23 Eylül 2024 Pazartesi

Tuncel: Ya bir yol açacağız ya da gidecek bir yol bulacağız

Esasa dair savunmasına devam eden DBP eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, Kürt kadın hareketinin mücadelesinin dünya tarafından takip ve takdir edildiğini ancak Türkiye'de ise Kürt  kadınlarının yargılandığını söyledi. Mücadeleyi toplumsallaştırdıkları için iktidarın Kürt kadınlarından korktuğunun altını çizen Tuncel, "Bu yüzden devletin baskı araçlarını devreye koyuyor. Bunlar nafile çabalardır. Üstelik sadece kadınlar tarafından değil, eşitlik talebi olan erkekler için de kurtuluş bu mücadeleden geçiyor. Ya bir yol açacağız ya da gidecek bir yol bulacağız" dedi.

Kobanê davası, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Sincan Hapishane Kampüsünde bulunan duruşma salonunda Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel'in esasa dair savunmasıyla devam etti.

Kapitalizmle birlikte kadınlara biçilen rolün, eve ve anneliğe sıkıştırılarak kadınların tarihsel rolünün silinmeye çalışıldığını belirten Tuncel, "Kadınların rolü kapitalizm için işçi doğurmak olarak belirlenmiştir. Kadınlar daha çok geçimlik ekonomide kendilerine yer bulurlar. Türkiye'de de kadın hareketleri tarafından ev içi emeğin ücretlendirilmesi tartışmaları yürütülüyor. Her şey parayla ölçüldüğü için bütün meseleye bu olarak bakılıyor. Kadınların çalışması paraya değer değildir. Hatta bu nedenle çalışma bile değildir. Paranın değeri belirlediği bir toplumda ev içi emek kadınların statüsünü de belirlemektedir. Kadınlara 'ne iş yapıyorsunuz' diye sorduğumuzda, 'işsizim' der. Halbuki o iş değil mi? Kadınların emeği olmasa erkeğin getirdiği paranın ne anlamı var? Kadınların kendi emeğine dahi değer vermemesi trajik. Erkek akıl bunu sağlıyor, kadınların gözünde kendi işini bile değersizleştiriyor. Farkında değil, ama kadın bunu kendi doğal görevi olarak görüyor. Ev içi emek de başka bir noktada kapitalizm tarafından pazara sunuldu. Zenginler ücret karşılığında ev işçiliğini kullanıyor. Kadınlar orada da birçok sorunla karşılaşıyor. Evler, artık ev değil; toplumsal fabrikalardır. Kadınlar doğa ile malzeme arasındaki bir aracıdır. Kadınların etrafında şekillenen ekonomi biçimi ellerinden alınmış ve kadınlara karşı kullanılmıştır. Toplumdaki yoksullaşma en başta kadınları etkiliyor. Nitekim ihtiyaçlar doğrultusunda bir ekonomik düzen bu konuyu da çözecektir" ifadelerini kullandı.

'MÜCADELEYİ TOPLUMSALLAŞTIRDIĞIMIZ İÇİN İKTİDAR KÜRT KADINLARINDAN KORKUYOR'
Tuncel sözlerini şöyle sürdürdü: "Dünya deneyimleri bize göstermiştir ki örgütlü kadın gücü kapitalizmin değişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu Türkiye'deki zihniyeti de korkutmaktadır. Devlet tarafından Kürt kadınlara dönük saldırılar, kadın örgütlerinin kriminalize edilmesi de bu korkunun bir yansımasıdır. Eş başkanlığı dahi bizim önümüze suç olarak koyuyorsunuz. Aynur Aşan'a dönük suçlamalardan biri de 'Eş Cumhurbaşkanlığı' savunmasıdır. Baskınlarda kadınlara dair bütün çalışmalara el konuldu. Bu, kadın emeğine el koymaktır. AKP iktidarı Kürt kadınlardan korktu. Çünkü biz mücadeleyi toplumsallaştırdık. Kadınlar belediyelere çok rahat gitmeye başladı, halk belediyeciliğini geliştirdik. Bu baskılara karşı biz hala eş başkanlıkta ısrar ediyoruz.

'KADININ KURTULUŞUNU ÖRGÜTLEYECEK YENİ BİR ANLAYIŞA İHTİYAÇ VARDIR(
"Kürt kadınlarının öncülük ettiği kadın özgürlük mücadelesi dünyaya örnek olmuştur ama Türkiye, Kürt kadın hareketinin tarihini yargılamak istemektedir. Kadınların karar mekanizmalarında eşit temsiliyetinin sağlanması için verilen mücadelenin toplumsal dönüşümde oynadığı rol ortadadır. Tam anlamıyla olmasa da önemli biçimde toplumsallaşmıştır. Kadınların kendilerini eve bağlayan zincirleri kırabilmesi için önce bu zincirlerin nasıl örüldüğünü anlamaları gerek. Cinsiyetçilik bir devlet politikası olarak önümüzde durmaktadır. Cinsiyetler arasındaki farklılıklar kast paradigmasını sağlar. Ti-Grace Atkinson, 'Kadınların baskı altına alınması sınıfların başlangıcıdır' der. Kadınların sınıf kimliklerinde yeni bir politik kimliğe kavuşmalarını savunur. Yeni bir zihniyete, dile, kadının kurtuluşunu örgütleyecek yeni bir anlayışa ihtiyaç vardır."

'MÜSLÜMAN KADINLAR CİHATÇI GRUPLARIN BASKILARINA KARŞI EŞİTLİK MÜCADELESİ VERİYOR'
"İslam ve kadın mücadelesi" ilişkisine de vurgu yapan Tuncel, klasik Müslüman tarihindeki kadın rolünün yok sayılmasının çağdaş Müslüman feministler tarafından eleştirildiğini ifade etti. Ortadoğu'daki cihatçı örgütlerin Müslüman kadınlara dönük baskı uyguladığını ve IŞİD gibi "kadın düşmanı" cihatçı örgütlerin Türkiye tarafından desteklendiğini belirten Tuncel, "Kadınları kırıma uğratan IŞİD vahşetine destek verirken, vahşete karşı ses çıkaran, tepki gösteren Kürt kadın siyasetçileri yargılıyorsunuz. Müslüman kadınlar Ortadoğu'da cihatçı grupların baskılarına karşı eşitlik mücadelesi veriyor. Dini feminist bir perspektifle dinin yeniden değerlendirilmesi Ortadoğu ve Türkiye açısından çok önemlidir. Müslüman kadınların kendi kaderini belirlemesi çok önemlidir ve bu kadın özgürlük mücadelesine katkı sunacaktır" dedi.

'ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ ERKEK ŞİDDETİNE RAĞMEN DEVAM EDECEKTİR'
"Asıl sorun kadın sorunu değil, erkeklik sorunudur" ifadelerini kullanan Tuncel, erkeklik zihniyetinin tarihsel gerçeklikleri ters yüz ederek dayatıldığının altını çizdi. Kadın özgürlük sorununun evrensel olduğunu söyleyen Tuncel, şöyle devam etti: "Bu, binlerce yıldır temel gündemimizdir. Kürt kadınları olarak Ortadoğu halklarının demokratik, kadın özgürlükçü, ekolojik bir yaşam kurmasını istiyoruz. Kadın özgürlüğünün çözümünü ertelenemez olarak görüyoruz. Bunun için kadın özgürlüğünü sağlamlaştıracak adımlar atıyoruz. Bir yandan kendi siyasetimiz içindeki erkek egemenliğini aşmaya çalışırken diğer yandan kadınların gelişimine dönük çalışmalar yürütüyoruz. Kadın hareketinin Türkiye yargısına konu yapılması, kadınların yaşama katılmasının önünde engel olunması ve kriminalize edilmesi devletin kadın eşitliğine dair yaklaşımını göstermektedir. Bu baskılar dinci, milliyetçi ve tekçi iktidar inşasının bir gereğidir. Ancak özgürlük yürüyüşü erkek şiddetine rağmen devam edecektir."

'YA BİR YOL AÇACAĞIZ YA DA GİDECEK BİR YOL BULACAĞIZ'
Kadın erkek ilişkilerindeki sömürü biçimlerinin tüm toplumsal ilişkilerin "prototipi" olduğunu dile getiren Tuncel, "Reform hareketleri kadın sorununu tam anlamıyla çözmediği gibi erkek egemenliğini de sağlamlaştırmaktadır. Kadınlar eşitliğe dayanan özgür ve eşit bir toplum yaratmak için mücadele ediyor. Kürt kadın hareketinin kırıma karşı verdiği mücadeleyi tüm dünya takip ediyor. Türkiye'de ise Kürt kadınlar yargılanıyor. Mücadelemizden korkan iktidar, demokratik, çoğulcu, kadın özgürlükçü paradigma karşısında şansının olmadığını biliyor. Bu yüzden devletin baskı araçlarını devreye koyuyor. Bunlar nafile çabalardır. Üstelik sadece kadınlar tarafından değil, eşitlik talebi olan erkekler için de kurtuluş bu mücadeleden geçiyor. Ya bir yol açacağız ya da gidecek bir yol bulacağız" dedi.

'TÜRKİYE NEDEN İSRAİL'LE İLİŞKİLERİNİ KESMİYOR'
Aranın ardından Tuncel savunmasına devam etti. 6-8 Ekim tarihinde gerçekleşen Kobanê olayları öncesinde de Türkiye'nin cihatçı örgütlerle süregelen ilişkisini gündeme getirdiklerine dikkat çeken Tuncel, "Biz sadece 6-8 Ekim sürecinde çağrı yapmadık. Meclis'e soru önergeleri sunduk ancak birçoğu cevapsız bırakıldı. Herkes Türkiye'nin bu ilişkilerini biliyordu. İleride bir şey olursa Türkiye uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanacaktır. Şimdilik Türkiye uluslararası güçlerin işine yarıyor. Bakın bugün de Türkiye neden İsrail ile neden ilişkilerini kesmiyor? Sadece bağırıp çağırıyor" dedi.

Mütalaada yer alan "Kobanê'ye gidip yaptığı faaliyetler" başlığına tepki gösteren Tuncel, "Biz Ahmet Türk başkanlığında bir basın açıklaması yaptık. Sanki günlerce kalmışız ama algı oluşturuyor. Biz Kobanê halkına dönük saldırılara karşı çağrı yaptık, açlık grevine girdim ben o süreçte. Herkesle görüştük, halk bizimle dayanışmaya geldi ama bu suç olarak dosyaya girmiş"  ifadelerini kullandı.

'AMAÇ KÜRT SİYASETİNİ KRİMİNALİZE ETMEK'
Yargılama sürecine ve davanın siyasi boyutuna dair değerlendirmelerde bulunan Tuncel, şöyle konuştu: "Burada bir yargısız infaz yapılıyor. Bu dava Kürt siyasetinin baskı altına alarak iktidarın ömrünü uzatmak için kurgulanmıştır ve siyasi saiklerle kurulmuştur. 400'den fazla Kürt siyasetçinin yasaklarının istemesi de bununla paraleldir. 7 Haziran 2015'in ardından AKP'nin diyalog sürecini sonlandırmasıyla birlikte Kürt karşıtı yeni bir politik hattın geliştirilmesi bugün yaşanan sorunların temellerini oluşturmaktadır. Kürtlerin düşman olarak gösterilmesi sonucunda Kürt kurumları hedef haline getirilmiştir. 15 Temmuz da bahane edilerek Kürt karşıtlığı devreye girmiş ve OHAL politikaları Kürtlere karşı devlet şiddetinin süreklileştirilmesi için kullanılmıştır. Kayyım politikaları bir rejim haline getirildi. Kürt halkının seçme ve seçilme hakkı gasp edildi. HDP'li belediye eş başkanları yalan ve iftiralarla hapsedilmiştir. HDP'lilerin gözaltı ve tutuklamalarla siyasi rehine haline getirilmesi iktidarın Kürt karşıtlığının bir parçası olarak açığa çıkmıştır. O nedenle bu dava hukuki değildir. Kürt siyasetini kriminalize ederek önündeki engelleri kaldırma davasıdır.

'ERDOĞAN YENİ ATATÜRK OLARAK GÖRÜLÜYOR'
"Rejimin mevcut haliyle kendisini sürdüremeyeceğini iktidar da görmektedir. Erdoğan'ın yeni Atatürk olarak görüldüğü cumhuriyetin ikinci yüzyılında amaç faşist rejimin kurumsallaştırılmasıdır. Bu süreçte demokratik cumhuriyetten yana olan herkesi düşmanlaştırarak hedef haline getirmişlerdir. Geçen gün hayvan haklarına dair konuşan kadın bir sanatçıyı dahi hedef aldılar. Bunu da konuşamayacaksak daha diyecek bir şey yok. Cumhuriyetin kuruluşunda dışarıda tutulan İslamcılar şimdi iktidarda ve iktidarları için antiKürt, antikomünist bir anlayış edinmişlerdir."

Duruşma yarın 10.00'da devam edecek.