8 Ekim 2024 Salı

İHD ve TİHV: İşkencesiz bir dünya mümkündür

26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü dolayısıyla açıklama yapan İHD ve TİHV, "İşkencesiz bir dünya mümkündür" diye belirtti.

İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü dolayısıyla "Her şeye karşın işkencesiz bir dünya mümkündür" başlıklı ortak açıklama yaptı.

Açıklamada, "Birleşmiş Milletler (BM) 'İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme' 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. BM 1997 yılında bugünü 'İşkence Görenlerle Dayanışma Günü' olarak ilan etmiştir" denildi.

Türkiye'nin de altına imza attığı bu Sözleşme, insanın sahip olduğu onur ve değeri korumak için işkenceyi mutlak olarak yasakladığını vurgulanan açıklamada, "İnsanlık ailesinin ortak kazanımı olan ve modern insan hakları hukukunun en temel kurallarından birini oluşturan bu yasak, normlar hiyerarşisi açısından üstün kural, başka bir deyişle buyruk kural niteliğindedir. Dolayısıyla hiçbir koşulda istisnası olmaz. Sözleşmenin 2. maddesinin 2. paragrafında bu durum şöyle ifade edilir: 'Hiçbir istisnai durum ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez'" diye belirtildi.

Bu açık ve net belirlemeye karşın işkence, hâlen dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından halklara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak kullanıldığı ifade edilen açıklamada, "Türkiye 'İşkenceye Karşı Sözleşme'yi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa ve Ceza Kanunu'nda işkenceyi yasaklamıştır" denildi. Türkiye'nin işkenceyi yasaklamasına rağmen işkence askeri darbeler döneminde değil tüm cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir devlet politikası olarak varlığını koruduğunun altı çizilen açıklamada, "Siyasal iktidarın giderek daha fazla otoriterleşmesi ile orantılı biçimde; devlet erkinin çeşitli kademelerinde yaygınlaşan yasa, kural ve norm denetiminden kaçınma, keyfilik, bilinçli ihmal gibi sebeplerle usul güvencelerinin ihlal edilmesi, gözaltı sürelerinin uzunluğu, izleme ve önleme mekanizmalarının işlevsiz kılınması ya da bağımsız izleme ve önlemenin hiç olmaması, en yetkili ağızlardan yapılan işkenceyi bizzat teşvik edici söylemler, köklü cezasızlık politikaları vb. sonucunda, resmi gözaltı merkezlerinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları tüm ağırlığı ve vehameti ile devam etmektedir" ifadeleri kullanıldı.

Covid-19 salgınıyla mücadele kapsamında alınan tedbirlere uyulmadığı gerekçesiyle çok sayıda kişinin, bireysel ya da toplu biçimde polisin işkence ve diğer kötü muameleye maruz kaldığı kaydeden İHD ve TİHV, açıklamanın devamında şunları belirtti:

"Keza yıl boyunca demokratik bir toplumun temelini oluşturan ve Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini barışçıl biçimde kullanarak üniversitelerine atanmış rektörü protesto eden Boğaziçi öğrencileri, İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasına itiraz eden kadınlar ve LGBTİ+'lar, sendikalı oldukları için işlerinden atılan ve hak arayan işçiler, hava, toprak ve sularına sahip çıkan köylüler ve yaşam savunucuları, başta HDP olmak üzere demokratik muhalefeti büyütmek isteyen siyasi partiler, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri, temel hak ve özgürlükleri korumak isteyen insan hakları savunucuları bu zalimane ve utanç verici kolluk şiddetine maruz kalmışlardır.

"Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaçırma/kaybetme vakalarında OHAL'in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden bir artış görülmesi son derece endişe vericidir. Kaçırılan iki kişiden, Yusuf Bilge Tunç'tan 8 Ağustos 2019 tarihinden, Hüseyin Galip Küçüközyiğit'ten ise 29 Aralık 2020 tarihinden bu yana haber alınamamaktadır. Bu vesileyle yetkililere söz konusu kişilerin akıbeti hakkında kamuoyuna derhal somut bilgi vermeleri gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.

"İşkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının her açıdan yoğun olarak yaşandığı cezaevleri, Covid-19 salgını ile birlikte ülkenin yaşamsal açıdan en riskli mekânları haline gelmiştir. Adalet Bakanlığı tarafından salgın gerekçe gösterilerek alınan önlemlerle hapishanelerde mahpusların zaten kısıtlanmış olan hakları daha da kısıtlanarak işkence ve diğer kötü muamele boyutuna varan yeni bir 'normal' yaratılmıştır."

İşkenceyi önleme/durdurma yükümlülüğü öncelikle devletlere ait olduğunun altı çizilen açıklamada, "Dolayısıyla insan hakları savunuculuğunun bir gereği olarak yıllardır sabır ve ısrarla dile getirdiğimiz aşağıdaki asgari talepleri siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyor ve ivedilikle gerçekleştirilmesini istiyoruz" diye belirtildi.

İHD ve TİHV ortak açıklamada şu talepleri sıraladı:
🔹İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden önce sıradan bir kural haline getirilmeye çalışılan cezasızlık politikalarına son verilmelidir.
🔹Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır.
🔹Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
🔹Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
🔹Mevcut Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kaldırılmalı OPCAT ve Paris İlkelerine uygun tümüyle bağımsız bir ulusal önleme mekanizması oluşturulmalıdır.
🔹Kolluk Gözetim Komisyonu tarafsız ve bağımsız hale getirilmelidir.
🔹İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan 'İstanbul Protokolü' ilkelerine göre yapılmalıdır.
🔹İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.