28 Eylül 2024 Cumartesi

Abisi Zeki Gürbüz'ü anlattı

Faşist Türk burjuva devleti tarafından 3 Ocak günü MLKP komutanı Özgür Namoğlu ile birlikte katledilen Zeki Gürbüz'ü abisi anlattı.

Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) Merkez Komite üyesi ve MLKP Rojava Temsilcisi Zeki Gürbüz, MLKP komutanlarından Özgür Namoğlu ile birlikte faşist Türk burjuva devleti tarafından katledildi.

Katliamın ardından çok sayıda anma yapılırken, abisi Ali Haydar Gürbüz sosyal medya hesabında paylaşım yaparak Zeki Gürbüz'ü anlattı.

Zeki Gürbüz'ün katledildiği günün kendisi, kardeşleri ve annesi bakımından acı ve karanlık bir gün olarak tarihi geçtiğini aktaran Gürbüz'ün abisi, "Faşizmin, dünyanın neresinde olursanız olun, evinize kadar girip katliamlara giriştiği ve bu katliamların, suikastların örtbas edilmesi noktasında da adalete sığındıkları, ama hiçbir şey yapmadıkları, açıklama gereği duymadıkları bilinir biliyoruz. Kısacası devletler işlenen bu katliamlar noktasında ortak hareket ettiler, bugünde devam etmektedirler" değerlendirmesinde bulundu.

Zeki Gürbüz'ün abisinin paylaşımında şu ifadeler yer aldı:
"Zeki henüz çocukken kuzuların, gidiklerin yanında onlarla iç içe büyümüştü. Onları çok severdi, isimleri ile çağırırdı, o dönemde hepimizde öyleydik. Sonra köyde ilkokulu, Pertek ilçesinde orta ve liseyi bitirmişti. Lisede okuduğu yıllarda bende son sınıf öğrencisi idim. onlar Fen bölümünde okuyorlardı bizde Edebiyat, hatta bir anı olarak: Sınıflararası futbol maçlarında o küçücük halleriyle bizleri devirmişlerdi, alay konusu olmuştuk. O dönemin kuşağı çalışkandı, pırıl pırıl gençlerimiz bugünlere ışık saçıyordu. Fakat devlet bu gençleri asla kucaklamadı, hep dışladı ve haksızlığa uğradıklarının bilincine vardıklarında da bu gençler artık sisteme karşı örgütlenmeye başladı.

Zeki yaşamı boyunca hiç durmadı. Pertek'te ayakkabı boyacılığından tutun karpuz satıcılığına kadar ekin biçmeden tutun akşamları patos vurmalarına kadar her türlü işte çalışmış, alınterini sofraya sunmuştur. Akşamları saatlerce kitap-roman ve felsefi yazılar okurdu. Hatta o yıllarda yanlış hatırlamıyorsam 'Bilge Kitap Evi' diye bir yayın kuruluşuna abone olmuş, durmadan kitap dergi vs. alıyordu. Haa birde sanat anlayışı çok gelişkindi. Bizden daha erken kavrar, öğrenirdi. Tıpkı saz örneğinde olduğu gibi. Zeki kardeşim henüz devrimci yaşama atılmadan donanımlı bir birikimi belki de o yıllarda çoktan sağlamıştı.

Hatırlıyorum da, '80'li yıllarda henüz 12 Eylül gelmeden, ilçemizde 'Maraş Katliamını protesto' mitingi düzenlenmiş ve akabinde çıkan olaylarda askerden kaçarken eve çalıların arasında yerde sürüne sürüne gitmişti. O ara sanmıştı ki onlardan kurtulmuştu. Oysa ardında asker eve gelmiş bakmış 'henüz çocuk bu yahuuu' diyerek bırakıp gitmişlerdi. Evde bulunan başka bir köylümüzü tutuklamışlardı. Muhbir eden de Pertek'in yerlilerinden biriydi. Bu olay onun, bu sistemin ne kadar ayırt edici olduğunu anlamasını sağlamıştı.

Zeki Amed'de Eğitim Enstitüsünde yani fakültede okuduğu yıllarda bende Van 100. Yıl Üniversitesi'nde okuyordum. Van'da tamamen polisin komploları sonucu tutuklanıp Amed zindanına atıldığımda onlarda abimle birlikte bir grup köylümüzle orada ev tutmuş, okula gidiyorlardı. İlk zulmü ve haksızlığı o zaman gören anlayan ve belleğine kazıyan Zeki daha sonra Pertek'te sık sık polisin evimizi araması, bizlere baskı uygulaması, gittiği İstanbul'da bizzat yaşadığı süreçlerde bunu örgütlü mücadeleye dönüştürerek devrimci mücadelesine başlamış oluyordu.

Zeki devrimci yaşamı boyunca hiçbir zaman kendisini öne çıkarmamış, kişisel çıkarları için ne ailesini ne de çevresini kullanmamıştır. Örneğin ben bir defasında kendisine bir şeyler almak istediğimde bana 'arkadaşlarım gelirse olanağın olursa onlara yardım etsen bana da etmiş olursun' demişti. Kendisinden ziyade yol arkadaşlarını, dava arkadaşlarını daha çok önemserdi.

Zeki yaşamı boyunca titiz biriydi. Gittiği her yerde oranın düzenini korumaya, yük olmaktan çok işlerini sorunlarını çözmeye yardımcı olurdu. Gah bir devrimci gah bir aşçı olurdu. Kısacası elinden her şey geliyor ve o bunları kullanmaktan asla geri durmuyordu. Ona göre yaşam her yönüyle ortak ve paylaşımcı olmalıydı.

80'li yılların sonlarına doğru bölgemizde ulusal mücadelenin yükseliş dönemi yaşanıyordu. Dolayısıyla o yılların gençleri olarak bizlerde bundan etkileniyor özellikle Kürtçe şarkılarla bulunduğumuz her alanda bunu yansıtıyorduk.

Zeki'de kendisini Kürtçe stranlarla donatmış, her saz çalışında mutlaka 'Cane cane', 'Bingöl şewti', 'De lori lori', hatta düğünlerde 'Hawar hawar' parçalarını söylerdi. Ondaki kürdi aşk gençlik yıllarında filiz filiz boylanıyordu. Belkide onu Rojava'ya bu aşk sürüklemiştir diyebilirim.

Yazımı çok uzatmama gerek yok geriye kalan mücadelesini hayatını dava arkadaşları ve onu tanıyanlar zaten yazıyor anlatıyorlar. Son olarak bana gönderdiği bir mektupta neden Rojava'ya gittiğine dair bir kaç satırı da sizlerle paylaşmak istiyorum. O kalbimizde hep yaşayacaktır, ben onu yitirmedim, o ölmedi, onun başı dikti benimde başım dik olacaktır eğilmek yok...

Mektuptan bir kaç satır: 'Bildiğin gibi Rojava'dayım, mutluyum. Doğru zamanda doğru yerdeyim, moralim ruh ve beden sağlığım oldukça iyi.

Devrimci yaşamıma, devrim görme ve devrimi yaşama ayrıcalığı girdi. Devrimci için bundan daha iyisi olamaz. Bu nedenle şanslıyım. Gerçi bizim gibiler şansı biraz da kendileri yaratır veya şansa doğru akıp giderler. Buraya gelmekle bu şansı bir bakıma elde etmiş oldum. Avrupa hiç aklımda olmayan bir yerdi. Devrimcilik bakımında hiç ama hiç düşünmeyeceğim bir coğrafyadır, onun için oralara değil ülkeme, devrimin merkezine gitmeyi, orada olmayı tercih ettim. Bu tarihsel ana, tarihsel sürece tanıklık etmek, ona etkin katılmak gerektiğini düşünerek hareket ettim'.

Savaşın içinde herkesin olduğunu mektubunda dile getirmişti.

Evet sevgili kardeşim 'Kızıl Komutan' Zeki hevalim. Şimdi o topraklarda ebediyete sonsuzluğa uğurlandın. Güneşin topraklarında kızıllaştın. Seni bir gün ama mutlaka bir gün orada bende kucaklayacağım. Hasretimi orada sana haykıracağım. 
Seni seviyorum."