24 Eylül 2024 Salı

TDİ tecride karşı mücadelenin büyütülmesi çağrısı yaptı

Hapishanelerde süren açlık grevlerine ilişkin açıklama yapan Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi, tecridin sadece Abdullah Öcalan üzerindeki bir tecrit olmadığını, yaşamın her alanını ve özelde de Kürt halkının taleplerinin bastırılmasını kapsadığını belirterek, tecride karşı mücadelenin büyütülmesi çağrısı yaptı.
Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi (TDİ), hapishanelerde süren açlık grevlerine ilişkin açıklama yayınladı.
 
Kürt halk Abdullah Öcalan'a uygulanan ağırlaştırılmış tecridin devam ettiği ifade edilen açıklamada, "Öyle ki 27 Temmuz 2011'den bu yana avukatları, 11 Eylül 2016'dan beri de ailesiyle ne yüz yüze ne de telefon yoluyla görüştürülmektedir. Mevcut anayasayla garanti altına alınan insan hak ve hukuku şurada dursun gerek insanlığı bağlayıcı evrensel değerler gerekse de ahlaki ve vicdani tüm yaklaşımlar, Öcalan şahsında hiçe sayılmaktadır. Eşi benzeri nadiren görünen bu uygulama, AKP iktidarı ile özel bir kin ve nefretle de harmanlanarak kapsamlı ve sistematik bir hal alan devlet politikasına dönüşmüştür" denildi.
 
Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin son bulması talebiyle Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevine yüzlerce hapishaneden binlerce siyasi tutsak ses vererek tecridin kaldırılması talebiyle süreli-süresiz, dönüşümlü-dönüşümsüz açlık grevine katıldığı kaydedilen açıklamada, "Siyasi tutsakların bu direnişi özelde Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talepli olsa da bugün hapishanelerde yürütülen tecrit, bağımsızlaştırma politikaları, kameralar, kimlik dayatması, iletişim yasakları, mektup ve kitap, gazete, dergi gibi yayın yasakları, sağlık hakkının gaspı, savunma hakkının gaspı, tekmil dayatmaları ve son süreçte birçok hapishanede uygulamaya konulmaya çalışılan havalandırmaların tel örgülerle kapatılması gibi çok yönlü, sistemli ve kapsamlı işkence uygulamalarına da güçlü bir karşı koyuş niteliği taşımaktadır" diye belirtildi.
 
8 Kasım 2018 tarihinden beri süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi eylemine başlayan Leyla Güven'in, günler öncesinden geri dönüşü olmayan, bedeninde ağır ve kalıcı hasarlara yol açabilecek kritik sürece girdiğine dikkat çekilen açıklamada, "An itibariyle direnişi 150. gününe girmiş, adalet ve onurlu bir barışa duyduğu özlem ve tecridin kaldırılmasına 150 gündür inatçı ve kararlı bir direnişle gün gün, hücre hücre eriyerek yürümektedir" denildi.
 
Leyla Güven'in bu çığlığına hapishanelerde bulunan kimi siyasi tutsaklar da yaşamına son vererek yanıt verdiği ifade edilen açıklamada, "İlk olarak bu çığlık, Almanya'nın Krefeld kentinde 20 Şubat tarihinde mahkeme önünde bedenini ateşe veren ve tedavi gördüğü hastanede 22 Mart'ta yaşamını yitiren Uğur Şakar'la yükselmeye başlamıştır. 17 Mart'ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Hapishanesi'nde tutsak bulunan Zülküf Gezen; 23 Mart'ta Gebze Kadın Kapalı Hapishanesi'nde Ayten Beçet; 24 Mart'ta Oltu T Tipi Kapalı Hapishanesi'nde Zehra Sağlam; 25 Mart'ta Mardin E Tipi Kapalı Hapishanesi'nde Medya Çınar; 29 Mart'ta aynı amaçla Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi'nde eylem yapan ve kaldırıldığı hastanede 1 Nisan günü yaşamını yitiren Yonca Akici ve 2 Nisan'da Osmaniye 2 No'lu T Tipi Kapalı Hapishanesi'nde Siraç Yüksek ve son olarak Elazığ T Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan 22 yaşındaki Mahsum Pamay, İmralı'daki tecridi protesto etmek amacıyla yaşamına son verdi" diye kaydedildi.
 
Açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi:
"25 Mart'ta ise evlatları açlık grevinde olan tutsak aileleri Adalet Bakanı ile görüşmek için Ankara'ya geldi. Evlatlarını, onların talepleri olan tecridin kaldırılması talebiyle sahiplenen Anneler, oluşturdukları bir heyetle Adalet Bakanı ile görüşmek ve çocuklarının haklı taleplerini ileterek, yasaların uygulanmasını istemek için 3 gün boyunca Adalet Bakanlığı önüne gittiler. Yine muhatap bulamadılar ve yine bakanlığın sessiz ve yanıtsız bıraktığı kahredici bir kayıtsızlıkla 'biz burdayız' demekteki ısrarlarını sürdürdüler.
 
"Yeni bir umutla, ikinci kez Adalet Bakanlığı ve siyasi partilerle görüşmek için Ankara'ya gelen açlık grevinde bulanan tutukluların yakınları ve Barış Anneleri İnisiyatifi üyelerinden oluşan 100 kişilik heyet, değil bu sefer bakanlık önüne gelebilmeyi, evlatlarına yaşatılan bunca zorbalık ve hoyratlık yetmezmiş gibi, kent girişine kurdukları arama ve çevirmelerle Ankara'ya girmeleri yasaklanarak saatlerce bekletildiler. Bundan ötesi var mı?.. 'Bundan ötesi' ne yazık ki var: Kamuoyunun hapishanelerde yaşanan insanlık dışı bu uygulamaları büyük bir kayıtsızlıkla seyretmesi!..
 
"Ama bizler; tutsaklar aileleri, yakınları ve yoldaşları olarak bu kayıtsızlığa seyirci kalmayacağız. Başta Leyla Güven'in haklı talebi olmak üzere hapishanelerde bedenlerini açlığa yatıran evlatlarımızın ve yoldaşlarımızın talebine ses verecek, direnişlerini yaşamın her alanına taşıyarak savunacağız. Abdullah Öcalan nezdinde Kürt halkına uygulan tecrit derhal kaldırılmalıdır. Unutulmasın ki hapishanelerden ya da farklı alanlardan gelecek ölümlerden bizzat devletin kendisi sorumludur.
 
"Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi olarak, bu tecridin sadece Öcalan üzerindeki bir tecrit olmadığını, yaşamın her alanını ve özelde de Kürt halkının taleplerinin bastırılmasını kapsadığını bilerek, on binlerin açlık grevini sahipleniyoruz. İçerde ve dışarda, aklımıza gelen ve her alanda dayatılan sınırların ve örülen duvarların parçalanması için özel bir anlam kazanan tecride karşı mücadelenin büyütülmesi çağrımızı yineliyoruz."