8 Ekim 2024 Salı

Sezin Uçar yazdı | Kobanê davasını savunmanın anlamı üzerine

Geride kalan iki ayda Kobanê davasının, potansiyelinin altında bir güçle sahiplenildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu dava politik islamcı saray rejimi tarafından baskı altında tutulan ve IŞİD'in en öncelikli hedefi olan Alevilerin, kadınların ve LGBTİ+'ların, işçilerin, emekçilerin davası. Toplumsal özgürlük mücadelesinde iddiası olan tüm siyasi partilerin, sendikaların, barolar başta olmak üzere tüm meslek kuruluşlarının, hukuk kurumlarının ve adalet arayan tüm toplumsal kesimlerin bu davayı daha güçlü bir şekilde sahiplenmesi gerekiyor. Çünkü faşizmi yenmenin; direnmekten ve mücadeleyi birleşik ve kararlı bir şekilde yürütmekten başka bilinen bir yolu yok.

Politik davaların içeriği ve yürütülme biçimi siyasal rejimlerin niteliğine göre farklılıklar taşısa da politik davalar; siyasal iktidarın antifaşist mücadelede öne çıkan siyasi özne ve kişilerin yargılandığı, cezalandırılmak istendiği, bu vesileyle toplumun tamamına gözaltı ve tutsaklık saldırısıyla gözdağı verilmek istendiği davalardır. Politik özneler bakımından ise siyasi davalar; programatik-politik görüşlerin bir kez de mahkeme kürsülerinden savunulma imkanının bulunduğu, sadece tutsak olanların hapishaneden koparılıp alınmasıyla sınırlı olan bir özgürlük mücadelesi değil, tüm toplumu davanın tarafı yapabilecek bir toplumsal özgürlük mücadelesinin daha güçlü yürütülebilmesine olanak veren bir siyasal zemindir aynı zamanda.

Politik tutsaklar, siyasetçiler, bu davalarda savunmanlık yapan hukukçular, hatta bu yargılamayı yapan yargıçlar bile tüm bu gerçekliği iyi bilir ve kendi rollerini ve pozisyonlarını bu gerçekliğe göre inşa ederler. Bu denklemde mahkeme salonları, adliye önleri ve savunma kürsüleri önemli birer mücadele argümanıdır. Bunu doğru kavrayan ve bu kavrayışa uygun bir pratik geliştirmeyi başaranlarsa davanın, dolayısıyla mücadelenin kazanan tarafı olur. Kimi zaman bir protesto biçimine dönüşen boş sanık ya da boş müdafi sıraları, kimi zaman uzun hapislik tehdidiyle yaratılan psikolojik atmosfere inat eylemlerin cesaretle savunulması-sahiplenilmesi, kimi zaman da iktidarın yönetememe kriziyle doğrudan bağlantılı yargının içinde bulunduğu krizi ve çelişkileri doğru değerlendirebilmek, kimi zaman da direnenlerin tarihsel mirası olan uluslararası hukukun güvencelerini kullanmak bu mücadele sahasında güçlü kazanımların önünü açar.

Yakın dönemin siyasi davalarından Kürt siyasi hareketinin yargılandığı KCK davaları, sosyalistlerin yargılandığı Eylül davası, Gezi direnişçilerinin yargılandığı davalar bu anlamda bize fazlasıyla veri sunmaktadır. İnsanlık tarihinin belleğindeki davalar ve savunmalar da bu anlamda politik davalara ilham verecek çokça deneyimi barındırmaktadır.

HDP'nin önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın da aralarında bulunduğu 28'i tutuklu toplamda 108 kişinin yargılandığı Kobanê davası ve aynı döneme denk getirilen HDP kapatma davası dönemin en önemli politik davası ve tartışmasız en önemli siyasi gündemlerinden biri. Rojava devriminin kazanımları ve 6-8 Ekim Kobanê direnişinin faşist saray rejiminde yarattığı ayaklanma korkusu ve aradan geçen altı yıla rağmen güncelliğini korumaya devam etmesi davanın en temel öne çıkan yanı. 7 Haziran başarısının da egemenler cephesinde aynı korkuyu yarattığını HDP'nin kapatılma davasının tam da bu tarihe denk getirilmiş olmasıyla bir kez daha görmüş oluyoruz.

26 Nisan tarihinde ilk duruşması başlayan, üçüncü oturumu bu hafta Sincan adliyesinde görülen Kobanê davası politik eylemin ve bu eylemin içeriğinin güçlü savunulduğu bir dava olma potansiyeliyle yüklü. Geride kalan iki ayda bu davanın, potansiyelinin altında bir güçle sahiplenildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Antifaşist mücadelenin en güçlü odağı olan HDP'nin eş genel başkanları ve yöneticilerinin yargılandığı davayı hem savunma kürsüsünü kullanan yargılananların hem de tüm toplumsal kesimlerin daha güçlü sahiplenmesi büyük ihtiyaç.

Namık Kemal Türkçülüğünü ve ittihatçı ideolojiyi kendine rehber edinerek savunmasını hazırlayan Ayhan Bilgen'i onuruyla direnenlerin saflarını terk etmiş biri olarak değerlendirme dışı bırakacak olursak; sosyal yaşamlarının çeşitliliği üzerinden suçsuzluğunu ispat etmeye çalışanlar, içeriksiz bir şiddet ve hiyerarşi karşıtlığı üzerinden savunmasını şekillendirenler, Mahmut Esat Bozkurt'tan alıntılar yapanlar ve Nazi yargılamaları sırasında kötülüğün sıradanlığı kavramını geliştiren ve bu kavramla katliamcıların "kötü" olmadıklarını, "işlerini yapan" sıradan insanlar olduklarını ve kötülüğü şahıslara mündemiç düşünülmesini savunan filozof Arendt'ten alıntılarla bezeli savunmalar; yargılananların bir bölümünün barış dönemi HDP'sinin yöneticileri olmalarıyla açıklanabilir elbette. Ama tüm bunların politik bir davanın ağırlığına denk düşecek bir tutum olmadığını kabul etmek eksik ve zayıf yönlerimizle yüzleşmek bakımından da anlamlı olacaktır.

Oturumlar devam ederken verilen tahliye kararının ertesi günü mahkeme koridorlarının ırkçı slogan atan, HDP vekillerine hakaretler yağdıran ve davanın tarafı olarak örgütlenen kişilerce doldurulması; Deniz'in katledilmesine giden yolun belki de son eşiğiydi.

Davanın görüldüğü sırada HDP İzmir binasının saldırıya uğraması ve binada bulunan partili Deniz Poyraz'ın AKP'nin kontrgerillası SADAT tarafından eğitim almış Onur Gencer tarafından katledilmesi yeni bir siyasal konseptin başlangıcı anlamına da geliyor. Bu nedenle HDP İzmir İl binasına yapılan saldırı ve Deniz'in katledilmesi bugüne kadar neredeyse zarar görmemiş parti binası, gözaltına alınmayan üyesi, tutuklanmayan yöneticisi kalmayan HDP'ye dönük diğer saldırılardan daha farklı bir anlam taşıyor. Kobanê davası ve bu katliam arasındaki bağlantı kimsenin gizlemeye gerek duymayacağı kadar aleni. Tam da bu nedenle HDP'yi Kobanê davasından başlamak üzere sahiplenmek, bunu yaparken de Deniz Poyraz'ın annesinin feryadındaki dirayetten, babasının "Zulme karşı binlerce Deniz var. Kızım kimyasal silahla öldürülenlerden farklı değil. Kızım Sevelerden, Pakizelerden farklı değil. Lokman Birlik panzer arkasında sürüklendi. Mehmet Tunç şehit oldu. Kızım onlardan farklı değil. Biz ne kadar yapsak da azdır. Biz bu halka hala borçluyuz. Ne kadar bedel ödesek de halka borcumuz bitmez" cümlelerinde ifadesini bulan sadelikten ve bilinçten esinlenebilmek gerekiyor.

Deniz'in katledilmesi haberini duruşma sırasında öğrenen ve buna duydukları öfkeyi adeta yaşam andına dönüştüren Sebahat Tuncel, Figen Yüksekdağ ve Gültan Kışanak'ın mahkeme kürsüsündeki sözleri ise tam da politik bir davanın gidişine yön veren siyasal bir özne olarak konumlanmanın en güzel örneğini verir nitelikte. Her üç kadın başkanın da sözü ile eylemi uyumlu kılan, eylemlerini sahiplenmeyi politik olduğu kadar aynı zamanda etik bir değer olarak üstte tutmayı bilen tavırları yargılama sırasında psikolojik üstünlüğün yer değiştirdiğinin somut göstergesi.

Bu dava sadece Kürtlerin ve Kürt dostlarının yargılandığı dava değil. Daha doğru bir ifadeyle bu dava sadece Kürt siyasal hareketi ile Kürt özgürlük sorununun çözümünde asgari bir programda birleşenlerin davası değil. Bu dava politik islamcı saray rejimi tarafından baskı altında tutulan ve IŞİD'in en öncelikli hedefi olan Alevilerin, kadınların ve LGBTİ+'ların davası. Bu dava emeğinin sömürülmesine son verilmesinin Kürtlerin özgürlüğünden bağımsız olmayan işçilerin, emekçilerin davası.

Tüm bu zorunlu ihtiyaçtan yola çıkarak toplumsal özgürlük mücadelesinde iddiası olan tüm siyasi partilerin, sendikaların, barolar başta olmak üzere tüm meslek kuruluşlarının, hukuk kurumlarının ve adalet arayan tüm toplumsal kesimlerin bu davayı daha güçlü bir şekilde sahiplenmesi gerekiyor. Çünkü faşizmi yenmenin; direnmekten ve mücadeleyi birleşik ve kararlı bir şekilde yürütmekten başka bilinen bir yolu yok.

*Kobanê davası müdafi