23 Eylül 2024 Pazartesi

Mahşeri bir gecede ipin ucunda karayağız bir yiğit Ali Aktaş

Doğduğu gün asılmak, dar ağacında gül olup açmak düştü Ali'nin payına. Doğumla yaşam, yaşamla ölüm buluştu o gün. Doğumuyla yaşamı, yaşamıyla ölümü örgütleyen oldu Ali. "Hayata nişanlı, ölüme sözlüyüz" derdik tanımlarken kendimizi. Ne nişanı bozdu Ali sevdasından yana, ne de sözünü unuttu kavgasından yana. Yaşadığı gibi düşünüp, düşündüğü gibi yaşayanlardan biri oldu ahir ömründe.
Ali Aktaş, "Bir kağıt, bir kalem Mavişim, kimini ipe götürür..." diye yazmıştı bir mektubunda. Yazdığı gibi bir kağıt, bir kalem ile ipi göğüsledi.
 
Unutmak ne mümkün, ne mümkün unutmak.
 
Hatay E Tipi Hapishanesi'ndeydik o yıllar. Ayrı koğuştaydık senle. Ben 51. koğuşun müdavimlerinden biriydim, Rıza vardı yanımda onu en iyi ve en yakın tanıyanlardan. Ben 1 Mayıs 1979'da İskenderun'da katıldığım 1 Mayıs yürüyüşünde gördüm Ali'yi, kürsüde konuşmacıydı galiba. Arap halkının yiğit bir evladıydı. Halkların eşitliği, kardeşliği ve birlikte mücadelesine inancı sağlam olanlardan. Anlatılanlara göre hem sporcu, hem tiyatrocu, hem iyi bir örgütçü, hem de iyi bir gözüpek militan. İskenderun sokaklarında izi ve imzası olan biri. Çokça gözaltı, tutuklama yaşamış, işkence tezgahlarından ak alınla çıkmış her seferinde. İskenderun, Hatay'ın Kaypakkaya'sı diyor dostları da düşmanları da.
 
Gece haberlerinde duyduk. Mahşeri bir geceydi yaşadığımız. Haber kara, yüreğimiz incindi bir çok yerinden. Rıza anlattı o zaman, bende yazdım anısına. Dört duvar arasında andık, yad ettik.
 
36 yıl önce bugün. 12 Eylül darbesinin idam fermanlı günleriydi yaşadığımız. Gençtik, hayat okulunun öğrencileriydik. Birer tanığıydık, sanığı olarak yargılandık. Çoğumuzun hakkında idam isteniyordu. Hak, hukuk hak getire misali hükümler uygulanıyordu. Peş peşe idamlar yaşanıyordu memlekette.
 
Adana o dönem idamlara en çok ev sahipliği yapan illerden biriydi. Adana zindanı önce Serdar Soyergin, sonra Mustafa Özenç, ardından Ali Aktaş'a mezar oldu. Serdar ile Mustafa'nın idamına Adana Kapalı Hapishanesi'nde tanık olduk. Anlatılması zor bir duygu. Acıyı öfkemizin kınında taşıyan bir kuşaktık. Duvarlar konuşmaz derler ama, duvarlar konuşuyor, çünkü Ali'ler seslerini verdi o duvarlara. Düşlerini yazdı. Umutlarını çizdi. Emanetlerini bıraktı duvardan duvara ses olarak.
 
Doğduğu gün asılmak, dar ağacında gül olup açmak düştü Ali'nin payına. Doğumla yaşam, yaşamla ölüm buluştu o gün. Doğumuyla yaşamı, yaşamıyla ölümü örgütleyen oldu Ali. "Hayata nişanlı, ölüme sözlüyüz" derdik tanımlarken kendimizi. Ne nişanı bozdu Ali sevdasından yana, ne de sözünü unuttu kavgasından yana. Yaşadığı gibi düşünüp, düşündüğü gibi yaşayanlardan biri oldu ahir ömründe. Anıların toplamıdır Ali, yaşamı, anıların bütünüdür.
 
Bugün 23 Ocak. Hem doğum günü Ali'nin, hem de ölüm yıl dönümü. Acıyı sevince, sevinci acıya katık eylediğimiz bir gün. Arkadaşları birer birer yazıyor bugün. Okudukça artıyor yüreğin ince sızısı. Bugün günlerden Ali. Hem doğum günü, hem de erkenci vedası. Cuma yazmış anısını ve bir şiiriyle paylaşmış güzellikle. Doğan "Ölüm senin neyine" demiş şiir olup. Şişko yazmış, Kanber İstanbul'da bir gazete parçasını okurken tesadüfen öğrendiğini yazmış. Ve başka başka tanıyanlar. Sıra arkadaşları Ali'nin, aynı safta, aynı tarafta olmanın onuruyla yazılmış kısa kısa anılar demeti. Seyhan, "portakal bahçesi, limon bahçesi Ali'nin yattığı yer. Portakal kokuyor" demiş. Ve daha niceleri yazıyor. Yazmalı, yazılmalı daha çok. Anıları kendimizde saklama lüksümüz olmamalı sanırım.
 
Önce astılar Ali'yi, sonra MGK idam hükmünü onayladı üstelik. İdamı bile alelacele oldu. Kendi hukuklarını bile çiğneyerek uyguladılar fermanı. Ne kadar ilgiye mahzar oldu?
 
Unutturmamak gerekir doğru. Bunun vebali anılara gözlerini kapamayanların omuzlarında kardeşler.
 
Biraz önce, şu satırları yazmaya başlamadan önce, ve Doğan'ın şiirini Ozan Şiar ile Şah Turna'nın sazı eşliğinde kendi sesinden dinlemeden hemen önce "Kirli gömleğimi koklarmış annem, sıcak bir ekmek gibi türkümü koklasın annem" türküsünü dinledim. Kanber'in gelirken "iyi bir yazı yaz Ali için, yazmalısın sözü geldi aklıma. Esvaplarını koklayarak yaşadı Ali'nin annesi, Ganime anne. "Bir oğul tadında yaşatıyorum Ali'yi ben hep" demişti 2012 yılında 12 Eylül tanıklarının davası için Ankara'da buluştuğumuzda.
 
Unutmak ne mümkün sevgili kardeşler, unutmak ne kelime.
 
Bir kitapta Ali için yazılsa, bir kitapta toplansa anılar, kuşaktan kuşağa anlatılsa.
 
Gel gör ki, şiirlerini bile toplayamadık, MAVİŞ defterini bulamadık hala. Parça parça o günün mektuplarında kalmış. Kim korudu bilemiyorum. Kimde var bilemiyorum. 2015 yılında Sanat ve Hayat dergisinde yayınlandı bir tanesi. H. Karşıyakalı yazmıştı. Hatta çağrı da yapmıştı kimde varsa paylaşması için.
 
Yazılanları toplasak da Güne Mektup Güzelliği Düşse. Ne güzel olur değil mi? Hem doğum günü armağanı olur Ali'ye, hem de anısına saygıyı onurlandıran olunur.
 
Ölüm ölüm üstüne, zulüm zulüm üstüne, yaşamak dediğin kan ter içinde bu dünyada. "Kore Dağlarında tabakam kaldı, Mahpus damlarında özgürlüğüm" demişti şair. Ali'lerin direnci örgütlüyor Mahpus damlarında yaşamı, telden tele el sallıyor düşleri.
 
Yiğitlik sevdaya bir adımlık yoldur onun için. Korkunun soluğu avuçlarında. Yaşamak direnmektir onun için, direnmek yaşamaktır. Anısına saygıyla...