23 Eylül 2024 Pazartesi

Haşdi Şabi ne istiyor: Antiemperyalizm mi, bölgesel hegemonya mı?

Haşdi Şabi'nin bulunduğu alanlarda Amerikan karşıtı politika ve pratikler içinde olması, yer yer ABD güçlerine karşı eylemeler yapması onların "ezilenlerin safında" yer aldığı anlamına gelmiyor. Bu tanımlama toplumsal tabanın sınıfsal konumu ve çıkarlarıyla oluşan ve onun kendi özgün taleplerini savunan bir kuvvet değil, bölgesel çıkar çatışmaları ve rekabet ortamında gerici ve sömürgeci bölge devletlerinden İran'ın ve ona bağlı diğer kimi öznelerin politik ihtiyaçlarına yanıt vermek için oluşturulmasından kaynaklıdır. Haşdi Şabi, ezilenlerin hareketi değildir.

Emperyalistler arası çelişkiler ve onların tarafı olan bölge gerici devletlerinin içerisinde bulunduğu çatışma, kriz ve kaos ortamı, halkların yeniyi aramasına neden oluyor, halklar kendi öz savunmalarını örgütlüyorlar. Rojava'da YPG, Şengal'de YBŞ halk öz savunmasının devrimci örneklerini oluştururken, gerici bölge devletleri ya da onlarla bağlı içerisinde kimi mezhepsel-ulusal örgütlenmeler de de vurucu bir güç oluşturmak amacıyla milis örgütlenmelerini oluşturuyor. 

Uzun yıllardır işgal ve iç savaşın eksik olmadığı Irak'ta kurulan Haşdi Şabi de bu örgütlerden biri. Göreli olarak bağımsız hareket etme kabiliyetine sahip olan esasta İran'ın "direniş ekseni" olarak tarif ettiği çizginin Irak kolu gibi çalışan, Irak hükümetinin de desteklediği Haşdi Şabi, ekonomik, askeri ve politik olarak da bu güçlerin hamiliği altında oluşturuldu. 

HAŞDİ ŞABİ NASIL KURULDU?
Kriz ve iç savaşlardan ve istikrarsızlıktan başını kurtaramayan Irak, 2014'de DAİŞ'in saldırısına uğradı ve kısa süre içerisinde Ramadi, Felluce, Tikrit, Telafer ve Musul gibi önemli şehirler çetelerin eline geçti. DAİŞ işgalinden önce büyük ölçüde dağılan, azımsanmayacak sayıdaki askeri ve komuta gücünü de politik İslamcı örgütlere kaptıran Irak ordusu herhangi bir direniş gösteremedi. 2 Haziran 2014'de Irak'ın en büyük kentlerinden Musul birkaç gün içerisinde DAİŞ tarafından işgal edildi. Yaşanan bu gelişmeler üzerine, Iraklı Şii dini lider Ayetullah Ali Sistani, Şiilere 'cihat' çağrısı yaptı. Bu çağrıya 16 Şii grup olumlu yanıt verdi.

Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) çatısı altında güçlerini birleştiren gruplar arasında; Bedir grubu, Asaib Ehl el-Hak, Barış Tugayları (Mukteda El Sadr) grubu, Hizbullah Tugayları, Seyyid El Şuhada Tugayları, Kataib El İmam Ali, Ebu El-Fadl El Abbas Güçleri, Harakat Hizbullah, Nucala var. Haşdi Şabi içinde ayrıca Hristiyan, Ezidi ve Türkmenlerden oluşan irili ufaklı tugaylar da yer alıyor. Haşdi Şabi'nin Musul'da 1500, Telafer'de ise 2000 civarında askeri-milis gücü bulunduğu tahmin ediliyor.

Haşdi Şabi içerisindeki Türkmen Tugaylar'ı açıktan Kürt halkına ve onun devrimci güçlerine karşı düşmanlığını açıklamış, olası bir Irak ve Türk devleti anlaşmasında Kürdistani kuvvetlere saldıracağını belirtmişti. Bu açık Kürt düşmanlığına rağmen, Ezidi ve Kürtler içerisinden sınırlı bir kesimin de de Haşdi Şabi içinde yer alıyor. Haşdi Şabi'nin bir özelliği de zaten farklı kuvvetlerin ittifakı olması ve buna rağmen hareket edebilmesidir. Örneğin, bu kuvvetler tek bir dini lidere bağlı hareket etmiyor. İran ve Irak olmak üzere üç dini lidere bağlılık yemini ettiği biliniyor. İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'e, Irak dini lideri Ayetullah Ali Sistani ve Irak dini lider Mukteda Sadr'a bağlı olarak üç bölüme ayrılmış durumdalar. Bu liderler içinde İran çizgisi, Haşdi Şabi üzerinde daha çok etkisi bulunmaktadır.

ÖZEL YASALARLA SİLAHLI KUVVETLERE DAHİL EDİLDİ
Haşdi Şabi kurulduktan sonra Irak ordusuyla beraber DAİŞ'e karşı yürütülen savaşta yer aldı. Musul dahil, Ramadi, Felluce, Tikrit, Telafer gibi önemli kentlerin Irak ordusu tarafından alınmasında etkin olarak vardı.

Ancak DAİŞ'in yenilgisinden sonra Haşdi Şabi için yeni bir soru gündeme geldi. Haşdi Şabi bundan sonra ne yapacaktır? Şii lider, Mukteda El Sadr, bu gücün dağıtılmasını istedi. Ancak Irak'ın o dönem devlet yetkilileri, bunun resmi bir hal almasını ve devlet kurumu olarak yasallaştırılması görüşündeydi ve çıkartılan özel yasalarla silahlı kuvvetlere dâhil edildi. Bundan sonra Haşdi Şabi, 150 binlik kuvvetiyle en üst düzeyde silahlı kuvvetler içinde yer alır. Bu düzenlemeden sonra Haşdi Şabi'ye katılımlar daha çok arttı.

Bugün Haşdi Şabi, Lübnan, Suriye, Yemen, Irak ve İran'da silahlı kuvvet olarak yer alıyor. Kağıt üzerinde Irak devletinin bir askeri kuvveti olsa da, esas olarak İran politikaları ışığında hareket ediyor. Bunu böyle olması da garip değil. İran, Kasım Süleymani ve onlarca askerini Haşdi Şabi'de yönetici olarak konumlandırdı. İran silah ve ekonomik olarak da Haşdi Şabi'yi desteklediğini de zaten saklamadı. Haşdi Şabi'nin komuta düzeyi de İran'lı güçlerden eğitim alıyor. İran Kudüs Güçleri komutanı Kasım Süleymani, Haşdi Şabi örgütünü yönetmekle uğraşan bir İranlı Komutan olarak bilinmekteydi.

HAŞDİ ŞABİ VE BENZER ÖRGÜTLERİNİN KÜRTLER VE EZİLENLERE KARŞI YAKLAŞIMLARI
Haşdi Şabi, kuruluşunun ilk yıllarında öncelik olarak DAİŞ'e karşı savaşırken ABD, sessiz kalmayı tercih etti. Ancak ABD, ne zaman bölgede DAİŞ güçten düşüp zayıflayınca Haşdi Şabi'nin faaliyetlerini ve gelişmesini engellemeye yöneldi. Artık ABD'nin hasmı haline gelmişti. Bu düşmanlaşma, Aralık 2019 silahlı çatışmaya kadar uzandı. Önce Haşdi Şabi'ye bağlı olan kitleler ABD'nin Irak'tan çıkması için ABD noktalarına yürüdü. Haşdi Şabi milisleri ABD elçiliğini basarak ateşe verdi. Yapılan bu eylem çatışmayı şiddetlendirdi.

Harekete geçen ABD, Haşdi Şabi'yi örgütleyen, Kudüs Güçleri Komutanı Kasım Süleymani'yi ve Haşdi Şabi Komutanlarından Ebu Mehdi El Mühendisi ve diğer komutanlarını öldürdü. ABD, bu eylemlerle hem İran'a ve İran'ın desteklediği "direniş eksenine" en sert mesajını verdi.

Burada şunu vurgulamak gerekiyor. Haşdi Şabi'nin bulunduğu alanlarda Amerikan karşıtı politika ve pratikler içinde olması, yer yer ABD güçlerine karşı eylemeler yapması onların "ezilenlerin safında" yer aldığı anlamına gelmiyor. Bu tanımlama toplumsal tabanın sınıfsal konumu ve çıkarlarıyla oluşan ve onun kendi özgün taleplerini savunan bir kuvvet değil, bölgesel çıkar çatışmaları ve rekabet ortamında gerici ve sömürgeci bölge devletlerinden İran'ın ve ona bağlı diğer kimi öznelerin politik ihtiyaçlarına yanıt vermek için oluşturulmasından kaynaklıdır. Haşdi Şabi, ezilenlerin hareketi değildir.

Son zamanlarda İran ve Haşdi Şabi'nin ABD karşısındaki politik pozisyonlarından ötürü, solda yer alan ve bu kesimleri antiemperyalist ilan eden tutumlara mesafeli davranmak gerekir. Bu anlamda emperyalist ABD'nin bölgede dirençle karşılaşması, kimi konjonktürlerde devrimci gelişme için objektif olanaklar yaratabilir-yaratır. Ancak bunun böyle olması, bu çarpışmanın tarafı olan özneleri analiz ederken yaklaşımımızı değiştirmez. Elbette ki sahada politik öncelik sorunu vardır ve "hepsi düşmandır" gibi kaba bir eşitleme yapılamaz. Ancak politik konumun değişkenliği, kavramsal analizin içeriğine etki etmemeli.

Böyle bakacak olursak İran, Haşdi Şabi ve direniş ekseninin diğer özneleri, bölgesel statükonun başka bir egemen gücün lehine değişmesi için politika yapıyorlar. Öyle ki ABD karşısında gösterilen tutum, söz konusu Rusya olunca ortadan kayboluveriyor. Yine bu eksen, ezilen uluslara ve halk hareketlerine karşı tam bir baskı ve ezme politikası uyguluyor. Irak ve İran'daki halk hareketleri karşısında "infaz gücü" gibi davranan bu örgütler, Lübnan'daki halk hareketini de sonlandırmak için çağrılarda bulunmasını hatırlatmakta fayda var.

Yine bu eksen, hangi biçimde olursa olsun Kürt ulusunun, ulusal haklarını kazanmasına karşı sömürgeci karakterinden vazgeçmiyor. Güney Kürdistan'ın bağımsızlık referandumuna karşı savaş açan ve Haşdi Şabi aracılığıyla Kürdistan kentlerini işgal eden bu çizgi Rojava devrimini zayıflatmak için de fırsat kolluyor. Öyle ki Rojava'yı tehdit etmekten vazgeçmiyor, askeri hazırlıklarını sürdürüyorlar. Yine bu eksenin Suriye kolu, Rojava devrimini istikrarsızlaştırmak için askeri sabotaj, ekonomik yıpratma, devrime bağlı kesimleri düşkünleştirme ve güvensizlik ortamını örgütlemeye çalışıyorlar.

Bu yüzdendir ki, İran, Haşdi Şabi ve bu çizginin diğer öznelerini antiemperyalist ilan etmek ve selamlamak, bu eksenin devrim karşısındaki pozisyonlarını unutmak demektir. Ancak tekrar pahasına belirtmek gerekiyor. Bu analiz, politik sahada indirgemeci biçimde var olmayacaktır. Günümüzde bu kesimlerle yaşanılan çelişki henüz askeri bir saflaşmaya varmamıştır. Bu durumun bir süre daha sürmesi olasıdır. Lakin Ortadoğu'nun karışık politik atmosferinde ayakta kalabilmenin yolu, muhataplarının kim olduğunu doğru biçimde anlamaktan geçiyor.

SONUÇ OLARAK
Ortadoğu'da kaos, istikrarsızlık ve devletlerin hegemonya mücadelesi şiddetlenerek sürecektir. Biraz kaba bir ayrıştırmayla söyleyecek olursak sahadaki tablo şöyledir. ABD, İsrail ve Suud gibi kimi körfez ülkeleri bir tarafta, Rusya, İran ve ona bağlı Şii ekseni bir diğer taraftadır. Türkiye ise tarihsel olarak ABD blokunda, güncel politikada ise dengeci bir konumda davranmaktadır. Ayrıca her blokun içerisinde de azımsanamayacak çelişkiler mevcuttur.

Türkiye-Kürdistan birleşik devrimi, bu cepheleşmenin tarafı değildir. O, bu yangından devrim çıkartmakla yükümlüdür. Konjonktürün belirsizliği o kadar güçlüdür ki yukarıda sayılan öznelerin her birisi aynı anda devrime saldırıya geçebileceği gibi, bu kuvvetlerle uzunca bir süre daha fiili bir çatışma gerçekleşmeyebilir.

Eğer bir yere dikkat etmek çekmek istiyorsak, o da bütün siyasal kuvvetlerin daha etkin bir güce dönüşmek için silahlanma ve askerileşme düzeyini arttırdığıdır. Artık bütün güçler resmi orduların dışında sivillerin silahlandırılmasına dayanan operasyonel kuvvetlere ihtiyaç duyuyor. Etkin bir politik aktör olmak isteyen herkes, oyunun kurallarının askerileşmekten geçtiğini görüyor.

Eğer Türkiye-Kürdistan devrimi, bu çelişkilerden devrim çıkartacaksa bunun yolu, politik askeri varlığını kuvvetlendirmek ve geniş ölçekli halk silahlanmasını gerçek kılmaktır. Bu başarılamadığı ölçüde, egemenler arası çelişkiler değerlendirilemeyecek, devrim karşıtı kuvvetler ilk fırsatta bu devrimci odağı denklemin dışına düşürmek isteyecektir. Devrimin tek gelişim yolu, kimden geldiğine bakmaksızın varlığını engellemek isteyen her özneye karşı kendisini savunmaktır.