3 Ekim 2024 Perşembe

Figen Yüksekdağ'ın yazısına sansür | Korona ve tecrit

Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi'nde tutsak bulunan Figen Yüksekdağ'ın kaleme aldığı, "Korona ve Tecrit" konulu yazı, koronavirüs ve tecrit koşulları nedeniyle gönderilemedi. "Yolda kalıp 'tahliyesi çıkmayan' yazılar oluyor" sözleriyle yazının hikayesini anlatan Yüksekdağ'ın yazısı sansüre uğrayarak elimize ulaştı. Yüksekdağ'ın 'geç tahliye olan' "Korona ve Tecrit" başlıklı yazısı şöyle:

Yanılmıyorsam, yaz aylarında yayınlanmak üzere benden "Korona ve Tecrit" konulu bir yazı istenmişti. Ne ironikti, ben de tam olarak korona ve tecrit koşullarından dolayı yazıyı hazırlayıp gönderememiştim. Malumunuz hapishanelere her türlü ... (sansürlenen bölüm) girmesi serbest ama "düşünce" gibi pek tehlikeli üretimlerin çıkması zor.

Gönderdiğimiz selam-kelam mektupları, fakslar bile korona sürecinde kimi zaman sansüre, engellemeye uğradı. Politik yazı ve paylaşımları siz hesap edin artık. Bir çok kişi, yazılarının çizilmeden, sansüre ya da bir "kazaya" uğramadan dışarı çıkabilmesi için otosansür uygulamaya zorlandı. O haliyle bile yolda kalıp "tahliyesi çıkmayan", okura ulaşmayan yazılar oluyor. Benzer bir durum hapishaneye giren "düşünce" için de yaşanıyor.

... (sansürlenen bölüm) 
 
ulaşmayı başarabilirsin ama Yeni Yaşam gibi günlük gazetelere hala hiçbir şekilde ulaşamıyoruz. Yıllarını siyasete, özgür düşünceye vermiş insanlar açısından ekmek gibi, su gibi kıymetli şeyler bunlar. Eksikliğini, yokluğunu ölçmeyi yine sizin tahmin kabiliyetinize bırakıyorum.

Koronavirüs pandemisi, yaşamın ve siyasetin birçok alanında olduğu gibi hapishanelerde de hak gasplarının, yeni normal adı altında egemenlerin isteğine göre sistemi yeniden düzenlemenin fırsatına dönüştürüldü. Ne var ki siyasi mahpusların koşullara teslim olmak gibi bir seçeneği yok. Zaten mahkûm edildiğiniz durum, bir seçenek değildir. Seçimleri siz yaratırsınız. Bu da yaratıcı direnişçi mahpus tavrının alametifarikasıdır. Korona etkisi nedeniyle aşırı düzeyde daralan yaşam alanında gedikler açmak, fırsat ve seçenek üretmekte böyle mümkün olabilir. Buralarda herkes kendi halince bunu yapmaya çalışıyor. Nasıl mı? Anlatayım…

AÇIL DUVAR AÇIL!
Özel tecrit mekanları olarak düzenlenmiş F tiplerinde görebileceğiniz insan sayısı en fazla üçtür. 30 metrekarelik bir alanda daha çok insan bulunması da pek mümkün değil zaten. 2000 dönemindeki tecride karşı ölüm orucu ve içeride-dışarıda yükselen mücadele sonucu, ortak olanda en fazla on kişinin bir araya gelmesini düzenleyen yasa devreye girmiş ve çoğu hapishanede uygulanmasına, uygulanan yerde de istikralı olmamasına rağmen, en azından katı tecrit duvarında bir nefes borusu açmıştı. Korona sürecinde anlamsız bir şekilde, zaten birbirini enfekte ihtimali olmayan tutsakların, kısıtlı ortak alanlarda bile birbirini görme, iletişim kurma imkanları ellerinden alındı. Her hafta yapılan kapalı-açık aile görüşleri sadece kapalı olarak ayda bir-iki ile sınırlandırıldı. Avukat görüşleri ise normal yapılamıyor; kapalı görüş mekanlarında kayıt altına alınan, gizlilik mahremiyet kurallarının canına okunduğu, ucubeye dönmüş bir süreç işliyor. Anlayacağınız organik yaşamla aramızdaki bütün bağları koparma, bütün kapıları kapatmaya odaklı yoğunlaştırılmış tecrit şartları hakim. Hal böyle olunca, yaşama yeni kapılar açma, sızan en soluk ışıktan meşaleler tutuşturma işi mahpusun iradesine, yaratıcılığına, enerjisine kalıyor.

Yoğunlaştırılmış tecritle geçen süre yedi ayı buldu ve bu süre boyunca en çok bizim birbirimize açılan kapılarımızı kilitlemek ve her an karşımızda dikilen duvarlarla ayırmak istediklerini biliyoruz. Bilincimizin eylemi de doğal olarak kapı-duvar engeline yöneliyoruz. "Kapıları kırıyoruz, duvarları yıkıyoruz" diyemeyeceğim elbette. O bizden büyük bir toplumsal bilinç ve eylemin işi. Ama kapılar ve duvarlar mahpusluk mekânlarında ne kadar anlamsızlaşabilirse, o kadar soğuk ve ceberut anlamını yitiriyor diyebilirim. Eğer aynı ruhta ve amaçta birleşmişsen, tecrit ve birbirinden yalıtma gibi saldırılar, daha fazla kenetlenmeye, kolektif değerleri yeniden keşfetmeye vesile oluyor. Birbirimiz için ne kadar değerli olduğumuzu hiç unutturmayan sistem, farkına varmadan, ideolojik-politik faydalı sonuçlara yol açıyor. Işık dediğin en çok karanlıkta parlar. En zor ve karanlık dönemlerde üretilen, yaşatılan değerler ise gelişen toplumsallığın, kültürün, sanatın mayası olur. Bu nedenle tutsaklık şartlarındaki her zorluk ve zorlama, dönüştüğü iyi şeylerle beraber düşünülmeli.

Bizler de böyle düşünerek, her şeyden önce katı tecrit şartlarında canlı bağ kurma ve iletişim alanında ihtisas geliştirmeye yöneldik. Rögar kapaklarından tutun, açık koridor pencerelerine, havalandırma alanına, kapı mazgallarına kadar akla gelebilecek her yerde konuşabiliyoruz artık! Tabi konuşma dediysem, epeyce sesli tondan, bazıları da bağrış-çağrış makamından oluyor bunlar. Mühim olan içerik ama değil mi? Dayanışmanın, kadın yoldaşlığının, direncin, sevginin sesi her zaman kendine bir frekans bulur. Bir kısmına dışarıdan bakarsanız epeyce gülersiniz hatta. Mesela bir kadın ve bir duvar düşünün; kadın önce eliyle duvara vuruyor, sonra onunla konuşmaya başlıyor. Şartları bilmeden dışarıdan baktığınızda, duvarla konuşup gülen kafayı hafiften çatlatmış bir kadın görürsünüz. Ama hiçbir şey sadece göründüğü gibi değildir. Her musibetin üstüne başımıza bir de korona tecridi çıktıktan sonra, iletişim keşiflerinde rekora koştuğumuzu söylemiştim size. Gün yirmi dört saat duvarla çevirili olunca, onunla konuşmayı da öğreniyorsun demek ki… Bazen takılıyorum arkadaşlara. "Duvarları dize getiremezsek bile dile getirdik" diye. Şakası bir yana, duyduğun en küçük sesi takip edecek duvarların bazı geçirgen noktalarını keşfediyorum. Ee, her güçlü duvarın ya da sistemin zayıf tarafları vardır. Sadece o noktaları tutturunca, gelsin karşılıklı muhabbet. Kimi zaman "Kırk Haramilerin" parolasını araklamış Ali Baba ruh haline bürünüp, döne döne her yere "Açıl duvar açıl" diyesimiz geliyor.

Korona virüs hapishanelerde bu tür "açılımlara" neden oldu böylece. Zaten virüs ne yaparsa yapsın insanlığa tecrit sistemi kadar zarar veremez. Ama tecride karşı özgür tutsak camiasının geliştirdiği güçlü bağışıklık ve direnç, virüsle mücadele adı altında milyonları tecride mahkûm eden sistem karşında büyük insanlık gücünün yeniden ayağa dikilmesine vesile olabilir. Sirkenin zayıf tarafı kendi keskinliğinde, duvarların zayıf tarafı kendi katılığında, toplumsal tecrit sisteminin zayıf tarafı da insan iradesi karşısındaki çaresizliğindedir. Son zamanlarda dünyadaki sosyal siyasal hareketler, kadınların, ezilenlerin güçlü özgürlük, adalet ve yaşam hakkı eylemleri, sistemin zayıf tarafının yakalandığına, aradan iletilen ses ve enerjiyle yeni bir toplumsal direnç geliştirdiğine işaret ediyor.

YAZALIM, ÇİZELİM, BU DÜĞÜMÜ ÇÖZELİM
Düşünsel verimlilik, sanatsal yaratıcılık açısından korona günlerine fırsata çevirme formülü işe yarıyor. İlk zamanlarda bakındık ortama, iktidar-kurup çatanlar zaten fırsatı ganimet bilmiş, virüsün tahrip ve tehlike düzeyine rahmet okutan saldırılara girişmişler. Bir yandan sistem, bir yandan salgın ekonomiyi sosyal yaşamı, bilinç ve hareketi tüketip kötürümleştirirken, bize düşen üretime odaklanmaktır elbette. Öyle de yaptık zaten. Öteden beri düşünsel, sanatsal üretim, hapishane-tecrit koşullarında kapatılmışlığa, fiziksel-psikolojik baskıya direnmenin, özsavunmanın, yaşamla bağları diri kalmanın en önemli yollarından. Mega tecrit aşamasına geçince daha da önem kazanıyor. Bundan ötürü düşünsel birikimi, verili ya da potansiyel yetenekleri edebiyata, resme, müziğe, çeviriye, senaryoya dönüştürme pratiği gelişiyor buralarda. Altyapısında ise derinleşme var. Biraz da zorunlu inziva halinin sonucu. Yalnızlaştırılmak, akan yaşamdan soyutlanıp tecrit edilmek, bir bilinç ve varlık amacından yokuşa insanı kayboluşa sürükleyip canlı cenazeye dönüştürebilir. Sayısız "kader kurbanlarından" biri olabilirsiniz mesela. Ama bilinç, amaç, misyon rehberlerine sahipseniz, bu mecburi inzivalar kendini yeniden bulmanın, yeniden var etmenin yolunu açabiliyor. Nirvanaya ulaşma, hidayete erme peşinde olduğumuzu söyleyemem fakat tecride çalım atmanın getirdiği manevi memnuniyet de bunlardan pek geri kalmaz.

Velhasıl kelam, "tecride inat, yaşasın üretim ve hayat" demek güzeldir. Bunu düstur belleyen kadınların tutsaklık surlarında geniş gedikler açan üretim ve yaratıcılıkları, yarın geriye dönüp baktığımızda, bir zorlu dönemi nasıl geçtiğimizin işaret taşları olacaktır. Bugün geliştirilen nitelikli derinleşmeden doğan fikir ve projeler, tarihi bir sürecin önemli ve ayırt edici kalıtları arasına girecektir. Çünkü buralarda kimse kendi hücresinde, köşesinde ağır çekim bir zamanın geçip gitmesini beklemiyor. Resim çizenler var; bazen kağıdı olmayan boyalarla renklendiriyorlar; dışarıda olup da gördüğünü sananların aksine hayatın ve hayal gücünün her kıvrımından görsellik donatıp resmediyorlar. Yazılar, öyküleri makaleler yazanlar var. Çoğunlukla o yazıların yayınlandığı gazeteleri, siteleri dergileri okuyamıyorlar. Benim, bu yazı yayınlanırsa okuyamayacağım gibi. Müzik yapanlar, türküleri, şarkılar söyleyenler var. Direnişler zamanının melodisi zindanlardan dolanır gelir. Buradan da elbette gidiyordur bir yerlere. Bazılarımız şiir, roman yazıyoruz. Gün yüzüne çıkan var, çıkmayan var. Benim şiirlerim kadın yoldaşların destek ve katkısıyla kitap oldu bu arada. Elbette yine her koldan, her dimağdan çalışmaya devam…

Covid-19 pandemisi yaşamımıza girdiği andan itibaren tecrit sadece hapishanedekilerin durumu ve algısı olmaktan çıktı. Dünyanın ve ülkemizde milyonlarca insan, hapishanelerle kıyaslanmayacak kadar esnek ve insaflı bir tecride maruz kalınca, adeta bazı vidaları fırladı. Bu bir yandan tecridin kötü ve insan doğasına aykırı olduğunun sosyal göstergesi. Ama diğer yandan da bu süreç insanların ezberlenmiş bir hayata ne kadar bağımlı bir hale geldiğine, özgürlük diye onu yaşadığına ve rutindeki bozulmanın nasıl da kimyasını bozduğuna işaret etti. Anlaşıldı ki, özgürlük hesabına elde var sıfır ve onun da kendi dışındakini yutmaktan başka faydası yok. Şimdi en iyisi, korona sürecince elindeki sıfırı da kaydeden, egemenler tarafından tecridin nasıl da büyük bir silaha, yalnızlaştırmaya dönüştürüldüğünü deneyimleyen toplumun özgürlüğü yeniden keşfetmesinin önünü açmaktır. Sanat, hayat ve eylem bu günler için. Bütün toplumsal, siyasal yaşamsal tecritlerin kırıldığı insanlığın doğa ve tüm farklılıklarla kucaklaştığı zamana özlem ve inançla selamlar hepinize…