28 Eylül 2024 Cumartesi

Futbol izleyicisi öncelikle stadyuma erişime odaklanmalı

Güncel kavgayı doğru analiz etmek futbolu bir oyun olarak sahiplenip takip edenlerin önünü açacaktır. Bu basit bir şekilde "AKP iktidarının işaret ettiği takım olmasın da kim şampiyon olursa olsun" diye futboldaki diğer oligarşik yapılara açık ya da örtük destek verilerek sürdürülebilecek bir mücadele değildir. Futbol izleyicisi öncelikle stadyuma erişim ve stadyumda fikrini beyan etme hakkı önüne dikilmiş engelleri bertaraf etmelidir.

Futbolun seyir zevki yüksek bir oyundan çok daha fazla şey ifade etmesi aslında 20. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra futbol üzerine kıtasal ve dünya çapında organizasyonların düzenlenmesi ile başlamaktadır. İkinci Paylaşım Savaşı ile kesintiye uğrayan bu ilk dönemde futbol Avrupa özelinde faşist rejimlerin propaganda aracı olarak işlev görmüştür denilebilir. 1934 ve 1938 Dünya Kupaları’nı İtalya’nın kazanmış olması bu durumun en somut örneğidir. Spor alanındaki başarıların sadece bir kısmını teşkil eden futbol başarıları, oyunun seyir zevkine bağlı olarak daha fazla dikkat çekmiştir.

İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında özellikle emperyalist kapitalist merkezlerde (ABD hariç) sermayenin futbola yoğun ilgisinden bahsetmek mümkün. 1945 sonrasında SSCB’nin savaşın galibi olması ve birçok ülkede ilan edilen halk cumhuriyetlerinde ise genel olarak spor özelde ise futbol emperyalist kapitalist merkezlerin ulusal veya kulüp takımlarıyla rekabet etmenin bir aracı olarak işlev görmüş, bu yönde ciddi yatırımlar söz konusu olmuştur.

Sosyalist ve halk cumhuriyetlerinde, birinci öncelik geniş kitlelerin bireysel veya kolektif spor etkinliklerine katılımı olduğu için futbol da dahil olmak üzere bütün bireysel ve takım sporları amatör olarak icra edilmiş bu da 1952 Helsinki Olimpiyatları’ndan başlamak üzere Olimpiyatlarda SSCB başta olmak üzere halk cumhuriyeti ülkelerinde çok sayıda ve göz alıcı başarı getirmiştir. Bu ülkelerde futbol, başlangıçta ayrıcalıklı bir yeri yoktu, kolektif takım sporlarından biriydi. Emperyalist kapitalist merkezlerde ise süreç oldukça farklı işlemiş kökeni itibariyle işçi sınıfının kolektif bir eğlencesi olan futbol oyunu hızla sermayenin denetimine girmiş zaman içerisinde izleyiciler tüketiciye futbolcular ise arenalarda savaşan modern gladyatörlere dönüşmüştür.

REJİMİN BASKICI KARAKTERİYLE UYUMLU OLARAK TRİBÜNLER HIZLA POLİTİKLEŞİR
Bu kadar izlenen ve sermayenin ilgi gösterdiği ve çevresinde ciddi bir para akışı oluşturan bir sporun da siyasetten siyasal ilişkilerden bağımsız ele alınması doğal olarak mümkün değil. Muktedirler futbol başarılarını propaganda aracı olarak kullanmak istemekte, bunun karşıtı olarak da en genel anlamda muhalifler kendilerini en özgür biçimde stadyumlarda ifade edebilmektedirler. Rejimin baskıcı karakteriyle uyumlu olarak tribünler de hızlı bir şekilde politikleşebilmektedir. Coğrafyamız özelinde ise Gezi’nin hızlı bir biçimde tribünleri politikleştirmesi bu durumun en somut örneği olarak ele alınabilir.

‘ÜÇ İSTANBULLU’ HEP AYRICALIK İSTEDİ
Ülkemizde ise futbol ulusal ligin kurulmasından itibaren İstanbul takımları ile diğer takımların arasındaki rekabeti olarak vuku bulmuştur. 1970’lerde Trabzonspor’un ilk şampiyonluğuna kadar bütün şampiyonlar İstanbul takımlarından olmuştur. Bu durum İstanbul takımları Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın neredeyse bütün ülkede taraftarı olan bu nedenle ulusal çapta desteklenen takımlar olmasını beraberinde getirmiştir. 2000’li yılların ortalarına kadar bu üç takım haricinde bir takım destekleyenlere "Üç takımdan hangisini tutuyorsun?" sorusunun sorulması da adet halini almıştı. İletişim olanaklarının artması ile diğer takımların özellikle sosyal medyada yer bulması, "Üç İstanbullu" takımın desteklenmek zorunda olduğu şeklindeki ön yargıyı bir ölçüde kırmıştır. Fakat futbol dünyasında "Üç İstanbullunun" ayrıcalık talep ettiği de göz ardı edilemez bir olgudur. Nitekim son dönemde Trabzonspor’un şampiyonluğu yönünde temenninin AKP’liler ve hatta bakanlar düzeyinde dile getirilmeye başlanmasına karşı oluşan tepkinin bir bölümünün de ayrıcalıklı konumlarını muhafaza etmek isteyen İstanbul takımı taraftarlarınca dile getirildiği ortadadır.

Dolayısıyla son dönemdeki "Futbola AKP üzerinden siyasetin gölgesi düştü" biçiminde dile getirilebilecek tartışma şimdilik bir iktidar-muhalefet geriliminden ziyade futbol anlamında "iktidar bloğu" içerisindeki bir kavga ve kapışma olarak adlandırılmaya daha uygundur.
 
SİYASETİN FUTBOLA MÜDAHALESİ AKP’DEN ÖNCE BAŞLADI
Bunu demek "Eşitlikçi bir futbol düzeni arayışında olan futbol taraftarlarına bu kavgadan bir pozitif imkan çıkmaz" anlamına gelmemelidir. Bilakis bu tartışmanın toplumsallaşması futbolu her geçen gün siyasal iktidarın ve sermayenin denetimine sokanlara karşı ortak bir karşı koyuş gerçekleştirebilmenin de imkanını sağlayacaktır.

Egemenlerin futbola müdahil olması AKP iktidarı ile başlayan bir süreç değildir. Futbol özellikle 12 Eylül askeri darbesinin ardından kitlelerin depolitizasyonu sürecinde çoklukla ve sistematik bir biçimde kullanılmıştır. Örneğin darbenin ardından Ankaragücü 2. Ligde iken Kupa Şampiyonluğu gerekçe gösterilerek kararname ile 1. Lige yükseltilmiştir. Veya 2000’li yıllarda Diyarbakırspor bir dönem "teröre karşı sporu öne çıkartma" motivasyonu ile açıkça devlet tarafından desteklenmiş ve çok şüpheli maçlar ile 1. Lige çıkması sağlanmıştır. Tabii Diyarbakırspor gerek kendi ismiyle, gerekse de Amed Sportif ismini aldıktan sonra özellikle taraftar profili nedeniyle ülkenin batısında birçok ırkçı provokatif saldırıya da maruz kalmıştır. Yine Amed Sportif oyuncusu Deniz Naki’nin yaptığı açıklamalar sebebiyle ülkedeki futbol yaşamı bitirilmiştir. Bunlar ülkedeki egemenlerin futbolu kendi siyasal projeleri için kullanıp dizayn etme çabasının oldukça sivri yalnızca birkaç örneğidir.

FUTBOL İZLEYİCİSİ ÖNCE STADYUMLARA ERİŞİMİ KAZANMALI
Genel olarak AKP ve öncesi siyasal iktidarlar futbol üzerinden kendilerine rıza üretmek istemişlerdir. Bugün Trabzonspor üzerinden süregiden tartışma da bu durumun yalnızca güncel bir versiyonudur. Bunun öncesinde AKP iktidarında, şehir takımlarının ortadan kaldırıldığını ve yerine farklı isimler altında "belediye takımları"nın ikame edilmeye çalışıldığını da futbolla ilgilenen kesimler görmüştür. En son olarak geçen yıl Başakşehir takımının yine böyle açıklamalarla devlet tarafından desteklendiğine dair çok ciddi bir algı oluşmuştur. Yalnız şu ana kadar bu girişimlerin futbol şampiyonluğu anlamında sonuç vermediğini de belirtmek elzemdir. Bu da ne yazık ki bu gidişata karşı olanların mücadelesinin değil iktidar bloğunun diğer tarafının kendi lobi ilişkilerinin sonucudur.
 
Dolayısıyla güncel kavgayı doğru analiz etmek futbolu bir oyun olarak sahiplenip takip edenlerin önünü açacaktır. Bu basit bir şekilde "AKP iktidarının işaret ettiği takım olmasın da kim şampiyon olursa olsun" diye futboldaki diğer oligarşik yapılara açık ya da örtük destek verilerek sürdürülebilecek bir mücadele değildir. Örneğin futbolsever kitlelerin stadyumlara erişimini kısıtlayan 6222 sayılı "Sporda Şiddeti Önleme Yasası" ile getirilen cezalar ve bu yasanın doğal bir uzantısı olan Passolig sistemine karşı bir mücadele olmaksızın tek başına "AKP’nin işaret ettiği takım şampiyon olmasın" üzerinden gelişen bir tepkiselliğin başarıya ulaşması mümkün değildir. Futbol izleyicisi öncelikle stadyuma erişim ve stadyumda fikrini beyan etme hakkı önüne dikilmiş engelleri bertaraf etmelidir.

PASSOLİG KARŞITLIĞI HUKUKİ PROSEDÜRE HAPSEDİLDİ
Futbolun sermayenin ve egemenlerin elinden alınıp kitlelere geri verilmesi süreci elbette yalnızca futbol alanında gerçekleştirilecek dönüşümlerle mümkün değildir. Ama kitlelerin seyirci olarak dahi oyuna erişiminin kısıtlandığı günümüzde öncelik bu erişim kısıtlılığının kaldırılması olmalıdır. Passolig benzeri uygulamaların taraftar gruplarının tepkisi ve boykotu ile Avrupa’da birçok ligde uygulamaya konulmadan kalktığını düşündüğümüzde eşitlikçi bir lig yapısı için verilecek mücadele için Passolig karşıtı mücadele iyi bir başlangıç noktasıdır. Ne yazık ki bugüne kadar verilen "passolig karşıtı" mücadele etkisiz kalmış ve fazlasıyla hukuki prosedürlere hapsedilmiştir.

EŞİTLİKÇİ BİR LİG HEDEFLENMELİ
Egemenler her şeyin farkındadır ve toplumu stadyumlar üzerinden de dizayn etmeye çalışmaktadırlar. Seyircilerin sadece seyirci değil, bu gidişatın aktif olarak karşıtı olduklarını ispatlamak için bu dönem en uygun dönemlerden biridir. Örneğin Passolig sistemi üzerinden "o iş bitti" diyenleri dinlemeden bu süreçleri stadyumların özgürleştirilmesinin ve oyunun asıl sahiplerine geri verilmesi mücadelesinin bir parçası kılmak, Gezi sırasında ortaya çıkıp şimdilerde pek görülmeyen taraftar/seyirci potansiyelini tekrardan ortaya çıkartabilecektir. Doğal olarak futbolla ilgili her birey ve grup kendi desteklediği takımın şampiyon olmasını ister bunun da yolu öncelikle eşitlikçi bir lig yapısına sahip olmaktan geçmektedir. Eşitlikçi bir lig tesisi sağlanmadan "şu takım olmasın da kim olursa olsun" yaklaşımı ligdeki iktidar yapılarını yeniden üretme sonucunu verecektir. Oyunun asıl sahiplerine iade edilmesi -mücadelesi zor olacaktır ama başarılırsa- gerçek bir dönüşümün yolunu açacaktır.