Nehir Doğan yazdı | Sokaklara çıkan genç kadınlar ve cinsel şiddet

Devlet, kendi ağzından itiraf ettiği suçun, suça maruz kalanlar tarafından dile getirilmesinden rahatsız. Çünkü kendi itiraf ettiğinde bunlar "devletin gücü" olurken; suça maruz kalanlar tarafından açıklandığında ise "devleti karalama" sayılıyor. Çünkü maruz kalınan suçu kamuoyunda açıklamak, toplumsal bir bilinci ve utancın yer değiştirmesini ifade ediyor. Ve o suç artık bir devlet politikası olarak işlevini yitiriyor.
Son günlerde karakolda , gözaltında, hapishanede polisin, "çıplak arama" adı altında gardiyanların cinsel işkence uyguladığı haberleri peş peşe basına yansıdı. Kimimiz bir kez daha polisin, gardiyanın, jandarmanın cinsel işkence geleneğini hatırladık. Film şeridi gibi gözümüzün önünden Kürdistan'da Türkiye'de 90'lı, 2000'li yıllarda sıkça uygulanan cinsel işkence pratikleri geçti. Kimimiz belki bizzat tarihin karanlık bir hücresinde yaşadıklarımızı hatırladık. Kimimiz ise "Devlet nasıl buna izin verir" diyerek artık gözümüzü, kulağımızı kapatamayacağımız bir gerçeklik olarak toplumsal yaşama çarpan devlet politikası ile yüzleşmenin derin hayal kırıklığını yaşadık. Ama bu bir gerçek: Bu topraklarda gözaltında, hapishanede, karakolda cinsel işkence bir devlet geleneği. Devletin polisi, askeri, gardiyanı, jitemcisi, MİT'i yani bizzat kendisi işkenceci.
Üstelik bu gerçek, daha yıllar evvel 12 Eylül döneminde orgenaral Turgut Sunalp tarafından, tutsaklara copla tecavüz edildiği sorusuna "Taş gibi delikanlı oğlanlar var elimizde, yirmi yaşında, yirmi bir yaşında... yani kalkıp da bir kıza bu yoldan işkence yapacaksa, copa müracaat etme ihtiyacını hisseder mi" diyerek tecavüz işkencesinin copla değil fiziken yapıldığı itiraf edilmişti. Ardından gözaltında cinsel işkence saldırısı 90'lı yıllarda ayyuka çıktı. İstanbul'da 10-11 Haziran 2000 tarihinde Emekçi Kadınlar Birliği'nin düzenlediği "Gözaltında cinsel taciz ve tecavüze hayır" Kurultayı'nda konuşma yapan 15 kadın ve bir erkeğe "Devletin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif" suçundan hapis cezası istemiyle dava açıldı. Daha birkaç yıl önce İstanbul Emniyeti Güvenlik Şube Müdürü Hanifi Zengin, eylemlerde gözaltına alınan kadınları taciz etmiş, kadınların suç duyurusu sonuçsuz kalırken, hem Hanifi Zengin tarafından taciz edildiğini açıklayan hem de Zengin'e "tacizci" diyen kadınlar hakkında dava açılmıştı.
Devlet, kendi ağzından itiraf ettiği suçun, suça maruz kalanlar tarafından dile getirilmesinden rahatsız. Çünkü kendi itiraf ettiğinde bunlar "devletin gücü" olurken; suça maruz kalanlar tarafından açıklandığında ise "devleti karalama" sayılıyor. Çünkü maruz kalınan suçu kamuoyunda açıklamak, toplumsal bir bilinci ve utancın yer değiştirmesini ifade ediyor. Ve o suç artık bir devlet politikası olarak işlevini yitiriyor. O yüzden 19 Mart'ta başlayan halk hareketindeki eylemlere katıldığı iddiası ile gözaltına alınanların polisin cinsel işkencesine maruz kaldığını açıklanmasına "millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması" gerekçesiyle yayın yasağı getirildi. Oysa daha birkaç gün önce bizzat Adalet Bakanı, cinsel işkence yok demişti, ardından İçişleri Bakanı "Polisimiz görevini yerine getirdi" diyerek eylemlerde görevli polislere 10 bin TL ödül bile vermişti. Belgeli, tanıklı birçok insan gözaltında maruz kaldığı cinsel işkenceyi anlattı. 80'li, 90'lı, 2000'li yılları yaşayanlar şaşırmadı, daha genç olanlar ise bizzat eylemlerde zaten devletin cinsel işkenceci yönünü ya gördü ya da görenlerden dinledi. Yani koskocaman bir gerçeği yalanlayarak, kameralar karşısında övünerek yok sayamayacağını anlayan devlet aklı; yine suçüstü yakalanan hırsız misali erişim engeline sığındı.
19 Mart'ta sokağa çıkan genç kadınlar, söz-eylem-örgütlenme hakkının önündeki engellerin yanında faşist şeflik rejiminin kadın düşmanı politikalarına, kadın katillerinin cezasızlıkla ödüllendirilmesine, taciz ve tecavüzün meşrulaştırılmasına karşı öfkelerini de dile getirmişlerdi. Çünkü yirmi küsur yıllık AKP iktidarında sıra arkadaşlarının katledilmesine, sokakta özgürce yürüyememeye, her gün 3-5 kadının erkekler tarafından katledilmesine, çocuk istismarına, "o saate orada ne işi varmış" diyen bakana, "tahrik indirimi" veren hakime öfkeliydiler. Her yıl 8 Mart'ta, 25 Kasım'da, Şule Çet isyanında, İkbal Uzuner'in katledildiğinde sokağa çıkan ve "Geceleri de sokakları da istiyoruz" diyen kadınlardı onlar. Erkek egemen sisteme, kadının ezilmişliğini "kader", "fıtrat" diye sunanlara ve elbette toplumsal cinsiyet rollerine, cinsiyetci dile öfkeliydiler. O yüzden hareketin bir diploma meselesi olmadığını, politik örgütlük sorunu olduğunu hep dile getirdiler. Eşitlik, adalet ve cinsel özgürlük istiyorlardı. Bu yüzden faşist şeflik rejimi için daha tehlikeliydiler. Bu öfkenin patlamaya hazır kadın isyanını tetikleme olanağı vardı. İstanbul Sözleşmesinden çekildiğinde, Emine Bulut katledildiğinde, Ensar Vakfında 10 çocuğun istismar edilmesinde kadınların toplumsal hareketi birleştiren öge olduğunu deneyimledi bu devlet. Ve cinsel işkence ile genç kadınları sokaktan geri çekmeye çalıştı. Sokağı, eylemi, öfkeyi, isyanı; çıplak arama, cinsel işkence, taciz, küfür gibi suçlarla özdeşleştirmeye çalışarak evin, dört duvarın kadınlar için güvenli yerler olduğu mesajını vermeye çalıştı. O yüzden İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, "Meşruiyeti sokakta arayanlara en net cevabı verdiniz" diyerek işkenceci polisleri tebrik etti.
Oysa kadınlar, gözaltında maruz kaldığı tecavüzü açıklayan devrimci kadınların, MeToo hareketinin, "Utanç yer değiştirdi" diyen 72 yaşındaki Gisèle Pelicot'in, özsavunma hakkını kullanarak kendisine tecavüz eden Nurettin Gider'i öldüren Nevin Yıldırım'ın cesareti ile oluşturdu cins bilincini. O yüzden her türlü gözaltı tehdidine inat sosyal medya hesaplarından "Gözaltında tacize uğrayan kadınları her gün konuşacağız" paylaşımları yaptı ve işkenceci polisler hakkında suç duyurusunda bulunmaktan imtina etmedi. Genç kadınlar, yıllardır her türlü zorluğa, baskıya, gözaltı ve tutuklama saldırısına, sosyalist, feminist, yurtsever kadınların yaşadığı devlet şiddetine rağmen verilen kadın özgürlük mücadelesinin boşuna olmadığını gösterdi. Şimdi kadın hareketinin öznesi kadınlar olarak, bu genç kitle ile buluşma, bir adım öne çıkarak gösterdikleri cesareti büyütme, erkek egemen sisteme olan öfkelerini örgütlü güce dönüştürme görevi önümüzde duruyor.
Bireysel erkek şiddeti, örgütlü devlet şiddetinden güç alıyor. Devlette, her fırsatta özgürleşen kadınların önüne evdeki, okuldaki, fabrikadaki, sokaktaki erkeği çıkarıyor. Erkek-devlet şiddetinin birbirini besleyen bir politika olduğu gerçeği ile bireysel erkek şiddetine karşı yürüttüğümüz, deneyim biriktirdiğimiz, özsavunma geliştirdiğimiz mücadele hattımızı; örgütlü devlet şiddetine yani cinsel işkenceye karşı mücadelede de ortaklaştırma zamanımız geldi. Bunu başardığımızda cins özgürlükçü bir yaşama bir adım daha yaklaşmış olacağız.