22 Nisan 2025 Salı

Keskin: Sınıfın tüm katmanlarını birlikte örgütleyecek düzenekleri kurmak zorundayız

19 Mart'tan itibaren patlak veren eylemlerde yükselen "genel grev, genel direniş" çağrısını değerlendiren Enerji-Sen Genel Başkanı Süleyman Keskin, "Genel grev çağrısını destekleyip, sınıfla öğrencilerin taleplerini buluşturmak gibi bir iddiamız olacaksa, sınıfın bütün katmanlarını örgütleyebilecek düzenekleri beraber kurmak ve örgütlemek zorundayız" ifadelerini kullandı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) dönük operasyon ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasına tepkiyle açığa çıkan ve kısa sürede bunu da aşarak özgürlük talebi ekseninde pek çok kente yayılan eylemlerde üniversite öğrencileri, hem kampüslerde örgütledikleri boykotla hem de gerçekleştirdikleri kitlesel eylemlerle büyük yankı uyandırdı. Gençliğin eylemlerde özel olarak yaptığı vurgulardan biri de sendikalara, konfederasyonlara, bu mücadeleyi "genel grev, genel direniş"le ileriye taşımak yönünde oldu.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'na (DİSK) bağlı Elektrik, Gaz, Su, Baraj Çalışanları Sendikası (Enerji-Sen) Genel Başkanı Süleyman Keskin'le gençliğin işçi sınıfı ve sendikalara dönük çağrısının altında yatan dinamikleri, güncel tabloda genel grevin olanaklı olup olmadığını ve bu 1 Mayıs'ta Taksim'de olmanın önemini konuştuk.

SINIFIN EN GÜVENCESİZ KATMANLARIYLA BİRLİKTE ÖRGÜTLENMELİYİZ

İBB'ye dönük operasyonla birlikte patlak veren eylemlerde gençlik hareketi hızla öne çıktı ve uzun yıllardan sonra en kalabalık gençlik eylemleri, yürüyüşleri yapıldı. Bu eylemlerde gençliğin sendikalara da genel grev, genel direnişe geçme çağrısı oldu. Siz bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu ifade etmem gerekiyor, Türkiye'deki sendikalaşma oranının içerisinden geçtiğimiz süreçte maalesef ne kadar yetersiz olduğunu sayısal veriler çok net bir şekilde ortaya koymuş durumda. Bunun içerisinde sendikalaşma oranına sahip ana büyük kitlenin de belediyeler gibi kamu kuruluşlarında örgütlü olduklarını, özel sektörün içerisinde sayıca cılız bir pozisyonda kaldıklarını hepimiz biliyoruz. Türkiye'de işçi sınıfının içerisinden geçtiği süreç, herkesin bir taraftan işçileştiği, klasik işçi sınıfı diye tariflediğimiz topluluğun genişleyip kendisine yeni yeni katmanlar eklediği, işçileşmenin bu kadar olağanlaştığı ve büyüdüğü bir süreç. Sendikalar olarak baktığımızda, bizler daha "güvenceli" bir toplulukla beraber örgütlülüğümüzü yürüttüğümüz bir durumun içerisinden geçiyoruz.

Öğrencilerin başlattığı boykotun ardından genel grev çağrılarını destekleyip, sınıfla öğrencilerin taleplerini buluşturmak gibi bir iddiamız olacaksa, sınıfın bu genişleyen katmanlarını, göçmen işçileri, bir taraftan okuyan, bir taraftan kuryelik gibi çeşitli işlerde çalışan öğrencileri, sınıfın bütün katmanlarını örgütleyebilecek düzenekleri beraber kurmak ve örgütlemek zorundayız. Bunu hayata geçiremediğimiz sürece, bu çağrılar karşısında bu durumu algılayabilenler öğrencilerin yanında oldular, bu isyanın parçası olmaya çabaladılar ama güçsüz, zayıf bir vaziyette bu isyanın bir parçası olabildik. Bunun koşullarının hayata geçirilebilmesi için sınıfın en güvencesiz katmanlarıyla birlikte örgütlenebilecek süreçleri hayata geçirmemiz gerekiyor.

ÖĞRENCİLER DE ASLINDA SINIFIN BİR PARÇASI
Daha çok üniversite öğrencileri tarafından yükseltilen bu hareketin sınıfsal bir niteliği var mı? Gençlik kitlelerinde gelişen hareketin kendisini nasıl yorumluyorsunuz, gözlemleriniz neler? 

Üniversitelerle başladı, bugün de memleketin dört bir yanında liseliler eylemde ve her tarafta seslerini yükseltiyor. Bu isyan dalgasının duracağını düşünmüyorum. Bu memleketin her alanı, her kademesinde yaşayan herkes o kadar güvencesizliğe, geleceksizliğe mahkum edildi ki. Emekliler açlığa terk edildi, 22 bin lira denilen o asgari ücret, sefalet ücreti; genel bir ücret haline dönüştürüldü, her yıl bu ücrete ulaşabilmek için bu memlekette 2 bin civarı işçi arkadaşımız hayatını kaybediyor, iş cinayetlerine kurban gidiyor, bu memlekette günde en az 4 kadın arkadaşımız erkekler tarafından katlediliyor.

Üniversitelerde okuyan arkadaşlarımızı düşünün, şöyle bir atmosferdeler: Hasbelkader liseyi bitirmişler, düzgün bir eğitimden geçememişler. Bir özel veya devlet üniversitesine girmişler. Bir yerlerde çalışıyorlar. Bir taraftan kuryelik, anketörlük gibi gündelik hayatlarını idame ettirebilecek işler yapıp bir taraftan okullarına devam etmeye çalışıyorlar. 2 yıllık okulu bitirdikten sonra 2 yıl başka bir okula geçiş yapabilirim diye düşünüyorlar. Ama ortaya çıkan bu tabloya baktığınızda, siz bütün bu zorlukları hayata geçirmeye çalışırken aldığınız diplomanın garantisi yok. Bir sabah uyandığınızda birileri tarafından diplomanız iptal edilmiş olabiliyor. Edilmemiş olsa bile iş garantiniz yok, işsizliğe mahkum edilmişsiniz. Atanamayan öğretmenleri hepimiz görüyoruz, inşaatta çalışırken can veriyorlar.

Bütün bunların yaşandığı bir dönemin içerisinde üniversite öğrencileri de aslında sınıfın bir parçası, yeni işçi kitlesi dediğimiz o parçanın yeni eklenen bir halkası olarak yaşamlarına devam ediyorlar. Dillerine belki bugün açısından çok yansımamış olabilir ama karakteristik olarak taşıdıkları özellikler, talepleri, gelecek kaygılarının altında yatan özelliklerin hepsi bu sınıfın bir parçası olduklarının çok açık, net bir göstergesi. Bu sınıfsal karakteristik özellik taşıyan bu direnişi, isyan dalgasını onlarla beraber büyütmek hepimizin boynunun borcu.

EMEĞE YÖNELİK SALDIRI NEREDEN GELİRSE GELSİN KARŞISINDA DURACAĞIZ

Aslında 19 Mart sabahı sizin de İBB'ye bağlı şirketlerde çalışan enerji işçileri olarak haklarınız için yapmayı planladığınız bir eylem vardı, uzun süredir bu yönde yürüttüğünüz bir mücadele de var. Ama eylemlerin patlak vermesiyle sizler de bu eylemlere katıldınız, hatta hakkınızda bu nedenle gözaltı kararı verildi, sendika binanız basıldı. Buna ilişkin neler söylemek istersiniz?
Şunu çok açık ifade edelim, Gezi'de nasıl mesele sadece 3-5 ağaç meselesi değilse burada da yaşananın sadece İmamoğlu'na, İBB'ye yönelik bir operasyon meselesi olduğunu biz düşünmüyoruz. Evet, biz İBB'ye karşı da eylemler yürüttük, yürütmeye de devam edeceğiz. Enerji işçilerinin haklarını, çıkarlarını orada savunmaya da devam edeceğiz, oradan gelecek saldırılar karşısında da enerji işçileriyle beraber gereken cevabı vereceğiz. Her seferinde şunu söyledik, emeğe yönelik saldırı nereden, nasıl, kimden gelirse gelsin onun karşısında durmak ve buna göre bir mücadele hattını yürütmek bizim boynumuzun borcudur.

Bu süreç içerisinde özel bir çağrı yapmamış olsak bile biz o alana gittiğimizde yüzlerce enerji işçisi arkadaşımızla yan yanaydık ve beraber durmayı başarabildiğimiz bir süreç ortaya koyduk. Hatta bunun sonucunda uydurma bir fotoğrafla sendikamızın binasına geldiler, benimle alakası olmayan bir adrese operasyon düzenlendi. Ama bu sınıfın yeni bileşenlerinin bir isyanıydı. Kendi bulunduğumuz örgütlülükle bunu kaynaştırabilecek bir düzenek kurmak için elimizden geleni yaptık. Hatta bunu büyütmek, ilerletmek için 1 Mayıs'ta üniversiteli arkadaşlarımızın Taksim ısrarı, Taksim talebi sonuna kadar doğrudur. Bizim de bulunduğumuz yerden üyelerimizle beraber bu talebi büyütmek, onlarla beraber haykırmak ve genişletmek de asli görevlerimizden biri diye düşünüyorum. Çalışmalarımızı da bu noktada yürütüyoruz. İBB'yle yürüttüğümüz mücadele başka bir mücadele, burada sınıfın yükselen talebi bambaşka bir mücadele.

BU SENE 1 MAYIS'I EN COŞKULU ŞEKİLDE TAKSİM'DE KUTLAMAK GÖREVİMİZDİR

Eylemlerde aynı zamanda yoğun bir şekilde Taksim Meydanı'na çıkma talebi de yükseltildi, tüm sendikalara 1 Mayıs'ta Taksim'de olma çağrısı yapıldı. Bugün durduğumuz yer bakımından Taksim'in önemi nedir?
Yeni işçi kitlesiyle şu an var olan sendikalardaki işçi arkadaşlarımızın taleplerini harmanlayarak, onların enerjisiyle bu memlekette bambaşka bir atmosfer yaratabiliriz. Her sene biz Taksim ısrarında devam edenlerden biriyiz. Bu senenin diğer senelerden çok daha önemli bir yerde durduğunu da biliyoruz. Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu kararlar elbette çok açık bir şekilde Taksim'in 1 Mayıs alanı olduğunu ifade ediyor. Kentlerin en belirgin, bilinen meydanlarında sınıfın en güçlü taleplerini yasaklamalar karşısında haykırmak gerekiyor. Yasaklamalar süreklilik halinde, her şeye dönmüş. Grevlerimiz yasaklanıyor, basın açıklamalarımız yasaklanıyor, 2911 denilen, aslında suç unsuru olmayan bir işten yüzlerce arkadaşımız cezaevlerine girebiliyor, hakkında aramalar çıkartılabiliyor. Sefalete mahkum olduğumuz bu sürecin içerisinde sınıfın tüm bileşenleriyle, bu memlekette kimliğinden dolayı, cinsiyetinden dolayı, kültüründen, inancından dolayı ötekileştirilmiş kim varsa birlikte kol kola girip bu sene 1 Mayıs'ı en coşkulu şekilde Taksim'de kutlamak hepimizin görevidir. Yasaklayacaklarsa bile bunu zorlamak, o alanları almak boynumuzun borcudur.