4 Aralık 2024 Çarşamba

Serpil Topal: Meclis'te işçi sınıfının kürsüsü olmak için yürüyoruz

Yeşil Sol Parti Kocaeli milletvekili adayı Serpil Topal, 20 yıllık AKP iktidarının işçi sınıfı ve emekçilere derin yoksulluk, sömürü, iş cinayetleri ve örgütsüzlükten başka bir şey getirmediğini vurgulayarak, "Derinleşen yoksulluk karşısında işçilerin ezilmemesi için, birçok alanda söz kurabilmek, onlara saha açabilmek için Yeşil Sol Parti olarak yola çıktık" dedi.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Kocaeli 12. sıra milletvekili adayı Serpil Topal, Farplas'tan ETF Tekstil'e, Ağaç A.Ş.'den Tuzla tersanelerine, işçi sınıfının direnişlerinde sıkça karşılaşabileceğiniz bir isim. Uzun yıllar süren öğretmenlik deneyiminden sonra kendini tamamen emek mücadelesine adayan sosyalist Serpil Topal'la, AKP iktidarının işçi sınıfı açısından 20 yıllık tablosunu, emek sömürüsüne karşı izlenmesi gereken mücadele hattını ve işçi ve emekçilerin neden Yeşil Sol Parti'yle yürümesi gerektiğini konuştuk.

Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz?
Artvin, Hopa doğumlu, Hemşinliyim. Üniversiteyi bitirdikten sonra özel sektörde öğretmen olarak görev yaptım. Daha sonra 10 yıl boyunca boyunca Milli Eğitim Bakanlığı'nda (MEB) kadrolu öğretmen olarak çalıştım. Birkaç yıl önce de öğretmenlik mesleğimden istifa ederek işçi sınıfının yanında emek mücadelesi yürütmek için Birleşik İşçi Hareketi'ne (BİH) katıldım.

SÖMÜRÜ, HAK GASPI VE DERİN YOKSULLUK ARTTI

20 yıllık AKP iktidarı süresince işçi sınıfı ve emekçiler nasıl sorunlarla karşı karşıya kaldı?
Sömürü, hak gasbı ve derin yoksulluğun arttığı bir 20 yıl var önümüzde. Bunun da her kesime olduğu gibi en çok da işçi sınıfına olumsuz yansımaları oldu. İşçilerin kazandığı bütün haklar 20 yıl içerisinde geri alındı. Var olan hakları gasp edilirken sermaye iktidarını beslemek adına patronlara çeşitli imtiyazlar, ödenek destekleri sağlandı. İşçilere yansıması ise derin yoksulluk, ağır çalışma koşulları, çalışma saatlerinde, vardiyalarında çok fazla artış oldu. Sadece çalışma koşullarının kötüleşmesi değil, ayrıca işçilerin örgütlenmesinin önünde çok büyük engeller yaşandı. En yakın tarihe baktığımızda 20 yılı özetleyecek çok fazla örneğe rastlayabiliriz. Hepimiz tanığız ki saray iktidarı gece yarısı çıkarılan KHK'larla iktidarını sürdürüyor ve işçi sınıfı açısından en belirgini de grev yasakları oldu. 2 ay erteleme adıyla çıkarılan grev yasaklarının bizler ne anlama geldiğini biliyoruz, 2 ay sonra tekrar grev kararı alınamayarak uzlaşma şeklinde zorunlu olarak yapılan anlaşmalarla işçilerin hakları gasp edilmeye devam edildi.

Örgütlenme önündeki büyük engellerden birisi de işçilerin sendikalaşmalarının önüne engel çıkarıldı, iş kollarının değiştirilmesi, patronların iktidar yanlısı sendikaları getirerek işçilerin haklarını gasp eden anlaşmalarla çalışma koşullarını düzenlemeye çalışması. Elbette bunlar sadece A patronun, B patronun yaptığı uygulamalar değil. Hepimiz biliyoruz ki bunlar Çalışma Bakanlığı ve iktidarın direkt sorumlu olduğu uygulamalardır. Biz bu koşullarda 20 yıl boyunca işçi sınıfının geldiği yerde örgütsüzleştirme, yalnızlaştırma, derin yoksullukla baş başa bırakılma, kötü çalışma koşulları ve bunun akabinde gelen iş cinayetlerine tanık olduk.

İŞÇİLERE ÖRGÜTSÜZLÜK SARI SENDİKALARLA DAYATILDI
İş cinayetlerinde de özellikle değinmek gerekirse evet iş sağlığı ve iş güvenliği uzmanları sahada. Ancak şunu çok net görüyoruz ki gerçekten bulunduğu yerde koşulların kötü olduğunu, can güvenliği, işçinin sağlığı konusunda risk taşıdığını belirten uzmanlar patronlar açısından büyük tehlike arz ettiği için çalışma alanları kısıtlanıyor. Yine devlet bu konuda gerekli denetimleri yapmıyor. Bu yüzden iş cinayetlerinde ciddi anlamda artış oldu. Bu iş cinayetlerinden sorumlu olan hiçbir patron, devlet kurumu ya da Çalışma Bakanlığı ne cezai yaptırım ne de bir soruşturmaya tabi tutuldu. 20 yıl boyunca iktidarın işçileri karşı karşıya bıraktığı yer tam anlamıyla budur; derin yoksulluk, iş cinayeti ve büyük bir örgütsüzlük.

Bu süreçte sarı sendikaların konumlanışı nasıl oldu?
Örneğin bir fabrikada işçiler bir sendikaya üye oluyorlar. Eğer bu sendika patronun işine gelmeyen, işçilerin haklarını savunabilecek ve mücadeleyi büyütebilecek bir sendika ise patron hemen bu iş kolunda yer alan sarı sendikalardan birini fabrikaya taşıyor. İşçileri tehdit ederek fabrika içerisinde bu sendikaya üyeliklerini sağlıyor. Bu şekilde mücadeleci bir sendikayı tasfiye ederek, iktidar yanlısı sendikalarda üye artışı yaparak işyerinde kendi istediği sendikanın var olmasının koşullarını oluşturuyor. Biz bu iktidarın yanlısı sendikaların hem toplu sözleşmelerde hem de işçilerin haklarını aramada hiçbir şekilde sahada olmadıklarını, iktidarın uygulamalarını, iş kanunlarında patrondan yana olan uygulamaları daha çok desteklediklerini görebiliyoruz. İktidarın ağzından konuşabilen, sermayenin ve patronların çıkarlarını gözeten bir sarı sendika işçilerin karşısında tehdit olarak duruyor, işçilerin örgütlenmeleri, hak alma mücadeleleri karşısında büyük bir engel olarak konuyor.

İŞÇİLER SENDİKALAŞMAK İÇİN GİZLİ GİZLİ ÇALIŞMA YÜRÜTÜYOR

Anlattığınız sorunlara karşı işçi sınıfı ve emekten yana olanlar nasıl bir mücadele hattı izlemeli?
Elbette öncelikle işçilerin haklarını koruyan, onların yaşam ve çalışma alanlarını düzenleyen bir iş hukuku olması gerekiyor. Yasal olarak haklarımızı güvence altına almamız gerekiyor. Ama bunun yanında kesinlikle işçilerin fiili mücadele etme haklarının önündeki engellerin tamamen kaldırılması gerekiyor. Var olan yasalarda işçilerin bazı hakları tanınıyor ama o maddelerin devamında virgüller konarak, amalar, fakatlar eklenerek bu haklar gasp ediliyor. Örneğin çok meşru bir şey, sendikaya üye olmak, sendika temsilcisi, yöneticisi olmak, bunların hepsi yasal olarak işçi sınıfının hakkıdır. Ancak bugün fabrikalarda işçiler sendika üyesi olabilmek için gizli gizli çalışma yürütmek zorunda kalıyorlar ve bunu yaparken şiddete, tehdide maruz kalıyor. İşten çıkarma tehdidine maruz kalıyor ve hatta çıkarılıyor da. Bugün işçilerin sendikal örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellere karşı ne kadar çok sokağa döküldüklerini, fabrika önünde direnişlere, grevlere geçtiklerini biliyoruz.

FİİLİ MEŞRU MÜCADELEYLE İŞÇİDEN YANA YASALAR OLUŞTURABİLİRİZ
Biz bugün fiili meşru olarak mücadele etmek, direnmek, işgal etmek, greve gitmek gibi biçimlerle bu yasaları işçilerin haklarını güvence altına alabilecek şekilde düzenleyebileceğimizi düşünüyoruz. Tam olarak işçiden yana yasalar oluşturabilmek için gerçekten işçinin öz gücüne, üretimden gelen hakkına güvenerek, bunu kullanarak, fiili meşru yolla mücadele etmeyi, örgütlenmeyi öğrenmesi gerekiyor. Sendikal örgütlenme için mücadele ederken işyerinde, mahallelerde, iş kollarında kendi komitelerini kurabilmesi gerekiyor.

Sendikaların geldiği durumu da biraz eleştirmek gerekiyor. İşçilerin bugün sendikalarının yapamadığı bazı hak alma mücadelelerinin en önüne geçerek sendikaları bu yönde kendi mücadelelerinin arkasında sürüklemeye çalıştıklarını gördük. Özellikle son birkaç yıl işçilerin direnişlerine, grevlerine baktığımızda sendikasız işçilerin grev ve direnişlerinin sayısı çok daha fazladır. Bu 20 yıllık faşist iktidarın sonucunda devrimci sendikalarda sosyalist devrimciler tasfiye edilmiş, tutuklanmış, gözaltına alınmış ve bu sendikaların içi boşaltılmıştır. Bu yüzden işçi sınıfı sendika bürokratlarının eline bırakmayacakları bir özgürlük ve örgütlenme mücadelesi yürütmek zorundadır. O yüzden işçi sınıfının kendi gücünün farkına varması gerekiyor ve biz bunu daha çok sahada yapabileceğimizi düşünüyoruz. İşçi sınıfıyla yan yana durarak, aynı alanı, aynı direnişi paylaşarak beraber mücadele edebiliriz. Sahada olmayı, işçilerle birlikte olmayı önemsiyoruz.

PATRONLAR HDP'Yİ İŞÇİ DİRENİŞLERİNDEN YALITMAK İSTEDİ
Geçtiğimiz süreç içerisinde işçi direnişlerinin çoğunda bizzat yer aldım. Açık ve net söyleyeyim, ne Cumhur İttifakının ne de Millet İttifakının içerisinde olan partilerden işçinin yanında olan hiç kimseyi görmedik. Ancak Halkların Demokratik Partisi (HDP) bileşenleri olarak işçilerin direniş yerlerindeydik. Orada karşılaştığımız şey, direniş ve grev alanlarına gelen HDP il eşbaşkanları, milletvekilleri patronlar tarafından "terörist" ilan edilerek işçiler yanlarında olmak isteyen HDP kitlesinden ayrıştırılmaya çalışıldı. HDP temsilcileri yoğun bir polis ablukası altında direniş alanlarını ziyaret etti, bunu sahada bizzat yaşadık.

Ancak mesela direnişlerde işçiler Meclis'te seslerini duyurmak istediler, bulundukları grev alanlarında komiteler oluşturarak Meclis'e gittiler ve burjuva muhalefetle görüştüler. Neyle karşılaştılar biliyor musunuz? Kürsüden isimleri okunarak, hoş geldiniz denilerek geçiştirildiler, işçilere söz hakkı verilmedi. Biz tam tersine Yeşil Sol Parti olarak mecliste işçi sınıfının kürsüsü olmak, onların adına konuşmak değil, onların o kürsüden kendi taleplerini, ihtiyaçlarını, isteklerini o kürsüden haykırabilmeleri konusunda güvence olmak istiyoruz. Bu konuda onlarla birlikte Meclis'te olmak istiyoruz, hedefimiz de budur.

Bu süreçte kadın işçilerin hangi özgün sorunları ve talepleri öne çıktı?
Son yıllarda bütün direnişlere, işçi mücadelelerine, grevlerine baktığınızda özellikle karma direnişlerde kadınların bu mücadeleyi yürütmede öncülük ettiğini, bu konuda irade koyduğunu, ön saflarda yer aldığını görüyoruz. Bununla ilgili bir örnek anlatmak istiyorum. ETF Tekstil direnişine hepimiz tanık olduk, güçlü bir mücadele sergileyen bir direniş oldu. İşçiler hem gündüz hem gece nöbetleriyle direnişteydi ve çoğunluğu kadın işçilerden oluşan bir direnişti. Erkek işçiler ve sendikacılar kadınlara, "Siz gündüz gelin direnişe, gece nöbetine kalmayın kadınsınız" şeklinde bir öneri yaptı. Ama kadınlardan buna çok net ve sert bir cevap geldi: "Hayır, bu mücadeleyi birlikte yürütüyorsak eğer biz gece de kalırız, gündüz de buradayız. Birlikte yaşadık bu sorunu, birlikte mücadele edeceğiz." Ve bu perspektifle son birkaç yılda kadın direnişleri ön plana çıktı.

HER YERDE İKİNCİ PLANA ATILAN BİR KADIN İŞÇİ GERÇEĞİ VAR
Bunun arka planında şu var: Aynı işi yapan, aynı bantta çalışan, aynı ürünü üreten kadın işçi ve erkek işçinin aldığı ücret arasında dağlar kadar fark var. Patronlar bunu şöyle temellendiriyor: "Erkek ev geçindiriyor, evin reisi olan erkek. Diğer tarafta eve destek olan, kendine harçlık çıkartan kadın." Kadın daha çok kendine harcar, ev geçindirmek zorunda değil, o paraya ihtiyacı yokmuş algısı var.

Yoksulluğu en derin yaşayan, işyerinde hem ekonomik olarak hem de sendikal örgütlenmede ikinci plana atılan bir kadın işçi gerçeği var. Sendikaların temsilcilerinin seçilmesinde de kadınlar hep ikinci plandadır çünkü kadının evine gidip yemek yapması gerekiyor, çocuğuna bakması gerekiyor, belki o kadın evlenir, işine vakit ayıracak veya evlendikten sonra hamile kalma olasılığı var gibi bir sürü gerekçeler çıkartılarak kadını güçlendirmekten ziyade kadına biçilen geleneksel rollerin dayatılmasıyla engellenen bir iş yerinde kadın gerçekliği var. Kadınların hepsi bunun farkında, isyanında ve değişmesini istiyor.

Buna en büyük etkenlerden birisi de bugün ülkemizde kadın özgürlük mücadelesinde barikat başlarında direnen kadınları, "İstanbul sözleşmesi bizim" diyen sosyalist, devrimci ve feminist kadınları görüyoruz. Kendi hakları için mücadele eden kadınlar sessizliğe gömülmüş bir muhalefet içerisinde öne çıkıyor. Doğal olarak bundan etkilenen bir kadın işçi kitlesi var.

KADIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ KADIN İŞÇİLERE CESARET VERDİ
Kadın özgürlük mücadelesinin açtığı alandan, bu isyandan olumlu yönde etkilenen ve bunu kendine referans alan bir kadın işçi mücadelesi var. Kadınlar bu cesareti yanlarına alarak çalışma alanlarında iş koşullarına karşı daha güçlü seslerini çıkartmak istiyorlar, mücadele içerisinde, direnişlerde en önde yer almak istiyorlar. Sendika yönetim seçimlerinde kadınlar artık "biz de varız" diyor, eşit temsiliyet istiyorlar. Sadece yönetilmek değil, yönetmek istiyorlar, bunların kendi hakları olduğunun da farkındalar. Bu nedenle iktidarın işçi sınıfına dönük bütün baskılarına karşı en güçlü sesi kadınlar çıkartıyor. Ancak kadınların sendikalaşma ve temsiliyet oranı tam olarak rakamlara dökülememiş çünkü bu verilerin kayda değer görülüp kayıt altına alınması konusunda oldukça sıkıntılar var. Bu konuda da güçlü verilere ihtiyacımız var hangi iş kollarında, hangi sendikalarda kadınlar temsil ediliyor, nerelerin güçlendirilmesi gerekiyor? Bu verilerin güncellenmesi gerekiyor. Biz kadınların her koşulda yanında olup haklarımız için işyerinden sendikalara, sokaklara kadar birlikte mücadele edeceğimizi söylemek istiyoruz.

1 MAYIS ALANLARI SEÇİM MİTİNGİNE ÇEVİRİLMEMELİ

14 Mayıs seçimlerine giderken önümüzde 1 Mayıs duruyor. 1 Mayıs'a dönük nasıl bir perspektifle hareket edilmeli?
1 Mayıs mitingleri, kutlamaları, 1 Mayıs Birlik, Dayanışma ve Mücadele günümüz kesinlikle seçim propagandaları arasında önemini, tarihini kaybetmemeli diye düşünüyoruz. Seçimle her şeyi halledemeyeceğimizin, sandıkla bütün sorunlarımızı çözemeyeceğimizin farkındayız. Önümüze konulan alternatiflerden ne Cumhur İttifakı ne de Millet İttifakı işçi sınıfı için bir çözüm değildir. Az önce vurguladığımız gibi işçi sınıfının kendi gücünün, örgütlülüğünün mutlaka sağlanması, buradan kendine bir yol açarak kendi özgürlüğü için fiili meşru mücadeleyle yürümesi gerekiyor. 

1 Mayıs'ın tarihi çok güçlü, şehitlerle dolu bir tarihtir. 1 Mayıs'ın tarihi yasaklara karşı alanlara çıkmayla şekillenmiş bir tarihtir. 1 Mayıs resmi tatil olmadan önce fabrikalardan işçilerin patronların bütün baskılarına, saldırılarına rağmen işlerini bırakarak alanlara aktığı bir tarihtir ve bu tarihe uygun olarak bu yıl yine 1 Mayıs alanlarında olmak gerekiyor. Asla seçim mitinglerine ve özellikle Millet İttifakı'nın miting alanlarına çevirmemek gerekiyor. İşçi sınıfı kendi talepleri, mücadelesi, kendisine dayatılan iki ittifakın dışındaki alternatif olarak kendisini ortaya koymalı, kendi iktidar perspektifiyle 1 Mayıslara akmalı diye düşünüyoruz. Çalışmalarımızda sokak sokak, ev ev 1 Mayıs'ı örgütlemeliyiz, her birimizin burada çok önemli sorumlulukları var. 14 Mayıs'ı kurtaracak olan da işçilerin kendi gücü ve özgürlük mücadelesi, iktidar perspektifi ekseninde 1 Mayıs'ı örgütlemesi, alanlarda olmasıdır.

MECLİS KÜRSÜSÜ İŞÇİLERİN OLSUN İSTİYORUZ

İşçi ve emekçiler neden Yeşil Sol Parti'ye oy vermeli?
İşçileri, emekçileri, özellikle kadın işçileri Yeşil Sol Parti'de örgütlenmeye, seçime bu partiyle birlikte yürümeye davet ediyoruz. Çünkü biz hiçbir zaman ne kadın işçiler adına ne de bir bütün olarak işçi sınıfı adına şunu yapacağız, bunu yapacağız diye bir vaatten yola çıkarak ilerlemiyoruz. İşçilerle birlikte bu mücadeleyi verip birlikte kazanacağımızı söylüyoruz. Derinleşen yoksulluk karşısında işçilerin ezilmemesi için, birçok alanda söz kurabilmek, onlara saha açabilmek için Yeşil Sol Parti olarak yola çıktık ve Meclis işçilerin Meclis'i olsun istiyoruz, Meclis kürsüsü işçilerin Meclis kürsüsü olsun istiyoruz. Onlarla birlikte direniş alanlarını paylaşmak, tüm hak, özgürlük mücadelesinde onlarla birlikte yürümek, asla onların adına söz kurmak değil, onlara söz vermek, onların iradesini tanımak ve güçlendirmek perspektifiyle Meclis'e yürüyoruz.

Sermayeyi destekleyen bütün ekonomik politikalara karşı, yasakçı ve faşist iktidara karşı işçi sınıfıyla birlikte mücadele edeceğiz. Elbette elimizde sihirli değneğimiz yok ama bu düzeni birlikte değiştireceğiz diyoruz ve Yeşil Sol olarak her alanda bütün kapılarımız bütün işçi sınıfımıza açıktır. İşçi sınıfının rengiyle, marşlarıyla, sloganlarıyla, yumruklarıyla, pankartlarıyla, talepleriyle 1 Mayıs'ı örelim. Ardından da 14 Mayıs'ta birlikte sandığa giderek sınıfın yanında olan partimize, Yeşil Sol'a oyumuzu verelim. Ne burjuva restorasyonculara ne de faşist iktidara geçit vermeyelim.