28 Eylül 2024 Cumartesi

Herkes defansa

Arzumuz, futbolun sadece futbol olduğu haline kavuşmasıdır. Fakat bugün itibarıyla aynı zamanda futbolun ve onun kitlesinin iktidarların müdahalelerine karşı almış oldukları tavrın yanında olmak gerekmektedir. Gezi ayaklanması bunun neden ve nasıl yapılması gerektiğini bize göstermiştir. Sonuç olarak yapılacak taktik bellidir: Hep birlikte savunma hep birlikte hücum. Öyleyse şimdi herkes defansa!

"Futbol asla sadece futbol değildir" derken Simon Kuper, futbolun bir spor ve oyun olma özelliği dışında da unsurları olduğunu ifade etmekteydi. İşçi sınıfının icadı olduğu bilinen ve kolektif eğlenmeyi hedefleyen bu spor, kapitalistlerin işçinin her ürününe el koyduğu gibi bunu da zaman içerisinde elinden almasıyla yeni bir boyut kazanmış oldu. O andan itibaren o artık tek başına bir oyun değildir. Fakat daha sonra bu durum öyle bir hal aldı ki o meşhur söz ikinci-yeni bir anlam kazanmış oldu.

Emperyalist küreselleşmenin etkileriyle birlikte futbol artık futbol değildir ve onun dışındaki her şeydir. Düne kadar bir oyun ve onun unsurlarıyla birlikte var olan futbol, şimdilerde oynanan oyun ile değil onun dışındaki faktörlerle gündemdedir.

Futbol tek başına onu oynayanlar için kolektif bir oyun değildir. Aynı zamanda seyir zevki de içermesiyle birlikte, insanlar bu oyunu oynamasa bile bu oyunu oynayan takımlardan birini seçerek kendini o gruba ait hissederler. Bu durum futbola büyük ölçekte sosyal bir alan olma özelliği kazandırır.

Pek tabii bu durum burjuva iktidarların gözünden kaçmaz. Ve burjuva iktidarlar faşizme yöneldiği ölçüde bu alana müdahale biçimlerini ve düzeylerini de değiştirirler. Bu kapsamda çok sayıda örnek, Salazar'dan Franco'ya, Mussolini'den Hitler'e kadar bütün faşist diktatörlerden verilebilir. Yine bizde de aynı kapsamda 12 Eylül faşist darbesinin şefi Kenan Evren'in başkent takımı diyerek bir takımı 1. lige çıkarması örnek olarak gösterilebilir.

Her bir faşist şef kendi dönemlerinde futbolu diktatörlüklerinin devamlılığı için kullanmışlardır. Kimisi kitlelerin enerjisinin deşarj alanı olarak kimisi ise kitleleri futbol kulüpleri vasıtasıyla kendi faşist örgütlenmelerinde safların sıklaştırılmasında kullanmıştır.

Buna rağmen uluslararası ölçekte kurulan federasyonların belirlediği kurallara göre hükümetler hiçbir koşulda müdahale edemezler. Her ülke federasyonu doğrudan ilgili kıta ve dünya federasyonuna bağlıdır ve onların karar ile talimatları bağlayıcıdır.

Gerçekte ise durum hiç de böyle değildir. Burjuvazi başkaca konuda belirledikleri kurallarda olduğu gibi bu kuralları da istedikleri zaman ihlal etmektedir. Bizim coğrafyamızda da durum aynıdır. Her dönem iktidarlar, bir biçimiyle futbola müdahale etmişlerdir. Fakat hiçbiri AKP-Saray diktatörlüğü dönemindeki kadar açıktan ve aleni değildir.

AKP toplumsal yaşamın her alanı üzerinde oluşturmak istediği hegemonyayı futbol ve kulüpler üzerinden de yürütüyor. Bunu bazen kendi kitlesini örgütlemek bazen de kendisine yönelen tepkilerin önüne geçmek için tercih ediyor. Yine bunlarla birlikte futbol endüstrisinin burjuvazi için iştah açıcı yanı da önemli bir faktör.

Müdahale örneklerinden bir tanesi AKP'nin iktidara gelişiyle birlikte her yandan mantar gibi bitmeye başlayan "belediyespor" kulüpleri oldu. AKP belediyelerinin kent kulüplerinin ruhuna fatiha okuttuğu, belediyelerin ekonomik imkanlarıyla kent kulüplerinin hem ekonomik hem de kitle olanaklarına oynadığı bir hamleydi. Bunların en bilinenleri İstanbul Büyükşehir Belediyespor (daha sonra Başakşehir) ve Ankara Büyükşehir Belediyespor (daha sonra Osmanlıspor) oldu. Her ikisi de belediyelerden aldıkları ödeneklerle mali açıdan önemli bir kadro değerine sahipti. AKP bu biçimiyle hem futbol ekonomisinden pay almakta hem de kendi "taraftar" kitlesini oluşturmaktaydı. Fakat bu proje şimdiye kadar sadece Başakşehir'de, o da kısmi düzeyde etkili oldu.

Bir diğer müdahale biçimi, kitle tabanlarının zayıfladığını düşündüğü kentlerin takımları üzerinden hamleler yapmak oluyor. Bunun en yakın örneği TS-FB derbisi sonrası bir Saray bakanının çıkıp "Bu sene şampiyon olacağız, ipi TS göğüsleyecek" demesidir. Bunun öncesinde de yerel basında belediye başkanının ağzıyla, Trabzonlu bakanların Trabzonspor'a yaptığı katkıların ve yardımların yer alması da başka bir örnektir. Bunu TS'li oldukları için değil, tamamıyla Trabzon kentinin desteğini Trabzonspor üzerinden almak için yapmaktadırlar.

AKP'nin futbola doğrudan bu müdahalesi aynı zamanda ligin diğer takımlarından tepkiyle karşılandı. Fenerbahçe ise bunu kulüp başkanı düzeyinde açıklamalar ve tribün protestolarıyla bir üst boyuta taşıdı. Fenerbahçe-Alanyaspor maçında "Damat istifa" sloganları aslında AKP'nin futbola müdahalesine doğrudan bir tepkiydi.

Her şeyde olduğu gibi kendi müdahalelerini haklı, itirazları ise düşman belleyenler buna da aynı yöntemle yaklaştılar. İktidarın yandaş ekranı A Haber antiFB ve antiGezi kapsamlı yayınlar yaptı. Fenerbahçe tribünlerinin ve halkın onur ve özgürlük isyanının kara propagandasını yaptılar.

Meselenin burasına kadar olan kısmında dahi bir an için futbola müdahale edilmediğini düşünsek bile, 15 Şubat tarihinde Erdoğan'ın yaptığı açıklamalar tamı tamına iktidarın futbola karışmasının dik alasıdır. "Kimse sporla siyaseti karıştırmasın" dedikten sonra Erdoğan, kendilerine dönük protestoları kast ederek bunların önüne geçilmesini, bu tepkilerden kulüp yöneticilerinin sorumlu tutulacağını söyledi. Futbola doğrudan müdahale eden Erdoğan, kulüpler ve tribünlere bu biçimde parmak salladı, onları tehdit etti.

Peki, AKP'nin futbola müdahalesi sadece bu kadar mıdır? Elbette hayır. Onlarca örnek sayılabilir. Yapacakları basın açıklamaları öncesi her kulüp başkanının zarar görmemek adına iktidara "büyük yardımlarından" ötürü teşekkür etmesi bunun bir göstergesidir. Yine Erdoğan'ın ve hükümetin katılımıyla yapılan spor çalıştayı başka bir örnektir. Ya da "Sporda Şiddet Yasası" adıyla bilinen yasa ve Passolig uygulamasıyla tribünlerin daha fazla hapishaneye çevrilmesi de bir diğer örnektir. Bu liste uzadıkça uzar ama şimdilik bu kadarı yeter.

Elbette esas arzumuz, futbolun sadece futbol olduğu haline kavuşmasıdır. Fakat bugün itibarıyla aynı zamanda futbolun ve onun kitlesinin iktidarların müdahalelerine karşı almış oldukları tavrın yanında olmak gerekmektedir. Gezi ayaklanması bunun neden ve nasıl yapılması gerektiğini bize göstermiştir. 
Sonuç olarak yapılacak taktik bellidir: Hep birlikte savunma hep birlikte hücum. Öyleyse şimdi herkes defansa!