22 Nisan 2025 Salı

Koçak: 1 Mayıs'a giderken adalet, barış, demokrasi ve emek diyoruz

Genel grev genel direnişin objektif koşullarının oluştuğunu, ancak bugünün siyasi atmosferinde örgütlenmesinin güç olduğunu dile getiren KESK Eş Genel Başkanı Koçak, "Açıkçası biz de genel grevi gerçekleştirmeyi çok isteriz, bu dönemin de buna ihtiyacı olduğu çok açık. Ama bunu örgütlemek önemli, örgütleyemediğinizde maalesef istediğiniz şeye ulaşmıyor" dedi. İçinden geçilen sürecin 1 Mayıs'ta bir arada olmak gerektiğini koşulladığını savunarak Koçak, 1 Mayıs'ta Kadıköy'de olacaklarını söyledi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik soruşturma kapsamında Ekrem İmamoğlu ve onlarca CHP'linin gözaltına alınıp tutuklanmasının ardından başta İstanbul olmak üzere pek çok kentte halk sokağa döküldü. Kentlere yayılan eylemlerde öfke ve isyan, adalet vurgusu öne çıkarken, gençler tüketimden gelen güce dikkat çekerek 2 Nisan'da ülke genelinde karşılık bulan bir boykot çağrısı yaptı. Boykotuh yanı sıra gençler, genel grev genel direniş çağrısı yaptı.

Günümüz koşullarında genel grev genel direniş hayata geçirilebilir mi, yol ve yöntemleri nelerdir? 1 Mayıs'a giderken hangi hattan ilerlemeliyiz Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Eş Genel Başkanı Ayfer Koçak ile konuştuk. Genel grev genel direnişin ihtiyaç olduğunu, ancak bunun örgütlenmesi gerektiğinin altını çizen Koçak, bunun için yoğunlaştırılmış bir çalışmaya gerek olduğunu vurguladı.

19 Mart'ta başlayan ve günleri bulan, kentlere yayılan bir eylemlilik süreci oldu. Eylemleri, taleplerini ve süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açıkçası 19 Mart sürecini geçtiğimiz dönemdeki saldırılarla birlikte değerlendirmek gerekiyor. Türkiye'de 2016'dan beri demokrasi peyderpey rafa kaldırıldı. Öncelikli olarak Kürt mücadelesi açısından böyleydi.

UZUN SÜREN BİR SALDIRI SÜRECİ VAR
Gençlere yönelik de bir saldırıydı. Nereden anlıyoruz? Bizim daha çok dillendirdiğimiz mülakat değil liyakat ifadesinin altında şöyle bir gerçek var, bu mesele daha çok gençlik meselesi. Çünkü ataması yapılmayan ve yapılmayacak olan gençler. Yandaşlık ilişkisi, üniversite düzeyinde dahi en ufak basın açıklamasına katılan insanların, gözaltı yaşamış insanların kamuda bir göreve başlayamamaları anlamına geliyor. Mülakat dediğimiz şey bunu yaratıyor. Dolayısıyla çok uzun süren bir saldırı var; güvenlik soruşturmalarından tutun, mülakat meselesi de insanların çalışma hakkını ortadan kaldırıyor.

İŞSİZLİĞİN ÇOK YÜKSEK OLDUĞU BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ
İşsizliğin çok yüksek olduğu bir ülkede yaşıyoruz. İşsizlikle birleşince de ciddi bir yoksullaşmaya görülüyor. Geldiğimiz noktada kamu emekçileri olarak yoksulluk sınırının altında ücretler alıyoruz. Geçim ücretine dönüşmüş bir asgari ücret var karşımızda, çünkü işçilerin yüzde 50'sinden fazlası asgari ücretle çalışıyor. Yine bu asgari ücret, zammın yapıldığı gün dahi açlık sınırının altında kalıyor. 2008'lerde emeklilik yaşı yasası geçtiğinde, bunun mezarda emeklilik anlamına geldiğini söylemiştik. Ve karşı çıkıyorduk. Bugün artık insanlar emekli olamıyorlar, 65 yaşını beklemek durumunda kalıyor. Çünkü emekli olduklarında, zaten yoksulluk sınırının altında olan ücretlerinin üçte birini alabiliyorlar. 2008'de çıkan yasa gereği, 2008'den sonra işe başlayan insanlar çok daha düşük ücretlerle emekli olmak zorunda kalacak sistem böyle devam ederse.

KURUMLARIN İÇİ ÇÜRÜTÜLDÜ GÜVEN ORTADAN KALKTI
Özlük ve ekonomik bir saldırı yaşanıyor, ciddi bir yoksullaşma yaşanıyor. Bu yoksullaşmanın da görülmemesi, iktidarın yönetememe meselesi bir kenarda duruyor. Bir tarafıyla da savaş ve rant politikalarıyla süslenmiş bir iktidar yürütme hali var. En nihayetinde bahsettiğimiz süreçler bir yönüyle kurumların içini çürütüyor. İnsanların kurumlara olan güveninini de ortadan kaldırıyor. Bu yöntemler sonucunda en başta adalete, eğitime olan güven kalmamış durumda. Yeni doğan çetesiyle çokça gündeme gelen sağlığa olan güven kalktı. Hangi kuruma bakarsak güven sorunu yaşanıyor. Yangınlar döneminde hatırlarsanız denetim mekanizmalarının çalıştırılmama hali de çok açık kendini gösterdi. Güvensizliğin haksız olmadığı gerçeğiyle yüzleştik. Savunulacak hiçbir tarafı yok bu politikaların. Bunun karşısında söz söyleyebilecek olanlara da ciddi bir baskı uygulanmaya başlandı. En ufak bir muhalif ses gözaltı ve tutuklamayla karşı karşıya kaldı.

GAZETECİLER, BAROLAR, BELEDİYE BAŞKANLARI SALDIRIYA UĞRADI
Saldırılar özellikle son bir yılda çok daha yoğunlaştı. Gazeteciler sırf gazetecilik yaptıkları için saldırıya uğradı. Hak, hukuk, adalet vurgusu yapmış olmaktan kaynaklı İstanbul Barosu'na yönelik bir saldırıya dönüştü. TÜSİAD yaşanan süreçle ilgili söz kurmaya çalıştı. Ki bu sistemin içinde sermayeyle iktidar her zaman yan yana yürür ve her şartta anlaşma halindedir, birbirlerini destekler. Oranın sözüne dahi tahammülsüzlük ortaya çıktı. Kürt halkına yönelik saldırılar da hız kesmeden aynı şekilde devam etti. Özellikle Kürt halkının yaşadığı illerde seçme seçilme hakkı 2016'dan itibaren rafa kaldırılmıştı, her seçim sonrası, sırf seçildikleri için insanlar cezaevine girmek durumunda kaldı, yerlerine kayyum atandı. Bütün bu süreçlerin hiçbirinde hukuksal veri ortaya konulmadı. Konulanlar da halkın vicdanında kabul görmedi.

GENÇLER GELECEKLERİNİ GÖREMEDİKLERİNİ SÖYLEDİ
Dolayısıyla takriben 9-10 yıllık süreci böyle yaşadık. 19 Mart'ta ortaya çıkan tepki bu süre boyunca ortaya çıkan sorunlara karşı tepkinin yansımasıydı. Gençler, 19 Mart'taki gözaltıları dile getiriyordu, ama asıl başka bir şey daha söylüyordu, biz geleceğimizi göremiyoruz diyordu çocuklar. Bir tarafıyla eğitim aldıkları alanlarda ciddi bir baskılama, bilimsellikten uzaklaşma, nitelikli eğitim tartışmalarının olabildiğince rafa kaldırıldığı, sadece bir avuç insanın ulaşabildiği şartlarda tepkilerini çok açık bir şekilde alana çıkarttılar. O gün ve sonrasında gençliğin bu kadar güçlü alanlara çıkışı, coşkusu, uzun süredir baskılanmış ve sokakta, alanda, bulunamama hali karşısında, gemileri yakmak gibi değerlendirilebilir.

SAVAŞ EMEK VE DEMOKRATİK TALEPLERİ GÖRÜNMEZ KILIYOR
Sadece gençler yoktu elbette o süreçte. Bu ülkede kime sorarsanız sorun bu iktidarın özellikle son yıllarda yürüttüğü politikaların emeğiyle geçinen tüm kesimleri zora soktuğu, kimsenin geleceğini tam olarak göremediği bir sürece doğru ittiğini söylüyor. Geleceklerine dair de bir güvenleri kalmadı. O yüzden 19 Mart'ta halkın bir bütün halinde tepkisi ortaya çıktı. Bir tarafıyla Saraçhane'de bu tepki ortaya çıkmıştı, bir tarafıyla Newroz alanlarında. Newroz alanları uzun süredir olmadığı kadar çok güçlü bir kalabalıkla karşılandı. Artık insanlar bir barış talebinde bulunuyor. Çünkü savaş ortamı emek mücadelesini de demokratik talepleri de görünmez kılıyor. Çünkü savaş ortamı iktidarlar tarafından kendi otoriter yönetim biçimlerini halka kabul ettirmenin zemini olarak değerlendiriliyor. Yani her krizi fırsata çevirme halleri en büyük krizleri savaş ortamı yaratıyor. Dolayısıyla ciddi bir talep vardı barış, demokratik toplum talebi vardı. Demokrasi talebi Saraçhane'de seçme seçilme hakkına yönelik saldırıyla beraber kendini ortaya çıkardı. Newroz alanlarında da bu ülkedeki tüm halklar tarafından dile getirildi. Yani demokrasi talebi aynı dönemlerde farklı alanlarda kendisine vücut buldu.

GENEL GREV GENEL DİRENİŞİN OBJEKTİF KOŞULLARI OLUŞTU

Genel grev genel direniş çağrısı çok yankılandı. 2 Nisan'da tüketim boykotu oldu ve haftada bir günlük boykotla devam ediyor. Boykot bugünün ihtiyacını karşılıyor mu? Gençlerin çok sıklıkla dile getirdiği genel grev genel direnişin koşulları var mı?
Genel grev genel direnişin objektif koşulları oluştu. Ama emekçilerin, işçilerin örgütlülük düzeylerine baktığımızda bunun oluşturulması biraz zaman alacak. En nihayetinde az önce bahsettiğimiz politikalar bir tarafıyla örgütlenmenin önünde de engel oluşturdu. Bu ülkede özelde çalışan işçilerin sadece yüzde 7-8 arasındaki bir oranı örgütlenebilmiş durumda. Kamuda çalışanların yüzde 8'i. Dolasıyla toplamda yüzde 15'e denk geliyor. Kamu emekçileri açısından biraz daha oran yüksek gibi görünüyor, ama gerçekte öyle olmadığını biliyoruz. Her iktidar geldiğinde kendi yandaş sendikasıyla emekçilerin içine Truva atı formatında kurumlar yerleştirildi. Oradan doğru emekçilerin üyelikleri örgütlülüğe dönüşmüyor. Bu kadar krizin, sorunun yaşandığı dönemde kendisine sendika, konfederasyon diyenler 19 Mart'ta sokağa çıkılmamasını örgütleme çabasında oldu.

GENEL GREV HER GÜNKÜ TARTIŞMAMIZDIR
Bizim iş bırakma meselesini tartıştığımız dönemde, öğrenciler boykot gerçekleştirince öncelikli olarak Eğitim-Sen üzerinden o öğrencilerin sıkıntı yaşamaması için, öğrencilerin yanında olmak gerekli olduğu için akademisyen arkadaşlarımızın, üyelerimizin bu boykot sürecine destek verebilmesi açısından bir grev kararı aldık. Çünkü grev kararı almak, örgütlemek de bizim açımızdan sorumluluk. Bir iş bırakma kararı aldığınızda en azından iki ay çalışmadan onu örgütleyemiyorsunuz. 13 Ocak'ta 3-4 gün içerisinde bir iş bırakma kararı aldığımızda örgütleyebildik belli düzeyde, ama öncesinde 30 Kasım miting sürecimiz vardı, yoğun bir çalışmayla yürütmüştük. 60'tan fazla ilde MYK düzeyinde çalışma yürütmüştük. Bölgelerde şubelerimizin ayrıca çalışmaları vardı. Üç aya yakın bir çalışma yürütülmüştü zaten onun üzerinde iş bırakmaya gidebildik. O olmadığında karar alıyorsunuz, ama karşılığı ortaya çıkmıyor. 30 Kasım'da da bunu ifade ettik sonrasında da genel grev genel direniş hattı esastır diyoruz. Ama bunu sadece bir konfederasyon üzerinden yapmak mümkün değil zaten o genel grev olmaz. Bunun için de diğer konfederasyonlarla iletişim halindeyiz, zaman zaman genel grev için davette bulunuyoruz. Hem kendi içimizde bir örgütlülüğü oluşturmak üyeler ve emekçiler açısından, hem de farklı konfederasyonların da bu sürecin içine girmesini sağlamak açısından biraz zamana ihtiyaç var.

Açıkçası biz de genel grevi gerçekleştirmeyi çok isteriz, bu dönemin de buna ihtiyacı olduğu çok açık. Ama bunu örgütlemek önemli, örgütleyemediğinizde maalesef istediğiniz şeye ulaşmıyor. Bir direniş hali genel direnişe dönüşme hali var. Tüketimden gelen gücün kullanılması noktasında, boykotlar tepkinin örgütlenmesini sağlamaya yönelik çalışmalar bir tarafıyla değerli, ama sadece onunla gidebilecek bir süreç olmadığı da ortada.

Sayılı günler kalmışken, 1 Mayıs'a ilişkin de konuşalım. Bu 1 Mayıs'ı nasıl değerlendiriyorsunuz? 1 Mayıs çağrınız nedir?
Tüm bu süreçlerle beraber değerlendirmek gerekiyor. Bu yıl 1 Mayıs'a giderken, daha büyük bir sorumluluğumuz var. Ortaya çıkan ciddi bir kitlesel tepki, bu tepkinin örgütlenme hali var. 1 Mayıs'ta buluşmak önemli. Buluşamama riskine girme şansı görmedik.

81 İLDE 1 MAYIS KUTLAYACAĞIZ
KESK olarak uzun yıllardır sendikal bürokrasiye düşmemek adına, olabildiğince dışında kalmak için tedbirler almaya çalıştık. Bu tedbirlerin başında meclisler geliyor. Biz hem iş kolları bazında hem de KESK düzeyinde meclisler üzerinden kararlaşmalar yürütüyoruz. En alttan genele kadar süreci yürütmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bu meclislerde en çok konuşulan şeylerden biri şu, bu dönem daha büyük bir sorumluluğu var sendikaların, emek örgütlerinin. Hem Saraçhane'deki demokrasi talebinin görülmesi hem gençlik örgütlülüğünün gelecek derdiyle ilgili ortaya çıkışı ve iddiası hem de Newroz alanlarındaki emekçilerin iddiaları ve taleplerinin bir araya gelmesi gerek. Newroz'dakini, Saraçhane'dekini, üniversite önlerindekini ve fabrikalardaki, kamu işyerlerindeki emekçileri birleştirecek bir 1 Mayıs gerçekleştirmek durumundayız. Biz 1 Mayıs'ı, 2 Mayıs'tan sonrasına ne katıyor meselesi üzerinden tartışıyoruz. Bir gün üzerinden tanımlamıyoruz. Bizim açımızdan 1 Mayıs, 2 Mayıs ve sonrasına güç katacak bir buluşma oluşturması gerek. Hedefimiz de bu. Talepleri de buradan doğru güçlendirmek istiyoruz. Adalet, barış, demokrasi talebimiz var. Ve emeğimizin hakkını alma talebimiz var. Bu talepler üzerinde şekillendik ve 81 ilde 1 Mayıs kutlamalarını yapmaya çalışıyoruz.

HERKESİN ORTAK DERDİ DEMOKRASİ, BARIŞ 
Uzun yıllardır beraber çalışma yürüttüğümüz DİSK, TMMOB ve TTB ile birlikte yaptığımız değerlendirmede benzer yaklaşımlarla karşılaştık. Alt başlıklarımız var tabii. Hem işkolu düzeyinde hem de kamusal ve özel sektör açısından farklı talepler var. Ama herkesin ortak derdi olan, demokrasi yoksa, barış ortamı yoksa otoriter rejimler karşısında emek mücadelesinde küçük kazanımlar elde etseniz dahi -örneklerini çokça yaşadık bu ülkede-­ bir gecede kazanımların tamamı ortadan kaldırılabiliyor. Neredeyse 9 yıl geçti hala KHK ihraçları meselesini tartışıyoruz, hala arkadaşlarımız işlerine geri dönemedi. Adalete ulaşamadı. 1 Mayıs'a giderken adalet, barış, demokrasi ve emek diyoruz.

HEP BİRLİKTE YAN YANA OLMAYI TALEP EDİYORUZ

Son olarak söylemek istedikleriniz neler?
1 Mayıs'ta bu sene çokça tartışma yürüyor. Yer konusunda özellikle. Elbette hepimiz Taksim'i 1 Mayıs alanı olarak görüyoruz. Zaman zaman bu konuda daha iddialı bir eylem süreci içinde bulunuyoruz. Zaman zaman bunu aşabilme gücünü de ortaya çıkarttık. Ama bugün az önce ifade ettiğim gibi tartışmalarımızı hakikaten Taksim'i hiç dışarıda tutmadan yürüttük. Ciddi anlamda bir talebimiz de vardı. Ama bir tarafıyla da bu oluşan örgütlülüğün, tepkinin bir araya gelememesi riski bizim açımızdan ciddiydi. Bu örgütlenmiş tepkinin yan yana gelmesini çok önemsiyoruz. O yüzden tüm emekçileri, tüm halkları 1 Mayıs'ta Kadıköy rıhtım meydanında yapacağımız mitinge davet ediyoruz. Şunu biliyoruz, sendikalar üzerinde örgütlenebilen emekçi sayısı oransal olarak çok düşük bu ülkede. Dolayısıyla bu ülkedeki muhalif siyasi partilerin de diğer, demokratik kitle örgütlerinin de tamamının tabanı zaten emekçilerden oluşuyor. Dolayısıyla emekçileri sadece biz sendikalar, konfederasyonlar temsil etmiyor. Emek, demokrasi ve barış güçlerinin tamamı emekçileri temsil etme özelliğine sahip ve hep birlikte yan yana olmayı talep ediyoruz.