanlara, özellikle de kadınlara çok kötü davranıldı. Bu bir dönüm noktası oldu.

İSRAİL 2021'DE SALDIRINCA BÜTÜN DİRENİŞ ÖRGÜTLERİ SAVAŞTI
Seyfül Kudüs'ün üzerine İsrail Gazze'ye saldırmaya başladı. Gazze'yi ve Filistin direnişini bombaladı. Direnişe sadece Hamas değil, Gazze'deki tüm örgütler dahildi. Bütün direniş örgütleri savaştı, saldırıyı püskürttü. Bu birleşik direnişin verdiği bir cevaptı. Savaş olarak adlandırılan bu çatışma birkaç hafta sürdü. 11 günlük direnişin sonunda, bu mesele 1948'den beri işgal altındaki tüm topraklarda, Batı Şeria'da, Kudüs'te ve diasporada Arap Filistinli kitlelerin hareketini tetikledi ve aynı zamanda Filistin'le dayanışma amacıyla dünya çapında kitlesel hareketleri seferber etti. Bu gelişmede Filistinlilerin hakları ve halk davası kamuoyunda ilk sıraya geri döndü.

7 EKİM FİLİSTİNLİLERİN DOĞAL TEPKİSİYDİ
Şimdi tüm dünya 7 Ekim'i konuşuyor, ancak 75 yıllık işgal teröründen, sürgünden, her açıdan çekilen acılardan hiç bahsetmiyorlar. Filistin halkının yarısı kendi tarihi topraklarının dışında yaşıyor ve Filistin'e gitmeye, doğdukları yerleri, evlerini, halklarını ziyaret etmeye hakları yok. Bence 7 Ekim'i Filistinlilerin doğal bir tepkisi olarak değerlendirmeliyiz.

7 EKİM'İN ETKİSİ HAMAS'IN BEKLEDİĞİNDEN BİLE BÜYÜK OLDU

Aksa Tufanı nasıl bir etki yarattı?
Dr. Essam:
Gelişmeler direniş hakkının bir parçası. Ancak 7 Ekim'in etkisi ve sonrasında yaşananlar kimse tarafından hesaplanmamıştı, beklenmiyordu. Belki de direnişin planı esas olarak Hamas tarafından birkaç yıl boyunca hazırlandı. Ancak somut anda çatışma beklenenden çok daha kapsamlı oldu. 7 Ekim Hamas'ın bile beklediğinden daha büyük oldu. Gerçekten durum böyle. Çünkü ilan ettikleri talepler esirleri rehinelerle takas etmekti. Buna ek olarak Filistin halkına yönelik saldırılara ve Mescid-i Aksa provokasyonuna karşılık vermekti. Bunlar iki ana hedefti. İlk etapta başka bir hedef beyan edilmedi ancak daha sonra, Aksa Tufanı'nın kapsamının büyüklüğü netleşince, diğer hedefler de bunu takip etti.

Çatışmalar tarihinde, Filistin'in 75 yıllık işgalinde Filistin direnişinin ilk kez böyle bir etkiyle karşılık verdiğini düşünüyoruz. 75 yıllık bir işgalden söz ediyoruz, ancak 140 yıldan fazla bir süredir de siyonist işgal hareketiyle karşı karşıyayız.

İNGİLTERE SİYONİST HAREKETİN ANA DESTEKÇİLERİNDEN BİRİYDİ
Siyonizmi bir ideoloji olarak benimseyen öncüler ya da daha önceki yerleşimciler 1878'de ilk grup olarak Filistin'e gelmişti. Siyonist hareketin ilk kongresi 1897'de yapıldı. O ana kadar uluslararası siyonist hareket bir örgüt olarak kurulmamıştı, ama ideoloji olarak İngiltere'de zaten inşa ediliyordu. İngilizler siyonist hareketin ana destekçilerinden biriydi, çünkü o dönemde Filistin'de çıkarları vardı. İngiltere'nin Hindistan ve Asya ile ticaret yolunu garanti altına almak için Filistin topraklarına ihtiyaçları vardı. Fransa ise Süveyş kanalına sahipti. İngiltere, Fransa ile rekabet halindeydi. Bu iki sömürgeci güç bölge hakkında karar verdi. İngiltere'nin bölgeyi kontrol etmek için bir jandarma gücüne ihtiyacı vardı ve Filistin oradaydı. Dolaysıyla İsrail İngiltere için somut bir projeydi. Siyonistler Arjantin'i, Uganda'yı ve dünyanın diğer bölgelerini kendi yerleşim alanları olarak görüyorlardı. Ama sonunda İngiliz ve siyonist hareketin ortak çıkarına göre Filistin'e karar verildi.

KUŞATMA ALTINDA ALTYAPI İNŞA EDİLDİ

Direniş hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?
Dr. Essam:
Gazze'de yaşananlar gerçekten bir mucize, çünkü çok ağır kuşatma altındaki bir bölgeden bahsediyoruz. Deniz, hava ve karadan erişiminizin olmadığı 380 km'lik bir sınırı var. Tek ulaşım yolu Mısır'dan geçiyor ve Philadelphia anlaşması bu sınır noktasını kontrol etmek için yapıldı.

Yaklaşık 75 yıldır süren bu kuşatma altında bir altyapı inşa edildi ve mücadeleye adanmış militanlar eğitildi. Ve kendi silahlarını üretilebilir hale geldi. Üretim için asgari düzeyde imalathaneler kuruldu. Roket vb. dahil olmak üzere savaşmak için basit araçlar üretildi.

Tünellerin varlığı genel olarak biliniyordu, ancak kimse 7 Ekim'den önce bu kadar çok tünel olduğunu hayal etmemişti. Tünellerin boyutları, genişliği ve gerçek planı bilinmiyordu. Gerçekten yerin altında bir şehirden bahsediyoruz.

FARKLI GRUPLAR DİRENME HAKKI İÇİN BİRLEŞTİ
Bugün direniş hakkında bilinmesi gereken en önemli şey, tüm halkın direnişi desteklediğidir. İşgal altındaki Filistin'in her yerinde, ama özellikle Gazze'de direniş gruplarının bir koordinasyonu var, biz buna farklı gruplar arasında koordinasyon ofisi diyoruz. Gazze'deki tüm örgütler farklı oranlarda katılıyor. Seyfül Kudüs bu birlik organı adına açıklama yaptı. Birleşik bir organdır, çünkü farklı grupların birliğini sağlayan esas mesele direniş ve direnme hakkıdır. Gazze'deki insanlar tüm fedakarlıklara ve tüm zorluklara rağmen bu seçeneği, direniş hakkını destekliyor. Direnişi kim yönetirse yönetsin halk direnişin yanındadır.

Kadınlar da direnişin bir parçası ama sadece birkaç kadın savaşçıdan söz edebiliriz. Çocuk bakımı gibi toplumsal işbölümü belirleyici. Kadınlar direnişin çok önemli bir parçasıdır.

FİLİSTİN YÖNETİMİ İSRAİL'E İSTİHBARAT BİLGİSİ VERİYOR
Bir de Batı Şeria'daki durumdan bahsetmek istiyorum. Batı Şeria'da durum çok daha zor. Filistinli örgütlerin çalışmaları tamamen yeraltında ve farklı faktörler rol oynuyor. İşgalci güçlerin doğrudan hapishaneleri orada bulunuyor. Filistin otoritesi istihbarat bilgileri konusunda İsrail ile işbirliği yapıyor. Gazze'de işler daha kolaydı, Batı Şeria ise yerleşimlerin genişlemesinin bir parçası olduğu için orada daha fazla baskı, zulüm, tutuklama söz konusu.

HAMAS İLE GERÇEKLİĞİMİZ 'BİRLİK, ÇELİŞKİ, BİRLİK'

Bugün direnişin tüm kesimleri siyonist düşmana karşı birleşti. Ancak dünyada Filistin dayanışmasının bazı kesimleri için Hamas gibi politik islamcı grupların Gazze'deki direnişe öncülük etmesi çeşitli kesimlerin Filistin direnişine mesafe koymasının gerekçesi yapıldı. Siz bu kesimlere ne söylersiniz? Direnişin birleşik güçlerinin hedefleri ve ulusal birliğin ortaya çıkardığı çelişkiler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?
Dr. Saeed Diab:
Öncelikle Hamas hakkında konuşmak istiyorum. Hamas ile aramızdaki gerçekliğin "birlik, çelişki, birlik" olgusu tarafından yönetildiğini düşünüyorum.

Bizim için öncelikli konu ortak düşmanımız İsrail, siyonizm ve ABD ile karşı karşıya olmamızdır.
Hamas, İslami Cihad, El Fetih gibi örgütlerin sağ güçler olduğunu düşünüyoruz. Sol kuvvetleri de tanımlıyoruz. Filistin'i özgürleştirmeye ulaştığımızda belki de zorunlu çelişkiler anı gelir ve ilişkilerimiz değişir. Ama dediğim gibi, bizim için öncelik ortak düşmanımızdır. Hamas bizimle birlikte düşmana karşı savaşan bir örgüttür.

BUGÜN ÖNCELİĞİMİZ SİYONİZMİ VE EMPERYALİZMİ YENMEK
Durum bizden ikincil ve birincil düşmanlar arasında ayrım yapmamızı zorunlu kılıyor. Birincil düşman İsrail ve ABD'dir. İkincil düşman ise belki gelecekte Hamas ya da başkaları olabilir. Fakat biz vizyonumuz konusunda netiz. Ulusal kurtuluştan sonra demokratik sosyalist bir devlet kurmayı amaçlıyoruz, kendi tahayyüllerimiz var. Daha bugünden kurtuluştan sonra o günkü ittifaklar arasındaki ilişkilerin ne olacağını söyleyemeyiz. Henüz ulusal kurtuluş aşamasındayız. Bu çok zor bir süreç. Ondan sonra Hamas ile ilişkilerin ne olacağına bakacağız. Bu konuda kafamız karışık değil. Bizim projemiz Hamas'ınkinden tamamen farklı. Hamas'ın projeleri kapitalizmin şemsiyesi altındadır. Bugün önceliğimiz çelişkileri aramak değil, siyonizmi ve emperyalizmi yenmektir.

HAMAS GİBİ GÜÇLERLE GEÇİCİ İTTİFAK İÇİNDEYİZ
Dr. Essam:
Dr. Saeed'in de belirttiği gibi siyasi koşullar bizi kiminle ittifak kurduğumuza karar vermeye zorluyor. Düşmanlarımız İsrail ve emperyalizmdir. Ulusal kurtuluş hareketinin varoluşsal bir savaşla karşı karşıya olan farklı parçaları var. Bu güçler geniş ulusal cephe içinde birleşebilir. Bu Vietnam deneyiminde de uygulandı. Ho Chi Minh yönetimindeki Vietnam Komünist Partisi, sömürgeci güçlere karşı aynı cephe içinde Budistler gibi dini unsurlarla birlikte mücadele etti. Bu, ulusal kurtuluş sürecinde, işçi sınıfının gerçek bir proleter güç olduğu gelişmiş bir ülkede uygulanan devrimci güç kriterlerini uygulayamayacağımız anlamına gelir. Ancak sömürgeleştirilmiş bir ülkede kristalleşmiş işçi güçlerinden bahsedemeyiz. Bu nitelemeyi dikkate almalıyız, yoksa harekete geçeceğiz ama ayaklarımız yere basmayacak. Bugün önceliğimiz Filistin'in özgürleştirilmesi ve işgalin sona erdirilmesidir. Bu süreçte Filistin'e dair söz söyleyen her güç bu önceliğe sahiptir.

Biz tarihsel gelişmeleri ve İslami güçlerin gelişimini tercih etmedik. İslam içinde ilerici eğilimler de vardı. Ne yazık ki İslam içerisindeki muhafazakar güçler galip oldu.

Hamas gibi güçlerle, toplumsal tahayyül, ideoloji konusundaki farklılıklarımıza rağmen bir tür geçici ittifak içindeyiz. Anlaşamadığımız pek çok konu var. Anlaşamadıklarımızı da ayırıyoruz, bir kenara koyuyoruz. Bu aynı zamanda direniş koşullarının değişmesiyle de ilgilidir. Birinci intifada döneminde 1987-1988'e kadar Filistin kurtuluş hareketinin çoğunluğu ulusalcılar ve solcular olmak üzere iki gruptan oluşuyordu. Birinci intifadadan sonra Hamas hareketi Müslüman Kardeşler'in bir kolu olarak inşa edildi. Şimdi direnişte dini etki ön plana çıkıyor.

HAMAS'IN MERKEZİ AKLI DA DEĞİŞTİ
Ama Hamas da değişti. Partileşme sürecini, düşüncelerindeki gelişmeyi göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Merkezi akılları değişti. Bugün solcularla birlikte çalışmak konusunda daha az tutucular. Başlangıçta İslami olmayan herhangi bir grupla işbirliğini kabul etmediler. Hamas'ın kuruluşundan 35 yıl sonra bugünden söz ettiğimizde, bir tür koordinasyon, ortak eylem veya Hamas ile koordineli faaliyetler var. FHKC, Hamas, Cihad ve diğerlerinin imzaladığı bildiriler, duyurular var.

7 EKİM'DEN SONRA EN BÜYÜK ETKİ ULUSLARARASI DAYANIŞMADIR

Aksa Tufanı'nın ardından siyonist İsrail'in başlattığı katliamlara karşı Filistin halkıyla geliştirilen uluslararası dayanışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bölge ve dünya halklarına çağrınız nedir?
Dr. Essam:
7 Ekim ve sonrasında yaşananların en büyük etkilerinden biri uluslararası dayanışmadır, çünkü dünyanın farklı bölgelerindeki hükümetler İsrail'i destekliyor ya da aktif bir rol oynamadan Filistin halklarının yanında yer alıyorlar. Halklar Filistin'in yanında. Önceden Filistinlilerin haklarını savunan bir kamuoyu yoktu. Diasporadaki pek çok insan Filistin'le ilgilenmiyordu. 7 Ekim ile birlikte bir değişim meydana geldi. Kitleler içinde bir görüş değişikliği oldu. Bu bizim görüşümüze göre parlamentoları bile belirleyebilir. Bu önümüzdeki seçimlerde bazı ülkelerde etkili olacağını düşünüyorum. Birçok ülkede yeni hükümetler kurulacak. İnsanlar 7 Ekim'den sonra anlamaya ve öğrenmeye başladılar, olaylardan etkilendiler. Filistin hakkında okuyor ve araştırıyorlar. Filistin ile tanışan yeni nesiller var. Zihinleri değişti ve adaletsizlik karşısında fikirleri beslendi. Artık gerçek tarihi ve bu çatışmanın kökenlerini biliyorlar.

ANTİSİYONİST YAHUDİLERİN EYLEMLERİ ÖNEMLİ
En önemli şeylerden biri de ABD ve Büyük Britanya'daki kitle seferberlikleri ve antisiyonist Yahudilerin büyük destek ve katkıları oluyor. Bu gerçekten çok önemli, çünkü bizim sorunumuz Yahudilerle değil, siyonizmledir. Özellikle ABD'deki antisiyonist ilerici Yahudilerin Filistinlilerin geri dönüş ve kendi kaderini tayin hakkı lehindeki eylemleri önemlidir. Bu kesimler daha önce de vardı, ancak kimse onlara odaklanmadı. Filistin'in yanında orada olmalılar.

Dünya çapındaki en önemli etkilerden biri "Nehirden denize özgür Filistin" sloganının benimsenmesidir. İnsanlar bu sloganı yineliyor ve sadece tekrarlamakla kalmıyor. Gerçekten sürgüne maruz kalmış bir halkın kendi topraklarına geri dönme ve kendi kaderini tayin etme hakkını savunuyorlar.

Bir diğer önemli etki de İsrail anlatısını teşhir eden ve gerçekler hakkında yazan Ilan Pappé, Ze'ev Herzog gibi yeni tarihçilerin ortaya çıkmasıdır. Tarih hakkında gerçeği söylemek çok önemlidir. Bütün bu hareketler devam etmeli.

SOSYALİST DEMOKRATİK CUMHURİYETLER KONFEDERASYONUNU KURMAK İSTİYORUZ

Peki özgür bir Ortadoğu için ne tür devrimci olanaklar ortaya çıktı?
Dr. Essam: Ortadoğu terimini gerçekten sevmiyoruz, çünkü bu sömürgeci bir ifade. Ortadoğu, uzak doğu, Büyük Britanya'nın bakış açısına göre belirlenmiş ifadelerdir. Bunlar yeniden gözden geçirilmeli. Sosyalist demokratik cumhuriyetler konfederasyonundan bahsedebiliriz. Araplar ve örneğin Farslar, Kürtler gibi bölgedeki halklar arasında böyle bir yapının teoride mümkün olduğunu düşündüğümüz bir şeydir, ancak toplumların gerçekliğine gittiğinizde, tarihsel, kültürel olarak üstesinden gelmemiz gereken birçok farklılığımız var. Her bölgenin özellikleri farklıdır, sosyalist demokratik bir cumhuriyet yapay olarak inşa edilemez. Halkların kültürel ve tarihi geçmişi olmayan bir federasyon işe yaramayacaktır. Bu sosyalizm, toplumsal adalet, demokratik toplum projesini birleştirmeli, bütünleştirmeli ve dikkate almalıyız. Özgün niteliklerin belirlenmesi, tarih ve dili, gelenekleri, ilişkileri tahrip eden yapılardan kaçınmak önemlidir. Bu nedenle temkinli olmalıyız. Gerçekçi olmalıyız ve sosyalizmi inşa etmek için zamana ihtiyacımız olduğunu hesaba katmalıyız.

*Gazze Şeridi'ndeki Filistinli silahlı gruplar, 10 Mayıs ile 21 Mayıs 2021 tarihleri arasında süren ve "11 günlük savaş" olarak adlandırılan bu savaşta güçlerini işgal altındaki topraklarda yaşayan tüm Filistinlilerin gücüyle birleştirdi. İsrail'in Ramazan ayında Mescid-i Aksa'ya yönelik sürekli saldırılarının ardından, Hamas'ın silahlı kanadı El Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde, İsrail işgal güçlerine Mescid-i Aksa'dan çekilmeleri ve yerleşimcilerin yürüyüşünü durdurmaları için akşam saat 6'ya kadar süre verdi. Verilen süre dolduğunda Gazze'den Kudüs'ü çevreleyen İsrail yerleşimlerine roket yağmuru başladı. Bunun üzerine İsrail Gazze ile savaşa girdiğini resmen ilan etti. Takip eden bombardımanlarda işgal altındaki topraklarda İsrail işgal güçleri ve yerleşimciler tarafından yaklaşık 270 Filistinli katledildi. İsrail işgal güçlerinin Gazze Şeridi'ne yönelik askeri operasyonlar başlattığı 2014, 2008-2009 ve hatta 2012 yıllarının aksine, Filistin direnişinden kayda değer bir kazanım elde edilemedi. Gazze'deki silahlı gruplar ile siyonist İsrail arasındaki 2012 savaşı hariç diğer savaşlar Filistin silahlı mücadelesinin konumunun zayıflamasıyla sonuçlanmıştı. Seif Al-Quds (Kudüs'ün Kılıcı) sırasında ise durum tam tersiydi; ilk kez, 'Ortak Direniş Cephesi' olarak bilinen yapıyı oluşturan silahlı grupların birleşik cephesi adına ortak bir mücadele inşa edildi.