4 Aralık 2024 Çarşamba

Nazım Kayalar yazdı | Veysel'in çağrısı!

Tam yedi yıldır kesintisiz uygulanan azgın faşist terör, bilinç ve öfke duvarımıza çarpıp duruyor. Faşizmin bir türlü aşamadığı, yıkmak için her yolu denediği sınıf kinimiz, katliamlarla öyle bir bilendi ki, bir seçimi kazananlar kaybettiklerinin farkında bile değil.

O sabah Ankara'ya vardığımızda, günün sıradan geçmeyeceğini hissedebiliyorduk. 90'lı yılların başından beri Ankara eylemliliklerine aşına biri olarak, son dönemlerin en kitlesel miting coşkusunu hissetmemek elde değildi. DİSK, KESK, TTB, TMMOB'nin çağrısıyla gerçekleşen "Barış Mitingi"ne katılım, coşku ve enerji, daha yollarda sarıp sarmalamıştı adeta.

Öyle ya; 20 Temmuz'da Suruç katliamı yapılmıştı, Cizre ve Sur başta gelmek üzere faşizmin yıkıcı gücü işbaşındaydı. Tüm bunlara rağmen yüz binler 7 Haziran'ın coşkusunu kuşanmış, hesap sorma bilinciyle Ankara'ya akmıştı.

Muhabir olarak kortejin en önünde ilerleyen ses aracından baktığımda gördüğüm manzara bu duygu ve fikir karışımı bir izlenim yaratmıştı. Ta ki, bulunduğum araç Opera Binası önüne gelene kadar.

Sanki 5 Haziran'da Amed'de, 20 Temmuz'da Suruç'ta hiçbir şey yaşanmamış gibi sıradan olmayan günün bizim lehimize sonuçlanacağını sanmıştık. Pusudaki düşman aklımızın bir köşesindeydi ama yine gafil avladı. Portakal rengini andıran bir duman ve ses. Birkaç saniye sonra aynı renk ve ses. Yanımdaki gazeteci arkadaşlar durumu anlamaya çalışırken, ben araçtan adeta atlayarak patlamaların olduğu Gar önüne doğru ömrümün en uzun yürüyüşüne çıktım. Topu topu birkaç yüz metre…

Suruç'ta yitirdiğim yoldaşlarımın acısı daha yüreğimde kanarken, yaralı yoldaşların anlattıkları hala kulağımda/zihnimde çınlarken, göğe yükselen o gaz bulutunun ve patlama sesinin ne anlama geldiğini anlamlandırmak için kendimle en ufak muhasebeye girmedim. Doğrudan patlama bölgesine gitme gayreti içindeydim. Telaşla, korkuyla, anlamsız bakışlarıyla önümden geçen her yüze baktıkça, biraz sonra göreceklerimi hissedebiliyordum. Meğer hissettiklerim bir hiçti.
                                                ***
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, daha annelerin ağıtları göğü tırmalarken "Patlama ile birlikte oylarımız arttı" diyebiliyordu. Gerçekten artmıştı oyları. 3 Kasım seçimlerinden de galip çıkmışlardı. Peki, kazanmışlar mıydı?

Patlama bölgesine vardığımda ilk hissettiğim, yoğun biber gazı ve nefes almakta zorlandığımdı. Ömrümün o en uzun yürüyüşünü tamamlamadan, polis, alanda yaralılara yardım edenleri gaza boğmuştu ve ben tüm bunların ancak sonuna yetişebilmiştim. Ona rağmen nefes almakta zorlanıyordum.

Sonradan öğrendim. Özellikle Ezilenlerin Sosyalist Partisi ve Halkevleri kortejinde yer alan hemen herkes, üçüncü bomba söylentisi ve uyarısına aldırmadan, yaralılara yardım etmek için çırpınıp durdu. İnsan olmanın, devrimci olmanın sorumluluğu ve bilinci, düşmana teslim olmadı. Daha ilk anda olması gerekeni yerine getirdi. Çatışa çatışa yaralıların hastanelere taşınması mücadelesi yürütüldü.

İnsanlığımız ve devrimci irade kazandı.
                                                ***
Kayıplar büyüktü, acılarımız yüklüce. Mitingin örgütleyicilerinden TTB, disiplinli bir örgüt tavrı koyarak, ölülerimizin ve yaralılarımızın durumlarını anbean takip etti, ilgili kurumlara aktardı. Her örgüt de aynı bilinçle sağlık emekçilerinin iradesine saygı duyarak, rejimin bilgi kirliliğine prim vermedi.

Demokratik dayanışma kazandı, umut kırma hedefleri bir kez daha geri tepti.
                                                ***
Umudun öfkeye ve gerçek sahiplerine yönelmesi de gecikmedi. Katliamın hemen ertesi günü EMEP GYK Üyesi Korkmaz Tedik'in Mamak'tan başlayıp Karşıyaka Mezarlığı'nda son bulan uğurlama törenini izlediğimde, oylarının artmasıyla övünenlerin bir kez daha kaybettiğini gördüm. Tüm diğer cenaze törenlerinde olduğu gibi binlerin öfke selini polis ancak uzaktan izlemekle yetindi.

Tam yedi yıldır kesintisiz uygulanan azgın faşist terör, bu bilinç ve öfke duvarımıza çarpıp duruyor. Faşizmin bir türlü aşamadığı, yıkmak için her yolu denediği sınıf kinimiz, katliamlarla öyle bir bilendi ki, bir seçimi kazananlar kaybettiklerinin farkında bile değil.
                                                ***
Bombalar patladığında oylarının artmasıyla övünen Davutoğlu, daha sonraki yıllarda 2015 Haziran-Kasım aylarında işlenen katliamlarla ilgili olarak, "Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz" dedi. Tam da bu nedenle, Suruç'ta, Ankara'da yitirdiğimiz her bir can için sınıf kinini, devrimci öfkeyi yeniden kuşanma zamanı.

Mahkeme salonlarına hapsolmuş adalet arayışından bahsetmiyoruz. Veysel'in çocuk masumiyetiyle gülümseyen dudakları, umutla bakan gözleri hesap sormaya çağırıyor. Ortası yok.

Nazım'ın dediği gibi:
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
                               yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
                                        gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
                       biz unuttuk bağışlamayı...
Varılacak yere
                kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
          artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
                                                   tırnakla sökülüp
                                                                   koparılacaktır...