4 Ekim 2024 Cuma

Özgür Duran yazdı | 19 Aralık direnişinin gösterdiği yol

19-22 Aralık saldırısının üzerinden 20 yıl geçti. Katliamı direnişle yanıtlayan tutsaklara yönelik saldırılar bugün farklı yöntemlerle fakat aynı anlayışla sürüyor. Sokaktaki muhalefete sahip çıkmanın bir yolunun da hapishanelere sahip çıkmak olduğunu unutmadan, hapishanelerde direnenlerin dışarıdaki sesi olmaya, katliamların hesabını sormaya devam edeceğiz.

Devlet, 12 Eylül darbesi ile sadece hapishanelerde değil, tüm yurtta otorite sağlamıştı. Yine 90'lı yıllarda, sadece hapishanelerdeki tutsaklara değil, aynı zamanda dışarıya da gözdağı vermek istiyordu. Çünkü; 1989 bahar eylemleri, kamu emekçilerinin sendikal mücadeleleri, Kürt halkının özgürlük mücadelesi 90'lı yıllara damgasını vurmuştu. Alevilerin de örgütlülüğünü arttırdığı bu dönemde devrimci, sosyalist örgütler güçlerini arttırdı. Devlet ise en etkili işkence yöntemlerini kullanıyor, Sivas'ta, Gazi Mahallesi'nde olduğu gibi katliamlara girişiyor, hapishaneleri siyasi tutsaklarla dolduruyordu. Ancak ne hapishanelerde ne de dışarıda mücadele ateşini söndüremiyordu. İşte tam da bu ortamda "otoriteyi" sağlamak istiyordu. 90'lı yıllar; dışarıda kaçırmalar, işkenceler ve gözaltında kaybetme saldırıları artarken, hapishanelerde de koğuş baskınları ve sürgün sevklerde tutsakların katledilmesiyle geçti. Bütün bu saldırılara rağmen tutsakları teslim alamayan devlet, 1995 yılının Ocak ayında yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, hapishanelerin "eğitim kampı" olduğu iddiasıyla, saldırı kararı aldı.

2000'li yıllara gelindiğinde toplumu teslim almak isteyen devlet, bunun yolunun hapishanelerden geçtiğini bilerek ilk hapishanelere saldırı planı yaptı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit; "Cezaevleri sorununu çözmezsek ekonomik programımızı uygulayamayız" demesinin hemen ardından, 19-22 Aralık 2000 tarihinde 20 hapishaneye eş zamanlı saldırı düzenlendi. Devlet katliamı, "Teröristler kendi terörlerinden kurtarıldı" denilerek savundu.

Konforlu mekanlar olarak sunulan F tipi hapishaneler, aslında devrimci iradeyi kırmak niyetiyle siyasi tutsaklar için yapılan tecrit hücreleriydi. Katliam saldırısına 8 binden fazla asker katıldı, on binlerce gaz bombası, sayısız mermi ve bugün hala ne olduğunu bilmediğimiz kimyasal silahlar kullanıldı. Hapishaneler, içindeki tutsaklarla birlikte ateşe verildi. 28 devrimci tutsak katledildi. Yapılan otopsilerde tutsakların; ateşli silahla vurulduğu, kimyasal gazla yakıldığı ve yine kimyasal gazlardan zehirlenerek öldüğü belirlendi. Devrimci tutsaklar, devraldıkları mirastan ve siper yoldaşlığından aldıkları güçle 4 gün boyunca sergiledikleri direnişle tarihe imza attı. 19-22 Aralık; devlet bakımından, korkutma, teslim alma, yok etme amacı taşıyan bir saldırıydı, fakat devrimci irade ve kararlılık, saldırıyı ideallere, siper yoldaşlığına ve davaya ölümüne bağlılıkla karşılayarak, büyük bir direniş sergiledi.

"Hayata dönüş" adı verilen bu katliam operasyonu MGK eliyle TSK tarafından planlanıp uygulandı. 19-22 Aralık katliamı, devletin en üst düzeyindeki kurumları arasında tam bir mutabakatla gerçekleştirildi. MGK kararıyla gerçekleştirilen katliama dönemin hükümeti ve TBMM'deki partiler de onay verdi. Yani, 19-22 Aralık katliamı, bir devlet katliamıdır.

Her ne kadar siyasi tutsaklar hedef alındıysa da asıl hedef; dışarıda sürdürülen mücadeleyi, devrimci iradeyi kırmak, teslim almaktı. Saldırılarla, sisteme muhalif olanlar hedef alındı. Dışarıdaki herkese, "Bana muhalif olanların sonu 'Hayata Dönüş'" olur mesajı verildi.

Katliamın gerçekleştirildiği tarih de tesadüf değildi. 2000 yılı başında IMF ile yapılan yeni anlaşmaların ülkeye getireceği ağır şartların uygulanabilmesi için, önce buna karşı çıkacak muhalefet odaklarının ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunun ilk ve en önemli ayağını da hapishaneler oluşturuyordu.

Uzun yıllardır siyasi tutsakların "etkisiz hale getirilmesi" amacı artık devlet açısından mutlaka uygulamaya geçmeliydi. AB ve ABD de bu noktada, devlete ciddi destek verdi. Emperyalistlerin uygulanmasını istediği politikalar karşısında hapishane katliamına göz yumulması istendi. Pazarlık açıktı, "Ben senin politikalarını uygulayacağım, sen de hapishaneleri hizaya getirmem için bana yardım edeceksin." Böylece devletin her zaman hayata geçirmek istediği izolasyon, infaz modeli ete-kemiğe bürünmüş oldu.

19-22 Aralık katliamında, medyanın takındığı tavır da çarpıcıydı. İktidarın kalemşorluğunu yapan medya, dilini iktidarın katliamcı diliyle aynılaştırarak, manşetlerinde "Sahte oruç, kanlı iftar" gibi ifadeler kullanarak, katliamın psikolojik savaş cephesi rolünü üstlendi.

19-22 Aralık saldırısının üzerinden 20 yıl geçti. Katliamı direnişle yanıtlayan tutsaklara yönelik saldırılar bugün farklı yöntemlerle fakat aynı anlayışla sürüyor.

Pandemiyi fırsata çeviren iktidar, hapishanelerdeki keyfi uygulama ve hak gasplarını arttırdı. Yapılan düzenlemelerle çete liderleri ve tecavüzcüler serbest bırakılırken, politik tutsaklar kapsam dışı bırakılarak ölüme terk edildi. Tutsakların bedel ödeyerek elde ettiği haklar gasp edilmek isteniyor. Görüşler kısıtlanıyor, koğuşlar basılarak çalışmalarına, kitaplarına, fotoğraflarına, mektuplarına vb. özel eşyalarına el konuyor. Mektuplar gönderilmiyor, gelen mektuplar verilmiyor. Keyfi disiplin cezalarıyla infazlar yakılıyor. Hasta tutsaklar serbest bırakılmıyor, tedavileri yapılmayarak öldürülüyor. Pandemi nedeniyle alınan "önlemler" bahanesiyle, "Basın İlan Kurumu aracılığıyla resmi ilan ve reklam yayınlama hakkı bulunmayan gazeteler ceza infaz kurumuna kabul edilemez" kararı çıkarıldı. Bu karar doğrultusunda, tutsaklara sosyalist, muhalif yayınlar verilmiyor.

Evet, sokaktaki muhalefeti bastırmayı hedefleyen iktidarların ilk hedefi hapishaneler olagelmiştir. Dolayısıyla sokaktaki muhalefete sahip çıkmanın bir yolunun da hapishanelere sahip çıkmak olduğunu unutmadan, hapishanelerde direnenlerin dışarıdaki sesi olmaya, yapılan katliamların hesabını sormaya devam edeceğiz.