24 Eylül 2024 Salı

Suruç Katliamı: Hepimizi ilgilendiren bir saldırı

33 düş yolcusunun katledildiği Suruç katliamı davasının son duruşması 12 Şubat 2019'da görüldü. Duruşmayı takip eden heyet içerisinde yer alan İsviçreli sosyalist-antropolog Annick Marmy, yazdığı yazıda hukuksuzluklara dikkat çekerek, adalet mücadelesinin büyütülmesi gerektiğini belirtti.
33 düş yolcusunun katledildiği Suruç katliamı davasının son duruşması 12 Şubat 2019'da görüldü. Duruşmayı takip eden heyet içerisinde yer alan İsviçreli sosyalist-antropolog Annick Marmy, yazdığı yazıda hukuksuzluklara dikkat çekerek, adalet mücadelesinin büyütülmesi gerektiğini belirtti.
 
Annick Marmy'nin yazısı şöyle:
 
12 Şubat 2019'da Suruç katiamının sekizinci duruşması Türkiye'nin güneybatısındaki Urfa'da gerçekleşti. Annick Marmy de mahkemeye gidenler arasındaydı.
 
20 Temmuz 2015'te Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu'nun (SGDF) çağrısı ile 300'den fazla insan IŞİD'in kontrolünden alınıp özgürleştirilen Kobane'ye destek için biraraya gelmişti. Türkiye hükümetinin de onayı ile, bu insanlar, yanlarında oyuncak ve ilaçlar götürerek dayanışmayı kurmak istediler. O gün, 33 hayat bitti; 33 insan canlı bomba eylemi ile öldürüldü. 104 kişi yaralandı ve ambulansın gelişini engelleyen Türk polisi tarafından insanlara biber gazı sıkıldı. Şüpheliler ve ailelerin şüpheleri, Türk devletinin de desteğiyle IŞİD'e döndü. Duruşmada hazır bulunan uluslararası bir gözlemci olarak, sizlere neler gördüğümü anlatmak istiyorum.
 
Suruç katliamı, sol akılda olan insanlar için hayli canlı durumda. Aslında, bu terörist saldırı, Türkiye topraklarındaki IŞİD tarafından yapılan ve barış için, Kürt nufusunu korumak için ve Erdoğan'ın otoriter rejimine karşı durmak için harekete geçen/örgütlenen kişileri hedef alan saldırı serisinin (Ankara, Antep, Amed, Reyhanlı, İstanbul Sultanahmet, Reina ve Taksim) başladığının da bir göstergesidir. Dahası, Türk hükümetinin bu saladırılara dahiliyeti, gördüğümüz üzere adaleti yerine getirmenin zor olması sebebiyle, net değildir. Suruç'taki ölümler sırasında, 300'den fazla genç çocuklara oyuncak ve medikal gereçleri yeni özgürleştirilmiş olan Kobane'ye götürmek üzere biraraya gelmişti. 33 kişi katledildi ve 100'den fazlası da yaralandı.
 
<<Hepimiz biyerlere kapatılmışız, bir vücuda, bir aileye, bir kente, bir hikayeye, bir bakışa. Ancak hapisane, dünyanın ve ekonomisine hükmeden yasaların oluşturduğu karmaşık düzeninin kaçınılmaz sonucudur. >>
Eskaza, çantamdaki Elsa Solal'ın kitabı "Angela Davis: Dışlanmaya Hayır"ın gözlemlediğim durumu kelimelerin rezonansıyla büyüledi.
 
İsviçre’de Suruç katliamı gazisi olan Güneş, bedenine hapsolmuş durumda. Saldırıda ciddi zarar gören Güneş’in hala sürekli tedaviye ihtiyacı var. Bugün, İsviçre’nin iltica sistemi onu politik sığınmacı olarak görmeyi reddetti. Türkiye’de, pekçok gazeteci, Erdoğan rejimi’ne hapsolmuş durumda. Suruç katliamı için yapılan sekiz duruşma, Urfa’daki 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Hilvan T Tipi Cezaevinde yapıldı (UNHCR’a göre burası maksimum güvenlikli bir hapishane). Mağdurların aileleri, hayatta kalanlar ve yoldaşları düzinelerce üniformalılar tarafından çepeçevre edilmişti. Sanık Yakup Şahin mahkemede hiç bulunmadı. Diğer sanık İlhami Bali hala dışarıda. 
 
<<Yargıç senin düşmanın olduğunda, kime şikayet edeceksin?>>
Bu söz genellikle İsrail mahkemelerinin sömürgeleştirdiği nüfusa karşı yaptığı yargılamalarda Filistin’de kullanılır. Benzer bir durum Türkiye, Suruç’ta da yaşanmıştır
 
Hilvan Hapishanesi'ne gitmek için, aileler ve yoldaşlar bir gün öncesinden otobüs veya uçakla, ve genellikle İstanbul ya da Ankara'dan geldiler. Hiçbir yere varmayacak gibi görünen bir mahkemeye katılmak için yorucu ve masraflı bir yolculuk… Birçok aile, hevesi kırıldığından ya da hayal kırıklığı yaşadığından gelmeyi bıraktı. Günün ciddi konusuna rağmen, herkes ekmek, yoğurt ve çayın olduğu sıcak bir atmosferde kahvaltı etmek için biraraya geldi.
 
Duruşma zamanı geldiğinde, üzerinde su tankeri olan bir TOMA kafeterya kapısından netçe görünebiliyordu. Uniformalılar yolu tuttu, bir tanesi de elindeki cop ile öfke ile oynamaya başladı. İçi sarımtırak, dışı gri bir konteynerda, askerler kimlikleri kontrol etti, döküman ve elektronik aletlere el koydu. Herkes metal dedektör ve üst aramasından geçirildi.
 
<<İlk gün beni vuran şey aşağılama ritüellerinin sürekliliğiydi. Kimlik doğrulaması, parmak izleri, üst aramaları ve bir sürü şey, biliyorsunuz… Sizi içeri alışları… Bu bir silah. Zamanınız, hayalleriniz ve bedeniniz çalınıyor. Artık var olmuyorsunuz. Yapılan her şey düşüncelerinizi pelteye çevirmek için yapılıyor. >>
 
Dikenli tellerle çevrili asfalt bir alanda bekliyorsunuz ve üniformalıların sayısı asla azalmıyor. Duruşma salonunda yaklaşık on beş erkek ve komutanları, bir dolap ve mahkeme katılımcıları ile ailelerin olduğu bir savunma kürsüsü vardı. Diğer duruşmalarda daha kalabalık oldukları da söylendi. Ancak başka uluslar arası katılımcı olmamış. Bu kez iki kişiydik; Orleans Yeni Antikapitalist Parti (NPA) temsilcisi ve ben. Şüpheli Yakup Şahin duruşma salonuna gelmemişti ancak ekrandan bağlanmıştı. Hiçbir avukat savunmanlığını yapmadı. İhtiyacı var mıydı?
 
Savcı ve hakimlerin arkasında , ki bir tanesi oldukça sıkılmış görünüyordu, parlak harfler ile "Adalet mülkün temelidir" yazıyordu. "Mülk" kelimesi, iki anlam taşıyor. Hem devlet, hem mal anlamına geliyor. Erdoğan hükümeti de, diğerleri gibi, kapitalizmi savunuyor iken bu önemsiz midir?
 
MAĞDURLARIN SESİ
 
Duruşma salonu kurulduğunda, şehitlerin ve tanıkların aileleri konuşma yaptı. Biri, Ezgi'nin babasıydı. 20 yaşındaki Ezgi Sadet, sanat tarihi öğrencisiydi. Arkadaşlarının ve babasının bana gösterdiği her fotoğrafta, yüzünde kocaman bir gülümseme parlıyordu.
 
Suruç patlaması tanığı olan ve tıp fakültesini yeni bitirmiş olan Çağla da konuşma yaptı. Onun da fotoğrafları bolca paylaşılmıştı. İlk fotoğrafta, patlamadan sonra yerde yatıyor ve buna rağmen yoldaşıyla el ele tutuşuyordu. İkincisinde, sedyede yatıyor ve zafer işareti yapmak için kolunu kaldırıyordu. Vücuduna 100 civarında şarapnel saplanmıştı ve şu anda da bacaklarıfndaki kasları kaybettiği için atel ile yürüyebiliyor. Bir yıllık tedavi ve toparlama sürecinin ardından, pediatrist olarak işe başladı. Çağla hakimlerin önünde dimdik durup adalet isteyebiliyorsa, cesaretin var olduğuna dair pekçok kanıt var demektir.
 
Adaletin olmadığı ve kayıpların arttığı hissiyle, savunmadaki herkes hakimlerden işlerini yapması ve bu olayın arkasındaki gerçeği bulmalarını istedi. Sorulan sorular gayet açıktır: bu insanlar neden öldürüldü? Her eylemde hazır ve nazır olan emniyet güçleri, patlamadan önce neredeydi? Polis patlamadan sonra neden biber gazı sıktı? Ambulanslar yaralılara neden hemen müdahale edemedi?
 
On bir avukat kürsüye çıktı. Karşılığında, soruşturmadaki perdeleri aralayabildiler. Abdullah Ömer Aslan ve Hülya Bali'nin sanık olarak dinlenmesini talep ettiler. Tanık olarak dinlendikten sonra, avukatların tutarsız bulduğu noktalar ve suçsuz olduklarına ilişkin yeterli kanıt bulunmadığını belirtmesine rağmen yargılanmadılar. Avukatlar sekizinci kez sanık Yakup Şahin'in mahkeme salonunda bulunmasını talep etti. Ankara'da bir hapishanede olan Yakup Şahin, hakimlerin önüne hiç çıkmadı. Devlet güvenlik önlemlerini hayli artırmakta. Buna karşın mahkeme maksimum güvenlikli bir hapisanede yapılıyor ve sanığın olmamasına karşın askerlerin olması yeterli görünüyor.
 
Sanığın savunması tüm suçlamaları toptan reddetmesi ve savunma tarafını üzerindeki baskı ve suçlamayı artırmakla suçlaması ile sonuçlandı.
 
Hakimler karar aşamasındayken, Suruç tanıkları, tanıkların aileleri ve arkadaşları kendilerini dikenli tellerle çevrili bir alanda, kasklarını giymekte olan polislerin birkaç adım ötesinde, yoldaşlığın hep baki olduğu bir yerde tavuklu sandviç, ekmek, peynir ve zeytinden oluşan küçük bir yemeği bölüşmektelerdi.
 
Duruşma salonuna dönüldüğünde, tam da beklenildiği gibi, savcı, avukatların taleplerinin birçoğunun reddedildiğini bildirdi. Duruşma 9 Mayıs 2019'a ertelendi.
 
ALAKART BİR ADALET
 
Bugün, Yakup Şahin hapiste ancak sanık sandalyesinde oturan tek kişi olmaya devam ediyor. Diğer yandan, savunmadaki pekçok insan insan; katliam tanıklarından Havva Cuştan, İlke Başak Baydar, Mazlum Demirtaş, Koray Türkay, Ali Deniz Esen ve avukatları Özlem Gümüştaş, Sezin Uçar parmaklıkların ardındaydı. Suruç katliamı tanığı ve ETHA muhabiri olan Havva da 12 Şubat'ta mahkemedeydi. Suruç'un üçüncü duruşmasından önce evi aranarak altı gün alıkonulmuş ve ardından tutuklanmıştı. Havva, Suruç'ta neler olduğunu anlattığı için 9 ay boyunca tutuklanmıştı. HDP ve ESP üyeleri ile beraber "terör örgütüne üye olmak" suçundan yargılandılar. Türkiye'deki Erdoğan rejimi ile tutuklanan, içlerinde 2 yıllık tutukluluk sürecinin ardından 20 Şubat 2019'da serbest bırakılan Zehra Doğan'ın da bulunduğu 170 gazetecinin arasında idi. Ancak pek çok kez sözünü verdiği üzere, asla boyun eğmeyecekti: tereddütsüz bir şekilde mahkemelere katılmaya ve gazetecilik görevlerini yapmaya devam etti.
 
<< Mahkeme ya da kanıt olmadan on altı ay hapis yattım.>>
 
Türkiye hükümetinin basına karşı sindirme ve sansür politikaları bulunmkata. Bu medya kontrolü özellikle mahkeme bittiğinde ve bizler araçlara yöneldiğimizde daha da gözle görülür haldeydi. HDP'li vekillerin de konuşma yapmaya hazırlandığı sırada, tansiyon yükseldi, kolluk kuvvetleri bizi çevreledi ve kalkanlarıyla bizleri sıkıştırdılar; komutanları ısırmaya hazır görünüyordu. Yoldaşlarımız ve kardeşlerimiz susturulduğunda, seslerini duyurmak bizim sorumluluğumuzdur. 
 
Şanslıyım ki, etrafımdaki insanları bastırmak epey güçtü. Urfa'yı mozaiklerini, pazarlarını ve balıklarla dolu Gölbaşı'nı ziyaret ederek ve bolca çay içerek güzel bir akşam geçirdik.
 
ÇÜNKÜ BU HEPİMİZİ İLGİLENDİRİYOR
 
Bir avukata taslak metnimde duruşma ve cinsiyet, baskı gibi sorunlar arasındaki bağdan bahsetmek istediğimi söylediğimde şöyle cevap verdi: "Çok bariz. Bu duruşma DAİŞ'e karşı yapılan bir duruşmaydı ve bu oluşum hiçbir istisna gözetmeksizin tüm kadınlara karşı olan bir oluşumdur." Benzer bir şekilde, konuşması sırasında Nurşin Yüksel Ekinci de "Tüm dünyayı korkutan bir örgüt (DAİŞ) ile karşı karşıyayız. Eğer Suruç katliamı aydınlatılmış olsa Ankara ya da Paris saldırıları hiç olmazdı. Bu saldırıdan bu mahkeme sorumludur. Başka katliamların olmasını önlemek için bu katliam aydınlatılmalıdır." dedi. Suruç katliamı tek başına/izole bir katliam değildir, ancak Ankara, Antep, Amed, Reyhanlı, İstanbul Sultanahmet, Reina, Taksim ve İstanbul Havaalanı gibi 5 yıl içerisindeki 359 kişinin ölümü ve 1733 kişinin yaralanması ile sonuçlanan 9 bombalı saldırıyla da ilişkilidir.
 
Suruç katliamı sırasında biraraya gelen insanlar, Kobane'ye gitmeyi hedefliyorlardı. DAİŞ tarafından yerle bir edilen yer, bugün tüm alanlarda (sosyal, ekonomik ve politik) kadınların dahiliyetini en elzem element olarak gören radikal devrimin merkezi haline gelmiştir. Bir önceki makalemi okumanızı da öneririm.
 
Bu saldırının politik boyutunu kavramak öldürenlerin ve öldürülenlerin adanmışlıklarını anlamak için gereklidir. Ancak bu anlayış İsviçre'de de önemli hale gelmiştir, çünkü Göç İdaresi Sekreteri Güneş'i politik sığınmacı olarak görmemiştir. Gerekçeleri de "saldırının bireyi hedef alarak yapılmamış olması"dır. Her ne kadar birebir hedeflenmemiş olsa da, kendisi ve yoldaşlarının net politik projelerinden dolayı net bir şekilde hedef alınmıştır. Güneş bugün Türkiye'ye dönecek olsa, onu yeni bir DAEŞ saldırısından koruyacak hiçbir şey olmayacak, çünkü saldırıların hiçbirinin sonucunda adaleti sağlayacak adımlar atılmadı. Türk devletinin rolü de pek net değildir. Ayrıyeten, Güneş'in pekçok yoldaşı da politik kimlikleri ve Suruç katliamı ardından yaptıkları adalet çağrıları nedeniyle hapse atılmıştı. Türkiye'ye dönmesi halinde özgürlük garantisini kim verebilir?
 
DAYANIŞMA BİZİM GÜCÜMÜZDÜR
 
Hepimiz birarada olmalıyız. İsviçre'de, Türkiye'de ya da herhangi bir yerde, devletin baskısı, patriyarka ve kapitalizm hepimizi sınırlandırmak için hazır bekliyor. İsviçre'den vücudu tekerlekli sandalyeye mahkum olmasına rağmen savaşan Güneş gibi, hapis tehditlerine karşın yazmayı hiç bırakmayan Havva gibi, patlamanın ardından yoldaşının elini tutan Çağla gibi bir arada olmalıyız. Dayanışma bizim gücümüzdür: El ele tutuşalım, omuz omuza, épaule contr épaule, ileri yürüyelim.